Son Güncelleme: Cumartesi 23.05.2009
Çiğ etin şık hali Carpaccio
İncecik çiğ dana eti dilimlerinden hazırlanan carpaccio, ismini tablolarında kırmızı hakimiyeti olan İtalyan ressam Vittore Carpaccio'dan alır
KONTESİN KARİZMASI BOZULMASIN
Bilinen yemeklerin çoğu anonimdir, herkesin ortak ürünüdürler. Bazı yemekler daha şanslıdır. Soyu sopu bellidir; kimin tarafından ne zaman, hangi gerekçeyle yaratıldıkları bilinir. Dana carpaccio bu şanslı yemeklerden. Onu ilk kez yapan kişi belli: Venedik'te ünlü San Marco Meydanı'nın hemen arkasında, Büyük Kanal'a inen Calle Vallaresso adlı çıkmaz sokağın ucunda eski bir halat toptancısından kiralanmış küçücük Harry's Bar'ın efsanevi sahibi Giuseppe Cipriani. Cipriani yeme içme sektörünün dâhilerinden. Kokulu beyaz şeftalinin suyu ve İtalyan köpüklü şarabı prosecco ile yaptığı ve ünlü İtalyan ressam Bellini'nin adını verdiği kokteyl, bugün içki dünyasının klasikleri arasında. Dana carpaccio'nun öyküsü ilginç. 1931'de açılan, savaş yıllarında bir dönem kapalı kaldıktan sonra tekrar hizmete girmesiyle birlikte yeni yeni palazlanan dünya sosyetesinin Venedik'teki uğrak yeri haline gelen Cipriani'nin Harry's Bar'ında sürekli yemek yiyen ünlüler arasında Amalia Nani Mocenigo adlı bir kontes de bulunuyordu. İlginç bir hastalığı vardı kontesin; pişmiş eti bünyesi sindiremiyordu. Bu nedenle de doktorlar ona sadece çiğ et yemesini salık vermişlerdi. Ancak o dönemin Avrupası'nda geçerli görgü kuralları farklıydı. Soylu bir hanımefendi o günlerde şık bir restorana gidip çiğ et ısmarlayacak olsa, hemen komşu masalarda fısıldaşmalar başlar, hanımın karizması fena halde çizilirdi. İşte bu nedenle Kontes Amalia, bütün müşterileriyle yakın dost olan Cipriani'den, yerken yamyam olarak damgalanmayacağı, yine de çiğ etle yapılmış zarif bir yemek hazırlamasını rica etti. Cipriani de incecik dilimlediği dana etini tabağa şık bir görünümle yerleşirdi, üzerine hardallı sos gezdirerek ona sundu.
SOSLARLA TATLANDIRILIYOR
Yemek amaca uygundu ama yine de bir hanımefendinin bunu ısmarlarken garsona, "Bana bir tabak çiğ et getirin," demesi yakışık almıyordu. Cipriani'nin aklına Rönesans dönemi İtalyan ressamı Vittore Carpaccio geldi. Bu ressamın resimlerinde kırmızı renk hakimdi; tıpkı çiğ et gibi. Dolayısıyla kontes ile garsonlar arasında 'carpaccio' adı bir tür şifre olarak kullanılmaya başlandı. Kısa süre sonra da yemeğin adı resmen dana carpaccio haline geldi. Başka deyişle, 1460-1525 arasında yaşamış, sonra neredeyse unutulmuş bu Venedikli ressam, sağlığında hayal bile edemeyeceği bir alanda yeniden şöhrete ulaşmış oluyordu. Cipriani dana carpaccio'yu giderek geliştirdi. Üzerine yumurta, hardal, sarımsak ve zeytinyağı ile hazırlanan aioli sosu ve parmesan peyniri serpti. Taze roka yapraklarıyla tabağı renklendirdi. Bu kadar ince et dilimlerinin lezzet kaybını da göz önünde tutan Cipriani, günümüz restoranların hemen hiçbirinde uygulanmayan bir katkı maddesi daha kullanıyor, sodyum glutamat ile et tadını ön plana çıkarıyordu. Dana carpaccio, Harry's Bar'dan başladığı yolculuğunda ülkemize nispeten geç ulaştı. 10 yıl kadar önce, ilkin çok şık İtalyan restoranlarında boy göstermeye başladı; bugünse mönülerinin sağlıklı oluşu ile övünen bütün yeme içme ortamlarında bulundurulması neredeyse zorunlu hale geldi. Restorancılar çok az miktarda malzemeyi allayıp pullayıp yabancı bir isimle yüklü paralara satmayı keşfetmişlerdi bir kez; bundan sonra carpaccio'nun daha farklı versiyonlarını da denemeye başladılar. Örneğin New York'taki Le Bernardin restoranı 'tuna carpaccio'yu dünyaya armağan etti. Orkinos balığından yapılan bu yemek de, somon balığından yapılan 'somon carpaccio' da bugün restoranlarımızda mönülerin 'başlangıçlar' bölümünün vazgeçilmezleri arasında. Hatta meyvelerin bile carpaccio'su var ve şu sıralar bizde en yaygın olanı, ananas carpaccio.