Giriş Tarihi: 1.06.2025

İçinizdeki çocuk hâlâ onay mı bekliyor?

İçinizdeki çocuk hâlâ onay mı bekliyor?

Çocukluk döneminde yeterince sevgi ve ilgi görmeyenler, onay bekleyen yetişkinlere dönüşür. Öyle ki, hep başarılı olma zorunluluğu hissedip aşırı fedakarlık yaparlar. Bu da kendilerinden taviz vermelerine sebep olur, sonu ise mutsuzluktur. Çocukluk yaralarını sarmadan kendilerini sevmeleri mümkün olmaz

Bir an dur ve düşün... Çocukken hissettiğin o duyguları hatırla. Bir resim çizdiğinde, kimse fark etmediğinde... Yeni bir şarkı öğrendiğinde, kimse seni alkışlamadığında... Yardım etmek istediğinde, "Sen karışma" dediklerinde... O an içindeki o küçük çocuk ne hissetti? Bir eksiklik mi? Bir yalnızlık mı? Belki de o an, kendine dair küçük bir inanç kurdun: "Demek ki fark edilmek için daha fazlasını yapmalıyım." "Sevilmek için daha başarılı, daha güzel, daha doğru olmalıyım." Ve işte o küçük çocuğun sessiz feryadı, yıllar sonra da kalbimizin derinliklerinde yankılanmaya devam ediyor: "Beni gör... Beni anla... Beni sev... Olduğum gibi kabul et..."

İnsan olmanın temel ihtiyaçları
Psikolojide buna "bağ kurma ve kabul edilme ihtiyacı" derler. Carl Rogers, insanın ancak koşulsuz kabul edildiğinde büyüyebileceğini söyler. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine bakarsın, tam ortada ait olma ve sevgi ihtiyacı durur. Çünkü insan, sadece bir fiziksel varlık değildir. Bir bedenimiz var, evet. Ama kalbimizde bir boşluk da var. Ve bu boşluğu dolduracak olan şey; başarı, para, güzellik değil... Görülmek, sevilmek, onaylanmak, anlaşılmak. İnsanın psikolojik sağlığının temel taşlarıdır bunlar. Bunlar yoksa, insan bir ömür boyu dışarıdan alkış toplamaya çalışır. Bir türlü yetemez, bir türlü tamamlanmış hissetmez. Ve işte tam burada, şu soruyu sormak gerek: "Acaba biz gerçekten sevilmek için mi yaşıyoruz, yoksa kendimizi sevmeyi öğrenmek için mi?"


Çocukluk yaraları ve 'Ben görülmüyorum' hissi
Bir çocuk olarak dünyaya geldiğimizde, sadece sevgiyle beslenmeyiz. Bir bakışla, bir dokunuşla, bir tebessümle büyürüz. Bir çocuk düşün; resim yaptığında anne-babasının gözlerinde bir parıltı arar. Bir başarı elde ettiğinde, "Aferin!" sözünü duymak ister. Yaramazlık yaptığında bile, "Sen özünde iyi bir çocuksun" diyen bir sese ihtiyaç duyar. Ama çoğumuz, bu koşulsuz sevgiyi tam anlamıyla alamadık. Anne-babalarımız da kendi eksiklerini taşıyordu; belki yorgundular, belki sevgilerini göstermeyi bilmiyorlardı. Ve biz küçükken şöyle bir inanç geliştirdik: "Sevilmek için daha iyi olmalıyım." , "Görülmek için daha başarılı olmalıyım." ,"Onaylanmak için başkalarını memnun etmeliyim." İşte burada derin bir psikolojik düğüm oluştu. Bu düğüm, bir ömür boyu bize şunu yaptırdı: Hep bir şeylerin peşinden koştuk. Hep "Daha iyi olmalıyım" dedik. Ve ne zaman biri bize iltifat etse, içimizde bir sıcaklık hissettik. Çünkü o sıcaklık, çocukken eksik kalan o ihtiyacın küçük bir kırıntısıydı.


Sevgi içimizde
Bir bakışta onay görmek, bir sözle değerli hissetmek... Oysa unuttuğumuz bir şey var: "Sevgi, başkalarının vereceği bir ödül değil." Sevgi, başkalarının omuzlarımızda taşıyacağı bir taç değil. Sevgi, hep içimizdeydi. Ama biz, onu görmeyi unuttuk. Belki küçükken görmediğimiz için, belki yıllarca hep başkalarının gözlerinde bir parıltı aradığımız için... Bugün, burada bir seçim yapıyoruz: "Sevgiyi dışarıda aramak yerine, içimizde bulmayı seçiyoruz. Çünkü kimsenin "seni seviyorum" demesine ihtiyaç duymadan, kendimizi olduğumuz gibi kabul ettiğimizde, kendimizi eksiklerimizle birlikte sevdiğimizde, içimizde bir huzur filizlenir." Ve işte o zaman başkalarının onayı da, sevgisi de ruhumuza bir hediye olur. Ama esas olan, kendi içimizdeki sevgiyi hatırlamaktır. Hayatta en kıymetli hazine, bizi olduğumuz gibi kabul eden, her şeye rağmen sevebilen insanlara rastlamaktır. Dilerim, yolun hep böyle insanlarla kesişir.


Sevgiye doymamış çocuklar, onay arayan yetişkinler
Psikoloji dünyasında bu konuyu en iyi açıklayanlardan biri 'Bağlanma Kuramı'dır. John Bowlby ve Mary Ainsworth, insanın en temel ihtiyacının güvende hissetmek ve bağ kurmak olduğunu anlatır. Çocukken sağlıklı bir şekilde bağlanamazsak, yetişkinlikte hep başkalarından onay bekleriz. Çünkü içimizdeki o küçük çocuk, hâlâ fark edilmek için seslenir: "Beni sev... Beni onayla... Beni gör..." Carl Rogers'ın dediği gibi: "İnsanın en büyük ihtiyacı, olduğu gibi kabul edilmektir." Ama çoğumuz, ancak bir rol oynadığımızda, başkalarının beklentilerine uyduğumuzda, bir şeyler başardığımızda değerli hissediyoruz. İşte bu yüzden, bir bakış, bir alkış, bir "Sen harikasın" cümlesi için kendimizi paralıyoruz.


Sevilmek için uğraşmaktan, kendimizi sevemeyiz
Ama yol arkadaşım, işin gerçeği şu: "Ne kadar başarırsan başar, ne kadar güzel olursan ol, ne kadar çok insan seni alkışlarsa alkışlasın, eğer kendi kendini sevemiyorsan, hiçbir şey yeterli gelmez. Çünkü gerçek sevgi dışarıdan değil, içerden başlar." Ve bu, psikolojinin de, kadim bilgeliğin de söylediği şeydir. Mevlânâ der ki: "Dışarıda bir şey arama, içindeki cevheri bul." Psikoloji diliyle söylemek gerekirse: "Dışarıdan gelen onay, sadece kısa süreli bir tatmindir. Ama kendi içindeki o çocuğu görüp ona sarılmak, işte o zaman kalıcı bir huzur gelir."