Pazar 11.10.2009
Son Güncelleme: Cumartesi 10.10.2009

Pamuk’tan müze açılımı

Siyasi açıklamaları hakkında açılan davayı konuşmaya devam ediyoruz ama Orhan Pamuk bugünlerde son romanının müzesiyle, Masumiyet Müzesi'yle meşgul. İşte Pamuk'un ağzından ilk defa Masumiyet Müzesi'nin ayrıntıları

İstanbul'un yazdan arta kalan günlerinde birinde Orhan Pamuk'un Cihangir'deki stüdyosundayız. Orhan Pamuk bir çocuk gibi heyecanlı. Maketi gösteriyor. O uzun "evet"lerinden birini çekiyor: "Eveeet, işte Masumiyet Müzesi!" diyor. Maketi Alman mimar Sunder Plassmann hazırlamış. Sadece maket değil, Masumiyet Müzesi kitabından fırlamış pek çok obje de orada. İşte Orhan Bey'in çalışma masasında Kemal Bey'in Sat Sat şirketinin logosunu taşıyan kül tablaları... Sanki roman kahramanı, sigarasını yeni söndürüp gitmiş. Kemal Bey'in arkadaşının ürettiği Meltem gazozunun şişeleri, sevgilisi Füsun'un filtresinde ruj izlerini taşıyan sigaraları... Müze hazırlığı, içerisine konulacak objelerin tasarımı, yaratımı hummalı bir şekilde devam ediyor. Orhan Pamuk, hemen söze giriyor. "Bu müzeyi bitirmek için tatil bile yapmadım, bir Yunan adasında topu topu 10 gün geçirdim. Sonra bütün yazı İstanbul'da yeni projeler ve Masumiyet Müzesi'nin yapımı için çalışarak geçirdim." Şu anda onu heyecanlandıran en güzel oyuncağı, yere yaslanmış duran Müze'nin maketi. Mülakatın sonunda gurur ve neşeyle Müze'nin minyatürü yanında poz vermeyi kabul ediyor. Daha gün batmadan Müze'yi de ziyaret edeceğiz. Bu nedenle Müze'nin maketi önünde söyleşimize başlıyoruz.
- Müze fikri ve Masumiyet Müzesi'ni yazma fikri aynı anda mı doğdu?
-
Önce bir fikir vardı: Bir roman yazayım. Gerçek bir evde, hayali bir hayatı anlatmaktı. Ama aynı zamanda bu evi muhafaza etmek, bir müzeye çevirmek istiyordum. Başlangıçta, Kemal'in evi, Manzoni ya da Churchill'in evi gibiydi. Sonra... 11 yıl önce güzel bir ev almıştım. Bazı hayali karakterler o evde yaşıyordu. Daha sonra bu evde yaşayabilecek karakterleri yarattım. Daha sonra fikir değiştirdim, bu evi döşemek yerine bir müzeye çevirmeyi düşündüm. Sembolik bir alan, evden çok müzeye benzeyen bir alan... Fikrim bu evde yaşayan insanlar üzerine bir müze yapmaktı. Sonra eşyaları toplamaya, biriktirmeye başladım. Önce bir Türk mimarla çalıştım. Ev bitti. Ancak müze ve koleksiyon hazır değildi. Evi Benim Adım Kırmızı bittiğinde aldım.
ÖNCE ESKİ EŞİME ANLATTIM
Çok iyi hatırlıyorum, bu konuyu bir akşam yemeğinde eski eşime açtım. Masumiyet Müzesi'nin yazımıyla ilgili olarak fikrini sordum, her iki projeyi de iyi tanıyordu, hem Kar'ı hem de Masumiyet Müzesi'ni. Eski eşim bana "Bu müze projesi daha karmaşık, sofistike, zaman alacak, zahmetli bir iş, çok zamana ihtiyacın var ve şimdi zamanın yok. Oysa Kar daha siyasi niteliklere sahip, kolaylıkla yazabilirsin. Bununla başla," dedi. Ben de öyle yaptım, önce Kar'ı yazmaya başladım, durdum, sonra İstanbul'u yazdım. Bu sonuncu kitapla 2006'da Nobel de kazandım!

- Kitabı yazmaya o günlerde mi başladınız?
-
Evet, bir yandan eşya koleksiyonu da yapıyordum. Siyasi olarak kötü bir zamandı. 2005 ile bir yıl öncesine kadar, bu dönemde müzeyi bir kenara bıraktım, kendimi rahat hissetmiyordum. Romanı yazmaya devam ettim, olabildiğince eşyaları almaya devam ediyordum.
- Eşyaların romana girişi nasıl oldu? Önce alıp sonra romana mı yerleştirdiniz, yoksa tasarladığınız eşyaları mı aradınız?
-
Pek çok kez, önce eşyaları buldum ve romana koydum. Öyle anlar oldu ki hikâye devam ediyordu, eşya yoktu, ama hikâyeye devam etmek gerekiyordu. O durum için uygun bir obje yaratmak gerekiyordu. Roman hazır olduğunda, eşyaları aramaya başladım. Örneğin Füsun'un elbiseleri hakkında hiç yazmadım, ta ki Füsun karakterine uygun, 80'li yıllara ait elbiseler bulana kadar. Romandaki eşyaları müzede sergilemek istediğim için hiçbir zaman önce sahte bir biçimde yazıp sonra aramayı düşünmedim. Dolayısıyla önce eşyaları görüyordum, sonra ilgili bölümü yazıyordum. Bir dönem, romanın yazımında hikâyesini yazan normal bir anlatıcı gibi davrandım. Sırf eşyaları düşündüğüm, kitaba ve müzeye koyacak şeyler aradığım dönemler de oldu. Kendimi mecbur kıldığım ikili bir hedefim oldu. Ama bunu yaptığım için şimdi çok mutluyum. Bu eşyaların kendileri yazarken bana limitler koydular: Önünde duran eşyanın tasvirini yapmakla sınırlısın... Bu da seni yaratıcı kılabilir. Öte yandan hikâyenin kendisi de senden objelerin mevcudiyetini talep ediyor. Bu şekilde hem romanın yazımı hem de müzenin projelendirilmesi beni romanda eşyaların tasvirini yaparken çok duyarlı olmaya mecbur etti. Tuhaf bir şey var: Böyle çok zaman, prestij ve para yatırıp, sonra da mimarlık okurken yaptığım gibi, "yeter artık hiçbir şey bilmek istemiyorum", "roman yazmak istiyorum" dediğim durumlar vardı. Ama birkaç gün sonra müzeye devam fikri ağır basıyordu. Böyle de yaptım. Müze mimari anlamda bitti. Müze yapımında uzmanlaşmış Alman mimar Sunder Plassmann ile çalışmış olmaktan son derece memnunum.
İSTANBUL'UN HAKLARINI SATTIM, MÜZEYİ YAPTIM
Bu klasik bir Çukurcuma, Galata binası. İstiklal Caddesi'nden inerken küçük bir yol. Küçük bir bina, İstanbul'daki 1897 depreminden iki yıl sonra inşa edilmiş. Tipik bir bina. Çukurcuma'daki müzeyi bir bankaya İstanbul kitabının haklarını satarak yaptım. Daha o zaman yazmam gereken bir kitaptı. Dışı olduğu gibi korundu. İçi tamamen baştan yapılıyor, henüz daha bir şey yok. Sadece işçilerin kurdukları iskeleler var. Bir kez romanı bitirdikten sonra müzenin projelendirilmesini düşündüm ve İstanbul'daki her iki evimde de (Cihangir ve Teşvikiye) ilgili eşyaları biriktirmeye başladım. Sonra müzeyi nasıl inşa edeceğimi düşünmeye başladım ve müzenin mantığının kitaptaki sırayı izlemesine karar verdim. Romandaki eşyaların sergilenmesi bölüm bölüm gerçekleşecek. Romanda 83 bölüm var, müzede de romanda yer alan eşyaların farklı biçimlerde sergilendiği 83 bölüm olacak; kutu, pencere ve nişlerden oluşacak. Bu bölümlerde gerçek ve hayal edilmiş objeler yer alacak. Her ünitenin boyutu ve müzedeki organizasyonu için geçtiğimiz Nisan ayında Alman mimarla 10 gün workshop yaptık İstanbul'da. Entelektüel anlamda çok keyifliydi. Her kutu kendi başına bir tablo gibi de olacak. Bunun üzerinde de çok çalışmak durumundayım, eşyaları en iyi şekilde sunmak basit bir iş değil. Bazen bu işe başladığıma pişman oluyorum ama bitirdiğimde muhtemelen pişman olmayacağım.
KİTAPTAKİ HAYALİ OBJELERİ ÜRETTİK
Kitaptaki hayali objeleri yapan sanatçılar var. Kitapta bahsedilen hayali gazete makalelerini de ürettik. Ya da Meltem, Sat-Sat gibi hayali markaların üretilmesi de. Hayali parfümleri de... Spleen gibi. Bütün bunlar hayali şeyler, normal bir okuyucu genelde bunun farkına varmaz ama müze açıldığında insanlar gelip, orada gerçekten görecekler, bu okuyucunun roman kahramanlarını kanlı canlı insanlar olarak düşünmesine benzer. Müzede yer alacak objelerin sayısı 700'den fazla olacak. Haritalar, posterler yer alacak. Bazı bölümlerin unutulmaz olması kaçınılmaz, mesela bir bölümün başlığı: "Aşk acısının anatomik dağılımı", bir tane anatomik poster de aşk acısının zavallı Kemal'in vücuduna nerden girdiği ve omuzlarında ve midesinde nasıl kronikleştiği tasvir ediliyor.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.