Son Güncelleme: Cumartesi 15.08.2015
'Güvenli bölge' ne kadar güvenilir?
Hava operasyonları sürerken Türkiye-Suriye sınırında 'güvenli bölge' oluşturulması da tartışılıyor. SABAH Perspektif yazarlarından 'güvenli bölge' konusunda aktörlerin nasıl hareket edeceğini analiz etmelerini istedik
Kemal İNAT / Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü
Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Ortadoğu bölgesinde "güvenli bölge" ve "uçuşa yasak bölge" uygulamalarına örnekler bulmak mümkün. Bunların en bilineni, 1991 Körfez Savaşı sonrasında Saddam Hüseyin yönetimine karşı çıkan isyanın bastırılmasının ardından Halepçe'de yaşanan katliama benzer bir soykırım yaşanmasından korkan Iraklı Kürt ve Şii Arapların Türkiye ve İran sınırına kaçması üzerine Kuzey Irak'ta oluşturulan "güvenli bölge"dir. Suriye'de çok daha büyük bir insani dram yaşanmasına rağmen bugüne kadar Suriye topraklarında "uçuşa yasak bölge" ya da "güvenli bölge" oluşturulması mümkün olmamıştır. Çünkü bu tür uygulamaların ardında çoğu zaman insani gerekçelerden çok siyasi çıkar hesapları yatmaktadır. 1991'de Irak'ta "güvenli bölge" uygulamasına öncülük eden ABD'nin asıl amacı, uzun vadeli hedefi olan Saddam Hüseyin'in devrilmesi sonrasında ona alternatif olacak ve kendisiyle işbirliği yapacak muhalefeti şekillendireceği bir kurtarılmış bölgenin oluşturulmasıydı. Suriye'de oluşturulması gündeme gelen "güvenli bölge"nin kontrolünün kimin elinde olacağı sorusu da bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Bu ülkeden gelen ve arkası bir türlü kesilmeyen mülteci akınını engellemek ve sınırındaki DAEŞ varlığını sonlandırmak isteyen Türkiye, bu amaçla oluşturulmasını istediği "güvenli bölge"nin kontrolünün kendisine yakın gördüğü Suriyeli muhaliflerin elinde olmasını arzu etmektedir. Bu şekilde Fırat'ın doğusundaki Cerablus'tan Azez'e kadar uzanan sınır bölgesinin de PYD'nin kontrolüne girmesi engellenmiş olacaktır. Ancak bu noktada Ankara ile Washington'un çıkarları çatışmaktadır. Türkiye meseleye hem mülteciler nedeniyle insani hem de DAEŞ ve PYD nedeniyle stratejik çıkarları açısından bakarken, ABD sadece çıkarları açısından bakmaktadır. Suriye politikasını neredeyse DAEŞ ve Nusra Cephesi ile mücadeleye indirgeyen Washington yönetimi ülkedeki insani trajedinin baş sorumlusu olan Esad yönetiminin devrilmesini artık kendi çıkarları açısından önemli görmemekte ve NATO müttefiki Türkiye'nin güvenliğine büyük tehdit oluşturan PKK/PYD ile mücadele konusunda ise Ankara ile dayanışma içerisinde olmaya istekli görünmemektedir. Bu tablo, ABD ile ancak çıkarların uyuştuğu durumlarda işbirliği yapılabileceğini bir defa daha gösterirken, "güvenli bölge" uygulamasının da Ankara ile Washington arasındaki pazarlıklarda bir çıkar uzlaşısının sağlanması durumunda mümkün olabileceğini ortaya koymaktadır. Türkiye'nin burada dikkat etmesi gereken nokta, hem insani hem de stratejik açıdan ihtiyaç duyduğu "güvenli bölge"nin oluşturulması ve korunmasında ABD'ye ne kadar güvenebileceğinin hesabını iyi yapmasıdır.
EN SON HABERLER
- 1 Ermeni tasarısı ve Senatonun Türkiye politikasına yaklaşımı
- 2 Muhabbetin tatlısı ikramın sağlıklısı!
- 3 Neden Erdoğan? Neden AK Parti?
- 4 Cumhurbaşkanı adaylarının siyasal iletişim stratejileri
- 5 İpek Coşkun: Türkiye Suriyelilerin vatandaşlığına hazır mı?
- 6 Tek başına iktidar mı koalisyon mu?
- 7 Rusya'nın Suriye hamlesinin anlamı
- 8 Seçim ne kadar güvenli?
- 9 Erdoğan'ın Rusya Ziyareti ve Türkiye-Rusya İlişkileri
- 10 Avrupa'nın ve Körfez ülkelerinin mülteci politikası nasıl şekilleniyor?