Pazar 27.09.2009
Son Güncelleme: Cumartesi 26.09.2009

'İçeri'den hikâyeler

Yolu cezaevinden geçen yazarlar,İçeri'den kitabında, içeri'deki zamanlarını, yaşadıkları acıları, gözlemlerini ve deneyimlerini anlattı. Yazar Reyhan Yıldız, resmi tarihi 'kazananların' yazdığını, kitabının mazlumların ve yenilenlerin tarihi olduğunu söylüyor

Yaşamlarının bir dönemini cezaevinde geçiren yazarlar bir kitapta buluştu: İçeri'den. Reyhan Yıldız'ın 16 yazarla birebir görüşmeler yaparak kaleme aldığı kitap, Literatür Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kürt açılımının tartışıldığı bugünlerde, Kemal Burkay ve İsmail Beşikçi'nin Türk solundaki 'doğu meselesi'nin nasıl 'Kürt sorunu'na dönüştüğünü özetleyen tanıklıkları özellikle dikkat çekici. Yıldız, bir dönem cezaevinde kalmış ve ağır işkenceler görmüş yazar Mert Özmen'le tesadüfen başlayan tanışıklığının, bu kitabın çıkış noktası olduğunu söylüyor. Yazma nedeniyse; özellikle 12 Eylül'den sonra hafızasızlaştırılan yeni kuşağa bu ülkenin siyasi tarihini aydınların deneyimleri, gözlemleri üzerinden anlatırken cezaevindeki koşullara, işkenceye ve F tipi cezaevlerine dikkat çekmek.
- Kitabı yazmaya ne zaman başladınız?
- Yazar Mert Özmen'le 2006'da tanışmamla başladı her şey. Özmen'le uzun bir röportaj yapmıştık. Çok özel bir insandı. Röportajı başka yerlerde yayınlamaya içim el vermedi, kesilip biçilecek, özünü kaybedecekti. Başka yazarlarla da konuşup röportajları bir kitapta toplamaya karar verdim.
- Kitaptaki isimleri belirlerken bir kriteriniz var mıydı?
- Bir dönem kitabı olmasını istemedim. Amacım, ulaşabildiğim en uzak tarihten başlayıp günümüze kadar getirerek, farklı dönemlerde, farklı nedenlerle cezaevinde yatmış yazarlarla konuşmaktı. Böylece bir anlamda Türkiye'nin yakın siyasal tarihine yazarların gözüyle tanıklık edilecekti.
- Hangi dönemleri kast ediyorsunuz?
- 1951'deki TKP Tevkifatı'ndan tutuklananlar da var kitapta, 12 Mart öncesinde ve sonrasında içeri atılanlar da, iki darbe arasında yolu cezaevine düşenler de, 12 Eylül'de içeri alınanlar da, daha yakın dönemde içeriye girenler de...
- Çok ağır tanıklıklar. Yazarken zorlanmadınız mı?
- Çok etkilendim, zaman zaman psikolojim bozuldu ve yazmaktan vazgeçtim. Bırakmak istedim ama çevremdeki insanların motivasyonuyla tekrar başladım. Düşünün, insanlar 30 yıl sonra bile yaşadıklarını anlatmaya zorlanıyorlar, bunu dinlerken yaralanmamak mümkün mü?
- Neden böyle bir kitap yazmak istediniz?
- Tarihle çok ilgiliyim. Bizim çocuklarımız yakın tarihimizi hiç bilmiyor. 12 Eylül işçi muhalefetini kestiği gibi, işçi çocuklarını da hafızasızlaştırdı. Biz 12 Eylül'ü nispeten hatırlayan son kuşağız, bizden sonraki kuşaklar için bu tarih hiçbir şey ifade etmiyor maalesef. Son 50-60 yılda yaşananları insanların hayatlarına, yaralarına dokunarak anlatmak istedim. Kişisel tanıklıkları çok önemsiyorum, çünkü tarih tarih kitaplarından öğrenilemiyor; sayısız rakam, sayısız coğrafi nokta ve sınırlı sayıda büyük 'adam'ın ismi... Savaşın ne olduğunu anı kitaplarından öğrenmiştim, içeride olma halini ve işkenceyi de buradaki tanıklıklarla kavradım.
- Sizin hayatınızda ya da yakın çevrenizde bu türden olaylar oldu mu?
- 12 Eylül'de babam gözaltına alındı, yedi yaşındaydım, net olarak anımsamıyorum ama sanıyorum iki-üç gün gözaltında kaldı. Babam Cumhuriyet gazetesi okuruydu, sendikalı bir işçiydi, bunlar o dönem haftalarca gözaltında tutulmak için yeterli sebepti. O günlerde gözaltı süreleri 90 küsur güne kadar uzuyordu.
SADIK ALBAYRAK
(Osmanlıca'dan çevirdiği Mustafa Zihni Paşa'nın İslamda Devlet Yönetimi Hilafet adlı kitaba yazdığı sunuş yazısı nedeniyle 1982- 1983 yılları arasında dokuz ay kadar Silivri Kapalı Cezaevi'nde yattı. Kitaplarından bazıları: Sömürüye Karşı İslam, Türkiye'de Din Kavgası, Çağdaş Devrim Yobazları, Taşlaşma-Çağdaşlaşma'dır.)
HER TİP İNSAN VARDI
"... Her tip insan vardı Silivri'de ama siyasiler çok azdı ve kimse görüşünü, örgütünü söylemiyordu. Mahkûmlar kendilerine yiyecek içecek verenlere yalakalık yaparlardı. Cağaloğlu'ndan arkadaşlarım vardı, onlar bana kitap getirirlerdi, mahkûmlar sırf bana yaranmak için o kitapları okur görünürlerdi... Bir insan fikir ve inançları toplumda yansıma bulmamışsa her zaman mahkûmdur, cezaevinin tek farkı voltaların kısa olmasıdır. Aslında bir fikriniz yok ise Edirne'den Kars'a kadar volta atıyorsunuz demektir. Aksi durumda ise nerede olursanız olun kendinizi özgür hissedersiniz."
VEDAT TÜRKALİ
(Başta Sultanahmet Cezaevi olmak üzere pek çok cezaevinde yattı. Eserlerinden bazıları Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Güven, Kayıp Romanlar, Yalancı Tanıklar Kahvesi'dir.)
CAMİ HOCASIYLA
"Kızım nasıl anlatayım, o ayrı bir roman olur... Hoca bir köşede oturmuş, 8 senedir orada Kuran'ını okuyor... Hâlâ çok gülerim. Bir gün dedim ki, 'Hocam siz 8 yıldır bu köşede mi yaşıyorsunuz?' 'Evet ama,' dedi, 'vaktimi boş geçirmedim'. 'Ne yaptınız,' dedim, Kuran'ı azim-üşşan'da ne kadar elif, ne kadar be, ne kadar cim... varsa (gülüyor) onun dökümünü yapmış adam... Koğuşa karavana filan gelmez. Ticani tekkesinden devamlı siniyle yemek gelir kalaylı kaplarda. Hep beraber sofraya oturulur. Tahta kaşıklarla gireriz. Çorba, pilav, et gelir, öyle şeyler. Tabi yemekler aynı kaptan yeniyor. Tam üç lokma alırsın, hemen bırakırlar kaşıkları, Hoca elini açar, 'eüzibillahi....' diye... Hoca benden pek hoşnut ayrıldı. 'Ben aslında Marx'a karşı değilim,' dedi. Hoca hukuk mezunu bu arada. 'Ben Lenin'e karşıyım, Lenin din afyondur diyor,' dedi. Ben de, 'o söz Marx'ındır,' diye hiç bozmadım tabii."
PINAR SELEK
(1998'de Mısır Çarşısı eylemi nedeniyle cezaevine girdi, iki buçuk yıl yattı. Maskeler Süvariler Gacılar&Ülker Sokak: Bir Alt Kültürün Dışlanma Mekânı, Barışamadık, Su Damlası, Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitaplarını yazdı.)
ACIDAN ÖLMEK İSTEDİM
"Bana çok acı çektirdiler şubede, çok, ölmek isteyebileceğim kadar çok acı... Askıda çok kaldım, ters askı, bir yandan da dövüyorlardı... Ters askıda vücudunun alt üst olduğunu hissediyorsun. En çok acı vereni askıydı, askıda kolum çıktı, acayip bağırdım, sonra beni indirdiler, baktılar kolum çıkmış. Kolumu taktılar orada ama ters takmışlar. Çektiğim acıyı anlatamam, korkunçtu. Sonra ne oldu tam hatırlamıyorum, bayılmışım. Kolumu taksın diye bir doktor getirmişler, birlikte çalıştıkları bir doktor mu hiç bilmiyorum. Doktora da demişim ki, 'Bir daha yüzebilecek miyim?' O da 'Zor' demiş..."
MERT ÖZMEN
(1983'te yakalandı, iki buçuk yıl cezaevinde kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra Karşımda Buruk Acı, Sezen Aksu Şarkılarıyla Büyüyen Kız Çocuğu, Koruyucu Meleklerin Şarkısı, Bir Yazarın Romanı kitaplarını yazdı.)
VÜCUT DİRENİYOR
"
Selimiye'de yaklaşık bir ay kaldım... Ben orada karşılaştığım şiddetin onda biriyle sokakta karşılaşsam ölürüm yani. Herkes ölebilir, ama orada karşılaştığında, insanın biyolojik mekanizmasında, psikolojik kontrolü altında bir başka tür savunma mekanizması oluşuyor ve o şiddete karşı kendini bir biçimde koruyor. Şöyle bir şey hatırlıyorum, bütün gün tazyikli soğuk su yiyorsun kışın açık havada, normalde zatürreeden ölmen lazım, nezle dahi olmadım. Bu bana özgü bir durum değil, benim gibi binlerce insan aynı muameleyle karşılaşmıştır, birçoğuna da bir şey olmamıştır."
KEMAL BURKAY
1966'da bir yazısı nedeniyle tutuklandı, beş aylık tutukluluktan sonra beraat etti. 12 Mart döneminde de bir süre tutuklu kaldı. Yaşamanın Ötesinde, Prangalar, Dersim, Dehak'ın Sonu, Can Taşır Dicle'nin de aralarında olduğu birçok kitaba imza attı.)
MUSA ANTER'LE
"...Sansaryan Han'ın üst kattaki hücrelerinden birine konduk. Bu kısımdaki öteki hücreler boştu ve ilk ziyaretçiler bizdik. Oradaki hademe 'suçumuzu' sordu. 'Bir suçumuz yok,' dedik. 'Tabii tabii, camiden geldiniz!' diye alay etti. Sonradan anladık ki fuzuli sorgucumuz herkese aynı numarayı yapıyor. Az sonra yaşlıca bir adam getirdiler. Gözlerim bir yerden ısırıyordu ama çıkaramadım; bu kim diye düşünürken onun da gözü bize takıldı ve beni tanıdı ki, yavaş sesle 'Musa, Musa!..'dedi. O zaman anladım Musa Anter olduğunu. On yıl kadar önce İstanbul'da tanışmış, ama unutmuştum... Sorgucu Musa Abi'ye yaklaştı, beylik sözü tekrarladı: 'Neden geldin, suçun ne?' 'Kürtçülük...' diye cevap verdi Musa Abi. Adam bu cevabı beklemiyordu, şaşırdı ve şöyle dedi: 'Canım, Kürtçe diye bir şey yok ki!..' 'Nasıl yok?' dedi Musa abi, 'Ben onun sözlüğünü yazdım!' Sorgucu burada tıkandı, sus pus oldu..."
HALİM SPATAR
(1951 TKP Tevkifatı'nda ve 12 Eylül'de de tutuklandı. Beethoven ve Devrim Çağı, Sanat Tarihi ve Sınıf Mücadelesi, Sultan'ın Orgu, Mevsim Sonunun Sisi İçinde, Müzik Neyi Anlatır, Mozart'ın Yapıtlarındaki Masonik Örgü kitaplarını çevirdi.)
ERDAL'I GÖRDÜM
"Mamak'ta bunalıma girenler vardı, bazı solcular işkence, hapis, baskı vb. sonucu namaz kılmaya başlamıştı. Çoğu kendi içine gömüldü. Zaten aynı koğuşta kalsanız bile rahat konuşamıyorsunuz. Askerler konuşturmuyor. Mamak'a ilk geldiğimizde, yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren, yanı başımdaki hücrede kalıyordu. Özellikle geceleri neler yapıyorlardı çocuğa, gürültüler, böyle kapısına vurmalar, hücre içinde âlem ettirmeler. Bir gün ben koridordan geçerken askerler kapısını açtılar, gencecik, taptaze, gençliğinin baharında; gülümseyerek bakan, unutamadığım bir yüz gördüm. Hep gözümün önüne gelir."

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.