Perşembe 17.12.2009 00:00
Son Güncelleme: Perşembe 17.12.2009 12:40

"Açılımın kesintiye uğraması sözkonusu değil"

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Açılımı öncesinde de şu anda da bundan sonra da demokrasi standardımızın yükseltilmesi, özgürlüklerin biraz daha genişlemesi, güçlendirilmesi konusunda hem geçmişte yaptık, hem bugün devam ediyoruz, bundan sonra da devam edeceğiz. dolayısıyla süreç, hiçbir zaman kesintiye uğramadı. Kesintiye uğraması da söz konusu değil'' dedi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, STV'de katıldığı ''Günlük'' programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Program sunucusunun, bugün gerçekleştirilen milli birlik ve demokratik açılım toplantısında alınan kararların neler olduğunu sorması üzerine Arınç, bu toplantıya demokratik açılım zirvesi isminin konmaması gerektiğini, benzer toplantıları zaman zaman yaptıklarını söyledi. MGK üyesi Bakanlarla zaman zaman bir araya gelerek gelişmeleri değerlendirdiklerini, sürecin nasıl devam ettiğini görmek istediklerini, yeni bilgileri beraber değerlendirmek istediklerini anlattı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Bakanların geçen hafta yurt dışı ziyaretleri nedeniyle konuları değerlendirme imkanı bulamadıklarını belirten Arınç, bugünkü toplantıda gelişmeleri değerlendirdiklerini ifade etti.
Toplantının içeriği hakkında bilgi veremeyeceğini söyleyen Arınç, son gösteriler, toplumsal olaylar, gerginliğin biraz daha artırılabilmesi için gayret sarf edilen bir ortamda İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın açıklama yapmasının uygun görüldüğünü belirtti.
''DTP'nin kapatılması sonrasında yaşanan olayların açılımı bitirdiği, açılımın sekteye uğrayacağı şeklinde kamuoyunda algılamalar olduğunun'' ifade edilmesi üzerine Arınç, Başbakan Erdogan'ın bütçe görüşmelerinde hükümet adına konuştuğunu hatırlatarak, ''İnadına açılım'' demediğini belirtti. Bülent Arınç, Başbakan Erdoğan'ın konuşmasında ''İnadına kardeşlik, inadına demokrasi'' dediğini hatırlatarak, Türkiye'nin demokratik açılım konusunu 4-5 aydır takip ettiğini ve bu konuda yapılacakların konuşulduğunu kaydetti.
Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Biz, bu açılımı öncesinde de şu anda da bundan sonra da demokrasi standardımızın yükseltilmesi, özgürlüklerin biraz daha genişlemesi, güçlendirilmesi konusunda hem geçmişte yaptık, hem bugün devam ediyoruz, bundan sonra da devam edeceğiz. Dolayısıyla süreç hiçbir zaman kesintiye uğramadı. Kesintiye uğraması da söz konusu değil.
Demokratik açılımın bir önemli ayağı da terörün minimize edilmesidir. Eylem yapamaz hale gelmesidir. Bu konuda da attığımız adımlar var. Bununla ilgili olarak güvenlik açısından bir defa terörle mücadeleyi hiç aksatmadan aynı zamanda terörü besleyen sebepler üzerinde de yoğunlaşan bir programımız var. Biz, bunun ülke bütünlüğü açısından, birlik beraberliğimiz ve kardeşliğimiz açısından önemli bir süreç olduğuna inanıyoruz.
Farklı eleştirileri her zaman karşılamaya hazırız. Yeni öneriler olacaksa bunları da değerlendirmeye hazırız. Ama tam karşıdan 'Söyletmem vurun' mantığıyla bunu yok etmek isteyen, bunu ihanetle suçlayan daha içinde ne var bakmadan... Hatta bu konuda geçmişte kendileri hangi program ve projeleri gündeme getirmişler de bunlarla bile ilgilenmeden 'Madem AK Parti böyle birşey yapmak istiyor, biz de ona karşı çıkalım' mantığıyla bir muhalefet sürdürüyorlar. Ben, bunun uzun süre devam etmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü, demokratikleşme konusunda hiçbir muhalefet partisinin karşı çıkma gibi bir kolaylığı ve lüksü olamaz. Bu halkımızın istediğidir. Biz bunu dışardan şu veya bu istiyor diye yapmıyoruz. Halkımız daha huzurlu ve mutlu yaşasın diye yapıyoruz.''
Geçmişte hükümet olan bütün partilerin AB sürecinde hem anayasa değişikliklerine, hem yasa değişikliklerine destek verdiğini belirten Arınç, 1999-2000 yılları arasında DSP, MHP ve Anavatan hükümetlerinin olduğunu hatırlatarak, o tarihlerde anayasanın 31-32 maddesinin değiştiğini ifade etti. Bunların köklü değişiklikler olduğunu belirten Arınç, söz konusu partilerin AB ilerleme raporunun gereğini yaptığını kaydetti.
Kendilerinin bu değişikliklere muhalefette olmalarına rağmen destek verdiklerini hatırlatan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, ancak kendilerinin anayasa değişikliği yapmak istediklerinde 3-4 sene önce muhalefet partilerinin de destek verdiğini, 400'e 500'e varan oylarla anayasa değişikliği yaptıklarını söyledi.
Ancak, 2 yıldan bu yana özellikle demokratik açılım süreci başladıktan sonra kanun değişikliğine bile muhalefetin mecliste kolay kolay izin vermediğini ifade eden Arınç, çok sayıda insanı ilgilendiren Çek Yasası'nda bile muhalefetin neredeyse 15 gün Meclisi kilitlediğini savundu. Bülent Arınç, muhalefetin o süreçte 'Biz de bunun çıkmasını istiyoruz' dediğini ama ellerinden gelen uzatmayı ve engelleme hakkını kullandığını belirtti.
Arınç, ''Doğrudan karşı çıkmak doğru yanlış farketmeden ben bunu engelleyeceğim mantığıyla meclisi kilitlemeye çalışmak doğrusu hoş birşey değil. Açılımın bir süreç olduğunu ifade etmiştik. Bu süreç bugünde yarın da devam edecek. Çünkü, biz bunda ülkenin mutluluğunu ve huzurunu görüyoruz'' diye konuştu.
DTP'NİN KAPATILMASI
''Demokratik açılımın DTP'nin kapatılmasından sonra siyasi yöne kaydığı yönünde eleştiriler var. Kontrolsüz bir şekilde mi bu yöne kaymaya başladı? Bunu asıl mecrasına oturtmak için ne yapacaksınız?'' şeklindeki soruya Arınç, kendilerinin siyasetçi olduğu, hükümetin de muhalefetin de siyasetle iç içe olduğunu belirterek şu yanıtı verdi:
''Parlamentodan bir kanun çıkarmak istesek o da siyasi bir eylem. Yani işin büyük boyutu siyasidir. Bunun içerisinde toplumsal, ekonomik diğer tedbirler de mutlaka vardır. Ama biz sonuç olarak siyasi kararlar almak suretiyle toplumdaki bütünlüğü sağlamaya çalışıyoruz. Bu bir taraftan insanların kendisini çok kolaylıkla ve rahatlıkla ifade edebilmesi, eğer kimliğini rahatlıkla ifade ederken bununla ilgili kültürel hakları bireysel ve toplumsal olarak yaşayabilmesi ve bugüne kadar sağlanan temel hakların yeni, güzel, olgunlaşmış haklarla, karşılığında şüphesiz ödevlerle... Çünkü, Anayasa'nın temel konusu, temel haklar ve ödevler konusudur. Her karşılığın mutlaka bir yaptırımı ve müeyyidesi, bir mükellefiyeti de bulunacaktır. Bunları biz toplumun talepleri olarak dikkate alıyoruz. Şüphesiz için içerisinde siyaset var. Ekonomik boyutu var, bölgeyi kalkındırmak istiyoruz. Bölgeler arasındaki dengesizliği kaldırmak istiyoruz. 30 senedir bitirilemeyen GAP'ı süratle bitirip bölge halkının refah düzeyini artırmak istiyoruz. Terörden bir türlü yatırım fırsatı bulamayan bölgede, terör, korku, endişeyi kaldırarak, hem iç hem dış yatırımları o bölgeye daha çok kazındırmak istiyoruz. İşkur vasıtasıyla yeni iş alanları meydana getirmek istiyoruz. Meslek edindirme, kadınlara, çocuklara yönelik yeni sosyal riski azaltma projeleri uygulamak istiyoruz. Uyguladıklarımız var, daha da uygulayacaklarımız var.''
DTP'nin kapatılmasının bu süreçte farklı mecralarda yeni gelişmeler meydana getirdiğini söyleyen Arınç, ''Demokratik Toplum Partisi hakkında açılan dava 2 yıldan beri devam ediyor. Ve bitecekti, nihayette bitti. Ve oy birliğiyle verilen bir kapatma kararı var'' diye konuştu.
Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Şimdi ben kendi açımdan baktığımda hiç değişmeyen bir prensibimi her vesileyle ifade ettim. Siyasi partilerin kapatılmasını artık istemiyoruz. Bunu doğrusu çağ dışı buluyorum. Çünkü Anayasamızın kendi ifadesiyle 'Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları siyasi partiler' diyor. Demek ki demokratik hayat ancak siyasi partilerle kaimdir. Siyasi partiler olmayan bir toplumda biz demokrasiden bahsedemeyiz. Bunlardan bir kısmı iktidar olacaktır, bir kısmı muhalefet olacaktır. Herkes eleştirilerini yapacaktır. Meclis açık olacaktır. Denetim görevi yerine getirilecektir.
Şimdi siyasi partileri kolaylıkla kapatırsanız, demokratik hayatı kesintiye uğratırsınız. Bu açıdan benim şahsi fikrim eğer anayasalarda, eğer siyasi partiler kanununda her şeye rağmen bir düşünce olarak siyasi partilerin bir noktada kapatılabileceği konusu kabul edilmişse bunun çok istisnai olması lazım. Şartların çok ağırlaştırılmış olması lazım. Bu konuda temel ölçüt eğer Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ise ve ona dayalı olarak Venedik Kriterleri olacaksa; Bir bu ölçütün Türkiye'ye getirilmesi lazım, ikincisi biz bunun daha ilerisinde, daha güzelini eğer arzu ediyorsak bundan daha ileride bir demokrasinin korunması konusunu gündeme getirmemiz lazım.
Bireysel olarak ben hiçbir zaman parti kapatmayı uygun görmem. Çünkü bunun mağduruyum. Benim içinde bulunduğum 3 parti kapatıldı. Ve siyasi yasak istenenlerden birisiydim ben, her 3 davada da partim kapatıldı bana siyasi yasak getirilmedi. Ama çok değerli arkadaşlarıma siyasi yasak getirildi. Şimdi bunları gören ve bunların haksız olduğuna inanan bir insan olarak ben, Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılmamasını gönlünden geçiren bunu da her zaman ifade eden insandım. Ama kapatıldı. Hem de oy birliğiyle kapatıldı. Hatta işin aslına bakarsanız Türkiye'de sokaktaki vatandaştan herkes isterseniz Ankara'daki en yüksek bürokrata kadar 'Kardeşim kapatılır tabi, şu yaptıklarına bak' deme noktasına geldi. İşin daha kötüsü sokaktaki insanın bunu söylemesi bir tarafa maalesef partiye hayat veren milletvekillerinin pek çoğu, o partinin sorumlu insanları bile neredeyse 'Bizi kapatın' diye yüksek sesle bağıracak hale geldiler. Öylesine eylemler, öylesine bilinçsiz davranışlar belki de bilinçli davranışlar 'Yani, gelin bizi halledin' noktasındaydı. Açıkça söylememiz lazım o arkadaşlara. Her vesileyle ifade ettik yani sizin demokratik temsil olarak mecliste bulunmanız çok önemli, partinizin ayakta kalması çok önemli, ama bunun için sizin de itina göstermeniz lazım. Sizinde dikkat etmeniz lazım. Şu eylemlerinize, şu sözlerinize, davranışlarınıza bakın. Dünyanın hiçbir yerinde bir terör örgütüyle dolaylı veya organik bağ kurulmasını hiçbir demokratik ölçüt kabul edemez. Venedik Kriterleri bile şöyle şöyle demiştir diye eleştirilerimizi yapmıştık. Buna rağmen keşke kapatılmasaydı. Ama bir karar var ortada. Sevseniz de beğenmeseniz de buna riayet etmek zorundasınız. Ben bunun arkasından 'Öldük, bittik, mahvolduk, biz artık parlamento dışındayız, siyaseti başka türlü yapacağız, bize bunu yapanlardan hesap soracağız' gibi bir davranışın çok yanlış olduğunu söylüyorum. Ve tutarsız olduğunu söylüyorum.
Eğer 2 seneden beri yedekte beklettikleri partiyle siyasi hayatlarına devam ederlerse siyasi temsil noktasında da özellikle parlamento içinde bulunurlarsa bu Türkiye'de çok daha olumlu bir hareket olur. Çünkü, kimliğe dayalı siyaset yapıyorlar. Bu yanlıştır. Ama kimliğe dayalı siyasette bile bir partinin parlamento içerisinde temsil noktasında bulunmasının faydası olabilir.''
''İSTİFAYI VEYA ÜYELİKTEN DÜŞÜRÜLMEYİ KABUL ETMEDİĞİ SÜRECE MİLLETVEKİLLİĞİ SIFATLARI DEVAM EDECEK''
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, kapatılan DTP'nin milletvekillerini makul bir siyaset noktasında tekrar görmek istediklerini belirterek, ''Partinin ismi ne olursa olsun. 20 kişi ile yeniden bir grup kuracaksınız. Sadece bir milletvekili kaybınız olacak'' dedi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç STV'de katıldığı ''Günlük'' isimli programda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Arınç, program sunucusu Abdullah Abdülkadiroğlu'nun ''Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi kapatırken 19 milletvekilinin de siyaset yapabilmesi imkanını ortaya koydu. Bir kişiyi daha bulup yeniden siyasete devam edebilme şansı vermiş oldu. Toplu halde istifa kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Böyle bir karar karşısında AK Parti'nin duruşu nasıl olacak?'' sorusu üzerine şunları söyledi:
''Bu arkadaşlarımız şimdi bu kararı eleştirdiler, bunun haksızlık olduğunu söylediler ve 'Bizi parlamento dışına ittiler, bize haksızlık yaptılar, bize tahammül bile edemediler' diye konuştular. Bütün konuşmaları basın tarafından tespit edildi. Bu işin duygusal tarafı olabilir. ama siyasetçiler reel politika yapmalıdır. Yani ayağını sağlam yere basmalıdır. Siz parlamento içerisinde siyaset yapmayı faydalı görüyor musunuz? Zaten bunun için parti olmuştunuz. Siz bağımsız gelmiştiniz. Bir parti çatısı altında buluştunuz ve bir grup kurdunuz. O zaman iyiydi durum. O zaman konuşuyordunuz, görüşüyordunuz, düşüncelerinizi ifade ediyordunuz. Her hafta parlamentoda grup toplantısı yapıyordunuz. Komisyonlarda temsil imkanınız vardı. Kürsü size açıktı. Oradan biz beğenelim beğenmeyelim yaptığınız konuşmalara da saygı duyuyorduk. Hatta bazılarından da istifade etmek istiyorduk. Mesela o arkadaşlarımıza karşı çok yakışıksız ters davrananlar da oldu. Ben şahsen ona karşı çıktım. Parlamentoda temsil edilen bir siyasi partiye hepimizin de saygı göstermesi gerekir de dedim.
Şimdi sizi makul bir siyaset noktasında tekrar görmek istiyoruz. Partinin ismi ne olursa olsun. 20 kişi ile yeniden bir grup kuracaksınız. Sadece bir milletvekili kaybınız olacak. Ben iki tane yasaklı arkadaşımız için üzülüyorum. Ama bir gerçektir ki onlar 5 yıl boyunca siyaset yapamayacaklar. Bir ara seçim olsa veya bir başka türlü seçime gidilse bağımsız olarak adaylığını koymalarına hiç bir engel yok. Geçmişte bunun örnekleri görüldü. Yol göstermiyorum, hukuki imkanları söylemek için bunu konuşuyorum. Ama siz şimdi duygusallığı aşamıyorsunuz. 'Biz sine-i millete döneceğiz, toptan istifa edeceğiz.' Bu konuda bana kalırsa kesinleşmiş bir kararları yok. Ama kendilerine bağlı kitleyi belli bir yöne sevk etmek istiyorlar. Belki de bunu bir güç gösterisi haline getirmek istiyorlar. Çünkü anayasada istifanın karşısında ne olacağı çok açık olarak yazılı. Meclise giren bir insan 'Ben istifa ettim' demekle istifa edemeyeceğini çok iyi bilmesi gerekir. Bir memur için böyle bir şey yoktur. 'Ben istifa ettim' dersiniz Tek taraflı bir irade beyanıdır, bu hukuki bir sonuç ifade eder.
Şimdi meseleye iki açıdan bakalım. Bir, istifa ettik. anayasanın hükmü var. istifa edenin dilekçesinin altındaki imzanın kendisine ait olduğu tespit edilecek sonra başkanlık divanı bunu meclis genel kurulunda okuyacak, oylanacak, eğer oylama sonucunda istifa kabul edilirse istifa etmiş olacak.''
KAPATILAN DTP MİLLETVEKİLLERİNİN DURUMU
22. Dönemde AK Parti Ağrı milletvekili Cemal Kaya'nın istifasının kabul edilmesini örnek olarak veren Arınç, Kaya'nın, hakkında ortaya atılan iddialar sonrasında istifasını verdiğini ve kabul edildikten sonra gidip yargılandığını hatırlattı.
Kapatılan DTP'nin milletvekillerinin toplu istifa vermesi durumunda Meclis Genel Kurulu'nun hangi yönde karar vereceğini bilmesinin mümkün olamayacağını ifade eden Arınç sözlerini şöyle sürdürdü:
''Diyelim ki, el kaldırdılar ve istifayı kabul ettiler. Olabilir. Ama oy vermediler istifa kabul edilmedi. O, hukuken milletvekilliğine devam ediyor olacak. Bu takdirde şunu tekrar söyleyebilirler. Biz fiilen meclisin çalışmalarına katılmayacağız bundan sonra. Bu devamsızlığı getirir. Bir ay içerisinde sanırım 5 birleşime katılmayan tespit edilirse, bu da divan tarafından değerlendirilecek, Meclis Genel Kurulu'na sunulacak. Bu şekilde de üyeliğin düşürülmesi imkanı var. Orada da salt çoğunluk gerekir. Yani şu bir gerçektir ki her iki halde de bu istifayı veya üyelikten düşürülmeyi kabul etmediği sürece milletvekilliği sıfatları devam edecek... O gün mecliste çok farklı şeyler çıkabilir. Sadece tespit olarak söylüyorum. Bunu düşünmüş bu şekilde karar vermiş bir insan olarak söylemiyorum. Zaten bu konuda gruplarda bir konuşma yapılıp parti kararı almak mümkün değil. Ama 20 kişinin tek tek üyelikleri oylanacak. Milletvekillerimiz, olabilir birine el kaldırırlar, milletvekilliği düşsün derler, diğerine el kaldırmazlar bu kalsın diyebilirler. Yani evdeki hesap çarşıya uymayabilir.''
''NE ZAMAN Kİ MALA VE CANA ZARAR VERİR HALE GELDİLER NE ZAMAN KAMU OTORİTESİNİ ZEDELEDİLER"
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''Ne zaman ki mala ve cana zarar verir hale geldiler, ne zaman kamu otoritesini zedelediler, kamu düzenini bozacak hale gelecekler, o zaman Hükümetimiz, güvenlik güçlerimiz en büyük gücüyle bunları bastıracak ve bunları önleyecek'' dedi.
Başbakan Yardımcısı Arınç, STV'de katıldığı ''Günlük'' programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Program sunucusu Abdullah Abdülkadiroğlu'nun ''istifaya giden istekler sokakların tansiyonunu artırdı ve Türkiye şu anda eylem hali içerisine sokulmaya çalışıldı... Bu nasıl bir tabloyu önümüze koyuyor. Gidişatı nasıl görüyorsunuz. Bunun durdurulması için kimin devreye girmesi gerekiyor'' şeklindeki sorusu üzerine Arınç, bu tür görüntülerin Türkiye'de ilk defa olmadığını belirterek şunları kaydetti:
''Buna alıştık anlamında söylemiyorum, ama gazeteleri karıştırın ekranlardaki görüntülere bakın zaman zaman İstanbul'da Gazi Mahallesi'nde, zaman zaman Diyarbakır'ın varoşlarında veya şehir merkezinde esnafın bulunduğu yerde, zaman zaman başka bir ilimizde buna benzer gösteriler, buna benzer taş atmalar, buna benzer polis panzerlerinin su sıkması görüldü. Dükkanlar yağmalanmak istendi. Camlar kırıldı, insanların araçlarına zarar verildi. Ama belli bir süredir bu tür eylemleri artık neredeyse unutacak hale gelmiştik. Geçmişte oldu bunlar bugün de olabiliyor. Belki yarın da olabilecek. Ama bize düşen görev bu tür gösterilere demokratik gösteri olduğu sürece sonuna kadar sahip çıkmak. Yani düşüncelerini ifade edebilirler, kimseye zarar vermeden yürüyüş yapabilirler, açıklama yapabilirler. Ama ne zaman ki mala ve cana zarar verir hale geldiler, ne zaman kamu otoritesini zedelediler, kamu düzenini bozacak hale gelecekler, o zaman Hükümetimiz, güvenlik güçlerimiz en büyük gücüyle bunları bastıracak ve bunları önleyecek.''
İlk olayların İmralı endeksli olduğunu belirten Arınç, terör örgütü PKK'nın elebaşısı Abdullah Öcalan'ın kaldığı İmralı cezaevindeki şartların iyileştirildiğini söyledi.
Terörist başı Öcalan'ın 'boğuluyorum havasız kalıyorum, beni buraya hapsettiler dediğini' belirten Arınç, cezaevinden fotoğrafların yayınlandığını hatırlattı. Arınç şunları kaydetti:
''Avrupa'nın bu durumu takip eden kurullarının, biz de de F tipi cezaevi koşullarının geçerli olmasını istendiği için, aslında şartlarında da biraz iyileştirme var. Yani küçük de olsa bir yerde günde bir iki defa havalandırmaya çıkabilecek, yanına gelen hükümlülerle belli süreler içerisinde görüşebilecek. Odasında da düzenlemeler yapılmış. Oradan gelen talimat ne şekilde geliyor ve eylemler başlıyorsa, oradaki koşulları sanki çok kötüleşmiş gibi buna dayalı eylemler...
İçişleri Bakanlığımızın vatandaşa zarar vermemek açısından bu tür olaylarda polisimize bir talimatı var. Kesinlikle silah kullanmayacaksınız. Yapacağınız şey en fazla su sıkmaktır. İkincisi de belli gazların kullanılmasıdır. Yani göstericileri etkisiz hale getireceksiniz. Ne zaman silah kullanılabilecek; cana kast edildiği zaman veya başka bir çare kalmadığı zaman. Dolayısıyla ilk gösterilerde polisin su ve gaz sıkmanın dışında bir eylemde bulunmadığını biliyoruz. Ama şartlar öyle gerektirebilir ki, nitekim Hakkari'de sivil kıyafetli bir polis linç edilmek üzereyken yine DTP'liler tarafından kurtarıldı diye resimleri çıktı gazetelerde. Şimdi artık görüldü ki bunlar kötü niyetlidir, maksatlıdır. İşin bir başka boyutu da ön plana çocukların konulmasıdır. Bu çocuklar maalesef örgüt tarafından yönlendiriliyorlar. Şu veya bu şekilde tehdit veya baskı altında da tutularak... Hepsinin gönüllü olarak bu işe katılmadığını da çok iyi biliyoruz. Ve o kadar çocukturlardır ki, polis tarafından yakalandıklarında pek çoğu 'polis amca ne olur evime haber verme annem babam bana kızar' sözünü söylüyor. Bu bir örgüt üyesi olarak hareket etmenin ötesinde eline tutuşturulan taşın veya başka bir şeyin birileri tarafından attırıldığını gösteriyor. Biz çocuklarımızın da zarar görmesini doğrusu istemiyoruz. Bu sebeple biliyorsunuz çocuklarla ilgili kanun değişikliğini de meclise gönderdik. Ancak bütün bu olaylar sokağa hakim olduklarını gösterme noktasına getiriyorsa veya Hükümetin bu konuda bir güvenlik zafeyiti var diye bir düşünceye yol açacak bir görüntü veriyorsa biz buna müsade etmeyiz.''
Abdülkadiroğlu'nun ''Sokak kendi hesabını kendi görüyormuş gibi bir izlenim ortaya çıkarılmaya çalışılıyor'' demesi üzerine Arınç, şunları kaydetti:
''Bu işin ikinci boyutu. Bu çok önemli. Bu eylemleri yapanlar bir meydan okuma içinde hem örgütün hem de İmralı'nın propagandasını yapıyorlar. Biz varız, biz istediğimiz zaman sokağa hakim oluruz diyorlar. Buna bugüne kadar müsaade etmedik, bundan sonra da müsaade edecek değiliz. Biz her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşüne kanuni imkanlar içerisinde azami imkan veriyoruz. Ama sokakları bir kan gölüne çevirmek, masum insanların ekmek teknelerine zarar vermek o insanları huzursuz kılmak bunlar kanunsuzdur. Bu demokratik bir hak değildir. Bu en ağır şekilde mukabele edilecektir. Buna hiçbir zaman tereddütümüz ve endişemiz yok. Polisimiz bu konuda deneyimlidir. Bütün güvenlik güçlerimizi kast ediyorum. Yeri geldiğinde jandarmada, valilerin talepleri olması durumunda askerde bu güvenlik konusu içerisinde sayılabilir. Bu göstericiler zaman zaman halkımızla veya bulundukları yerde bunlara karşı çıkan gruplarca da bir çatışma içerisine girebilmektedir. Bunda iki şeyi dikkate almamız lazım. Bir masum insanların kendilerini tutamayarak ölçüsüz bir şekilde cevap vermeleri, güvenlik güçlerine işi bırakmak yerine kendilerinin buna karşı çıkmak arsuzu... Bu insani bir davranış olabilir. 'Bu kadarda olmaz artık, benim dükkanımı kırdın, benim arabamı parçaladın, benim ne kabahatim var, ne istiyorsun benden' deyip bir insan eline birşey geçirirse buna mukabele edebilir. Bunu bu noktaya geçirmememiz lazım. Güvenlik güçleri her yerde ağırlığını hissettirmeli vatandaş arkasında devletin şevkatli elini görmeli. Ancak ikinci bir boyutu var ki bu hadiseleri tırmandırmak için ve artık bir iç çatışma haline olayların geldiğini göstermek için ellerine silah tutuşturulan psikopat kıyafetli veya düşünceli... Bitanesi geçen söyledi '500 lira verdiler, sende versen yaparım' diyor. Haline bakıyorsunuz herşeyini kaybetmiş bir zavallı. Bu tür insanlar da toplumda var maalesef.
Bu tür insanları kullanmak suretiyle birisinin ölmesi daha çok bir iç çatışmanın fitilinin ateşlenmesi Türkiye'de bir zaafiyet olarak gösterilebilir. Buna da izin vermeyeceğiz. Hem İstanbul'da Dolapdere'de hem Diyarbakır'da bir üniversite öğrencisi vefat etti. Ben şahsen çok üzülüyorum, Hükümetimiz de çok üzülüyor. Bunu kendi aramızda da konuşuyuoruz. Çünkü silah kullanmak orada sadece bir işgal sırasında, taş atılma sırasında havaya ateş edilmek suretiyle bir kaç el ateş edildiğini tespit ettik. Ama böyle bir toplumsal olayda kimin ateş ettiği, arkadan kimin vurduğu çok ciddi bir araştırmayla ortaya çıkacak. Olaki kendi içlerinde bir çatışma da olabilir, olaki birisi bu genç çocuğumuzu hedefine koymuş olabilir, olabilir ki güvenlik güçleri tarafından da böylesine hedef gözetmeksizin ateş edilirken bir şekilde seken kurşun olmuş olabilir. Farklı şeyler de olabilir. Biz bütün ihtimalleri konuştuğumuz zaman muhalefet bizi eleştiriyor. Oysa tecrübeler bize gösetrdi ki toplumsal olaylar içinde sadece birtek sebep yoktur. Kimin daha çok işine yarayacaksa bu kargaşa ve karşama ona göre planlanmış bir senaryo uyğulanabilir, ama Hükümete düşen görev bunları bütün boyutlarıyla ortaya çıkarmak ve bunun sonucunu yapan kişiden sormaktır. Ben o gencimizin ölümüne yol açan eylemin de kim tarafından ve ne şekilde yapıldığının çok kısa zamanda ortaya çıkarılacağını söylemek istiyorum.''

''EYLEMİ YAPANLAR ORTADA KALMALI''

Abdülkadiroğlu'nun ''İnsanlar belki vatanseverlik duygularıyla bu hareketleri yapıyorlar. Türkiye'yi de karıştırabilecek bir hareket yaptıklarının belkide çok farkında olmuyorlar. Gerçek vatanseverler nasıl hareket etmelidir? sorusuna Arınç, şu yanıtı verdi:
''Gerçek vatanseverlik... burada bu olayların Türkiye'nin hayrına olmadığını bir defa bileceğiz. İkincisi bu tür olayları Türkiye'de küçük bir azınlığın meydana getirmek istediğini düşüneceğiz. Üçüncüsü ve her şeyden önemlisi Türkiye'de güçlü bir Hükümet var, Hükümet bunlara müsada etmez bunların hesabını sorar. Bu tür eylemcileri yakalar. O zaman meseleyi biz devletin güvenlik güçlerine havale ediyoruz onlar bunları önleyecektir diye düşünmek lazım. Bizzat, ihkak-ı hak, hukukta da çok kabul edilen birşey değildir.
Bunun cevabını, cezasını ben veriyim şeklindeki düşünce çok hukuki bir düşünce olamaz. İnsanlar ancak nefsi müdafa halinde kaldıkları zaman yani kendisi için hayati tehlike olupta buna mukabele etmek ihtiyacı duydukları zaman hukuk onun karşılığını getiriyor. Yoksa birisi hoşa gitmeyen bir şey yaptı ben elime sopa alıyım da şunun hesabını görüyüm böyle birşeyi kimse düşünmemeli. Milliyetçi olalım, hep beraber milliyetçilikten vazgeçmeyelim, vatansever olalım, hiçbirimiz vazgeçmeyelim, ülkenin birliği, bütünlüğü konusunda hiçbirimizin farklı bir düşüncesi olmasın. Ama şunu hep düşünelim ki bu tür olaylar Türkiye'nin hayrına değildir. Bunlar maşa olarak birilerinin kullandığı insanlardır, Türkiye'nin huzuruna, itibarına, gücünü kast eden bu tür hareketlerde onları tamamen izole etmek mecburiyetindeyiz, yani eylemi yapanlar cascavlak ortada kalmalı. Ve onlar güvenlik güçleri tarafından yakalanıp yargının önüne çıkarılmalı. Bu konuda kendimiz zarar bile görsek bunun aksini yapmamalıyız. Yani arabamız şöyle oldu, bunun karşılığı şikayetçi olmaktır. Bunun karşılığı tespit edebiliyorsanız onu şikayet etmektir. Ama hiçbirinin eline silahı alıpta arabamı bu hale getiren adam şudur, diyerek gidip ondan bunun hesabını sorması doğru olmaz. Ben halkımızın bu konularda duyarlı olduğuna da inanıyorum. Türkiye bu olayları ilk defa yaşamıyor 60'tan 70'e kadar 70'ten 80'e kadar yaşadık. O zaman siyasal içerikli kavgalar ve bölünmeler vardı. Şimdi de bundan mahiyet bakımından farklı da olsa karşı karşıya gelmiş gruplar olabilir. Ama gittikçe küçüldü, izole oldu ve maksatları iyice ortaya çıktı. Biz bunlarla başa çıkarız Hükümetimiz, devletimiz güçlü. O yüzden kimsenin sopaya silaha sarılmasına gerek yok. Bunlar yanan ateşi daha da büyütecek ve maalesef pek çok insanın da hiç gerekmediği halde olayların ortasında kendisini bulmasına yol açacak.''
''ŞU ANDA İŞLEYEN SİSTEM, YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI NE ZAMAN İSTERSE,
HER PARTİ HAKKINDA, AKŞAM YATAR SABAH KALKAR KAPATMA DAVASI AÇABİLİR''

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, parti kapatılmasının zorlaştırılması gerektiğini belirterek, ''Şu anda işleyen sistem, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ne zaman isterse, her parti hakkında, akşam yatar sabah kalkar kapatma davası açabilir'' dedi.
STV'de katıldığı ''Günlük'' isimli programda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç program sunucusu Abdullah Abdülkadiroğlu'nun sorularını yanıtladı.
Arınç, Abdülkadiroğlu'nun ''Anayasa Mahkemesi Başkanı, 'AK Partiyi kapatma davası DTP'yi kapatma davası sırasında da bu konuyu bize getirmeyin, bu konu parlamento, siyaset içinde çözülsün' diyordu. Sayın Başbakanın da bir konsensüs olması gerektiği, ama şu anki tablonun konsensüs olmaktan uzak olduğu şeklinde ifadesi vardı, nasıl olacak bu iş? Parlamento bu kararı nasıl verecek?'' şeklindeki sorusuna, Arınç, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın yaptığı açıklamayla, demokratikleşme açısından siyasetçilere, parlamentoya önem verdiğini ve görev düştüğünü söylediğini söyledi. Arınç şunları kaydetti:
''Haklıdır(Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç). Çünkü siyasi partilerle ilgili hükümler anayasanın daha çok 67, 68, 69. maddelerinde yer alır, ayrıca siyasi partiler kanununda hükümler vardır. Geçmişte siyasi partiler kanununda önemli değişiklikler yapıldı. Ama Anayasa'nın temel esasları içinde diyelim ki, 69. maddede partilerin kapatılmasıyla ilgili hükümlerde bir iyileştirme yapılmadı. Şu anda işleyen sistem, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ne zaman isterse her parti hakkında akşam yatar sabah kalkar kapatma davası açabilir. Ondan sonra 11 kişinin önüne gelecek, bunlar da mevcut delil durumuna göre Anayasadaki hükümleri dikkate alarak bir karar verecek. Kapatma talebi reddedilen partiler de var. Mesela AK Parti için, kapatma talep ederken, hazine yardımının belli ölçüde geri alınmasına karar verilen hükümler de var, DTP'nin şu anda oy birliğiyle kapatılması da var. DTP'nin çizgisine bakarsak geçmişte 5 parti aynı şekilde kapatılmış. AK Parti için açılan davada delillerin yüzde 75'i kabul edilmemiş. Diğerleri de kapatma kararı verilecek kadar ağır görülmemiş. Sonunda hazine yardımının 1/2 oranında geri alınması şeklinde karar verilmiş.
Siyasi partiler rejimi çok önemli, çünkü demokrasilerde partilerin kapatılması istisnai olmalıdır en azından. Çünkü kapatılmasın düşüncesi biraz ekalliyette kalan bir düşünce, azınlık düşüncesi. Kapatılsın ama şartları ağırlaştırılsın bu çok daha tutarlı bir düşünce. Onu ayağı yere basacak bir şekilde Anayasa'nın içine koymamız lazım. Biz buna yürekten inanıyoruz ve 7 seneden beri yaptığımız tüm hazırlıklarda masamızın üzerinde. Ama iki engel var. Bir Anayasa değişikleri, malum nitelikli çoğunluk gerektiriyor. Biz Anayasayı yeniden yapma durumunda değiliz. 67, 68, 69'da değişiklik lazım. Mesela demeliyiz ki başsavcı dilediği zaman dava açamamalı. Ne yapmalı? Dava açacaksa belki iddianamesini parlamentoya göndermeli, parlamentonun onayından sonra dava açabilmeli diyebilmeliyiz ki önce Anayasa Mahkemesi'ne sunmalı o yeterli görürse... On tane seçenek var. Yani burada amaç bir defa çok ciddi deliller olmalı bu dediller bir partinin kapatılmasına yol açabilecek ağırlıkta görülmeli. Ama ne kadar hukuki karar veriyor da desek nihayetinde siyasi bir sonuç ifade edeceği için siyasi bir mercinin de buna onay vermesi gerekir.
Hükümetlerin dava açma hakkı var Avrupa'nın pek çok ülkelerinde, parlamentoların onay vermesi var pekçok ülkede. Bunlar bizde yok. Yani bu başsavcının şahsıyla ilgili bir konu değil. Siz ona bu imkanı verirseniz o da şu veya bu sebeple gelişi güzel açabilir, bu davayı istediği zaman açabilir. Şimdi Vural Savaş gibi birini düşünün aman Allahım. Ne davalar açmazdı bugüne kadar. Bir başkasını düşünün kimbilir hangi gerekçelerle ne davalar açabilir. İyi ama bunun siyasi ağırlığı, gerçekliği, tutarlığı nedir? Bunu bir mercinin en azından bir çek etmesi lazım. Böyle bir kararı parlamentonun en azından 276 gibi salt çoğunlukla dava açılabilir gibi bir izne bağlanması lazım. Çok farazi olarak konuşuyorum. Buna ait 3-4 seçenekten birisini umarım ki parlamento kabul eder ve bunu değiştirir. Ama 330, 367 çok önemli rakamlar. Şimdi öyle bir kilitlenme varki parlamentoda DTP kapatılmadan önce biz bunu getirmeyi düşündük. Bizim 330 milletvekilimiz var DTP'nin 20 milletvekili var 350, 367 etmiyor. Muhalefette bize diyor ki 'siz kendiniz ne yaparsanız yapın'. Bunu yaparken iki şeyi düşünüyor; 367 yi bulamayacaklar nasıl olsa değiştiremeyecekler. 367 yi bulamayacaklar ama AK Parti ile DTP'yi bir araya getirmiş olacaklar. İkiside kapatılması gereken bir parti. Dolayısıyla dayanışma içindeler bir. İkincisi de AK Parti, DTP, PKK, İmralı bağlantısını zaten özellikle ortaya koymaya çalışıyorlar. Görüyor musunuz MHP ve CHP ile birleşemediler ama DTP ile bir Anayasa değişikliğine gidiyorlar. Bu belki yanlış belki çok doğru olmayan bir davranış ama maalesef muhalefet partileri böyle bir birlikteliği ortaya koymak için Anayasa değişikliğine kesin kez hayır dediler. Tabi bir de parti hakkında dava açılmışken, yapılabilecekken bir Anayasa değişikliğinin hukuki tutarlılığı tartışma konusu olur. Böyle bir değişiklik 3, 4, 5 sene evvel yapılabilirdi. Ama Türkiye'nin geldiği noktada parti kapatmalarının çok böyle güncel olmayacağını, her aklına gelenin bugün bir parti kapatılacak diye düşünülmeyeceğini biz tahmin ediyorduk. Biraz saf davranmışız. Yani Türkiye'de böyle bir parti kapatmanın çok kolay hale geldiğini görmek bu kadar demokratikleştikten sonra insanı çok üzüyor''
''2011 SEÇİMLERİNE KADAR BÖYLE BİR GERGİNLİKLE GİTMEK ÇOK KÖTÜ, ÇOK TEHLİKELİ''
Abdülkadiroğlu'nun ''o zaman şu anki siyasi aritmetikle, parlamento aritmetiğine baktığımız zaman böyle bir konunun gündeme gelmesi imkansız mı gözüküyor'' sorusuna Arınç, '' Büyük bir ihtimalle, hesapla böyle görünüyor. Şunu belki göze almak mümkün. Yani 330 milletvekili evet oyu verdiği taktirde referandum imkanı olabilir. Referanduma götürmek nasıl bir sonuç verir, sonucu nasıl alabilirsiniz? Referandumla igili süreçte önünüze başka engeller çıkar mı oda ayrı konu. Bir de tabi Anayasa Mahkemesi için hoş olmayan, hukuki olmayan bir kanaat herkesin aklında peydah oldu. Bırakın 330'u 367'yi, 411 kabul oyuyla Anayasa değişikliğini yaptık, ama Anayasa Mahkemesi onu bile iptal etti. Şimdi bu başka kararlar için emsal olursa bir de Anayasa Mahkemesi engeli var diye milletvekilleri düşünebilirler. Yani olumsuz şartların içerisindeyiz bu konuda'' cevabını verdi.
Arınç, ''Bir türlü bir araya gelinemiyor gibi bir durum var. Bir üslup problemi de var. Ve bu üslup problemi sürekli iktidarla muhalefetin arasını açıyor gibi bir görüntü ortada, bu bi gerçek. Bunun aşılabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa bu böyle mi gidecek 2011 seçimlerine kadar? 2011 de ortaya çıkacak yeni tabloya göre yeniden mi dengeler kurulacak?'' sorusuna ise şu yanıtı verdi:
''Bu çok önemli bir konu. Maalesef 2011 seçimlerine kadar böyle bir gerginlikle gitmek çok kötü, çok tehlikeli. Çünkü siyasi parti liderlerinin ağızlarındaki bu ithamlar, suçlamalar, hakaretler, küçültücü beyanlar devam edecek olursa bu sadece siyaseti küçültmekle yada itibarsız kılmakla kalmaz, topluma dalga dalga yayılır. Yani bu liderlerin ağzındaki seviye sokakta da kendini gösterir, evdede, il başkanlıklarında, teşkilatlarda da gösterir. Eskiden birbirlerine karşı daha samimi daha sıcak olan farklı partilerin mensupları neredeyse birbirlerini düşman gibi görmeye başlarlar. Ben burada büyük bir tehlike görüyorum. O yüzden siyasi parti liderlerine biraz daha aklı selim, sağduyulu ve üsluplarını çok temiz bir üslüp haline getirmeleri gerektiğini söylüyorum. Dün mecliste bir konuşma yaptım, Başbakanın bütçe konuşmasında CHP'de kendisine sürekli sataşan insanlara, milletvekillerine karşı 'sayın başkan siz susturmayacaksanız ben mi susturayım' şeklinde konuşması eleştirildi. Salt bu açıdan baktığımız zaman sayın Başbakanın bu sözünün biraz maksadı aştığını ve çok doğru olmadığını söyleyebilirsiniz ama sayın Başbakanı bu noktaya getiren oradaki sataşmalardır, ağır tahriktir. Oturduğumuz yerden buna baktığımız zaman ellerini kollarını arkaya atarak adeta ikide bir sözünü kesip kendisini ağır sözlerle konuşturmamaya çalışanları görünce ve bir gürültü içerisinde bir Başbakanın sözü kesilince belki ölçüsüz hareket etmek herkes için söz konusu... Yani hiçbirimiz masum değiliz noktasından meseleye bakarsak daha kolay olur. Şimdi bir milletvekili diğerine 'alçak, vatan haini, sen bölücüsün, şunu satarsın, bunu yapansın' dememeli. Biz iç tüzüğümüze göre konuşmaya başlarken bile 'sayın başkan, sayın milletvekilleri' diye başlamak zorundayız. Eleştiri sonuna kadar haklıdır ama eleştiriyle hakareti, küçültücü ifadeyi birbirinden ayırt etmemiz lazım. Şahsi hayatlarında birbirlerine o kadar kibar davranan insanların siyasi bir konuşma yaparken birbirlerine bu kadar acımasız olmasını doğrusu kabullenmek çok zor. Bu sadece siyasette gerginlikten medet umanların işi olabilir, kendilerine siyasi bir katkı sağlamış olabilir, kendi partileri yada tabanları içerisinde daha keskin güçlü bir konuşlanma meydana getirebilirler ama siyasete verdikleri zarar, Türkiye'ye verdikleri zarar, Türkiye'nin bütünlüğüne, toplumun birbiriyle dayanışmasına verdikleri zarar o ne olacak? Partiler birbirlerinin düşmanları değildir, ancak rakipleridir. Ama karşıdaki partinin mensubunu yok edilmesi gereken bir düşman gibi görürseniz, buna yönelik ifadeler kullanırsanız bu inanın konuştuğunuz yerde kalmıyor. Türkiye'nin her yerinden karşılık bulabilir. Bugün toplumsal olaylarda eğer olumsuz bazı gelişmeler varsa bence bunun asıl sorumlusu sorumsuzca konuşan ve toplumu geren siyasetçilerdir, genel başkanlarından başlayarak... Bunda kendimizi de sorumsuz tutmayalım, bizim de eleştirilecek yönlerimiz olabilir ama bir yerden başlamalıyız, üslubu temiz bir üslup olarak kullanmalıyız. Birbirimize saygıyı hiçbir zaman elden bırakmamalıyız.''
MUHALEFET LİDERLERİNİN AÇIKLAMALARI...
Program yöneticisinin, ''Bugün sayın Başbakan, Baykal ve Bahçeli bir araya gelip sokaktaki eylemlerle ilgili herkesi sağduyuya çağırsa müthiş olur. Gerçi sayın Baykal bütün parti teşkilatlarına hiçbir eyleme katılmamaları yönünde çağrıda bulundu. Bunun siyasetten, muhalefetten gelmesi önemli bir çağrı'' demesi üzerine ise Arınç, ''Bu konuda bir sorun yok. Sayın Bahçeli hem gençlik teşkilatının, hem parti teşkilatının sokaktaki olaylara katılmaması yönünde bugün değil çok uzun zamandır gayret sarf ediyor.
Ve o konuda da kendisini takdir etmek gerekir. Çok hareketli bir gençlik kitlesi var. Bu gençlik kitlesi onun bir tek sözüne bakarak eylemler de yapabilir. Ama kendileri aleyhinde bile olsa hiçbir zaman sokağa taşmamak, hiçbir zaman eylem yapmamak konusunda sayın Bahçeli'nin çok doğru çok haklı üslubu var. Cumhuriyet Halk Partisi'nin de bugünkü açıklaması, eylemlere veya gösterilere CHP adına genel merkezin bilgisi dahilinde kimsenin katılmaması noktasında... Ben bunları son olaylarla bağlantılı olarak olumlu buluyorum'' yanıtını verdi.
Arınç, ''Bunları yaparsınız ama siz ağzınızdan kin kusarsanız, böyle kızılcık şerbeti içmiş ama şöyle davranıyor gibi bir takım eylemler söylemlerde bulunursanız bu yaptıklarınızın çok fazla faydası olmaz. Sürekliliği ve tutarlılığı olması lazım. Hem de liderler, grup başkan vekilleri, partilerin sözcüleri çok önemlidir'' diye sürdürdü.
''YURT DIŞINDA BULUNANLARIN ÜLKEMİZE DÖNMELERİ KONUSUNDA BİZ İSTEKLİYİZ, ARZULUYUZ''
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ''yurt dışında bulunanların ülkemize dönmeleri konusunda biz istekliyiz, arzuluyuz.'' dedi.
STV'de katıldığı ''Günlük'' isimli programda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunarak program sunucusu Abdullah Abdülkadiroğlu'nun sorularını yanıtlayan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, ''Yeniden Kandil'den dönüşlerle ilgili çalışma var mı? Bunla ilgili süreç daha önceki gibi kamuoyunun gözü önünde mi yapılacak, yoksa sessiz sedasız mı gerçekleştirilecek? Bunla ilgili demokratik açılımın işleyişi ve icraat noktasında bilgi verir misiniz?'' sorusu üzerine şöyle konuştu:
''Yurt dışında bulunanların ülkemize dönmeleri konusunda biz istekliyiz, arzuluyuz. Mahmur'da 8-10 bin kişi var. Bunlar bundan 15-20 sene evvel Türkiye dışına çıkmışlar, orada çocukları olmuş, kimisinin nüfus cüzdanı var, kimisinin yok, yıllardan beri orada mahrumiyet içindeler ve eylemlere karışmamışlar, en azından biz öyle biliyoruz. Bunlar Türkiye'ye dönebilirler. Dağda olup da yine bizdeki kayıtlarıyla herhangi bir eylemin yapıcısı veya faili durumunda olmayan insanlar gelse ve 'Türk Ceza Kanunu'nun 221. maddesi kapsamında ben döndüm. Hiçbir eyleme katılmamıştım, bundan sonra da böyle yapacağım, ben bu şeyden istifade etmek istiyorum' dese, bu da olabilir. Ama eylemlere katıldıkları bilinen, bizde hem istihbarat örgütlerinde, hem emniyette hem de pek çoğu hakkında iade istediğimiz suçlular, sanıklar varsa bunlarda da biz hukuk devletiyiz. O ne gerektiriyorsa onun şartları olacaktır.
Bizim bu konuda takvime bağlanmış, planlanmış, karışılıklı görüşmeler suretiyle 'şu gün gelin, bu gün gelin' diye ortaya koyacağımız hiçbir şey yok. Süreç işliyor zaten. Biz bir hukuk devleti olma şartları içerisinde yurt dışında bulunup da örgüte bir şekilde intikal etmiş ama bir eylemde bulunmamış, en azından bizim bu şekilde bildiğimiz insanlar, 'biz bundan vazgeçtik, dönüyoruz, topraklarımıza geliyoruz' deseler biz onlara kapıyı kapatmayız.
Burada tek kırılma noktası Habur'da son karşılama olayında yaşanan rezalettir maalesef. Bunun ne kadar yanlış olduğunu biz de söyledik, toplumun her kesimi de söyledi. Yani bir kahraman edasıyla Türkiye'ye gelip örgüt propagandası yapmaya yönelik hiçbir gösteriyi haklı ve meşru kabul edemeyiz, gelenler buna karışmamış olsa bile. Çünkü o gösterileri yapanlar hem Öcalan'ı hem de örgütü ön plana çıkarma gayreti içine düştüler. Hatta orada burada, zaman zaman böyle seyahatler yapıp bu propagandayı yaymaya çalışınca biz buna karşı çıktık. Bununla ilgili soruşturmalar devam ediyor.
Eğer şu veya bu şekilde yine aynı yerlerden giriş yapacaklar olursa bunlar hiçbir şekilde böyle karşılanmayacak ve kendilerine hukuk ne diyorsa o muameleler yapılacak. Bu şartlar altında gelişler olabilir mi? Evet olabilir. Hükümetimiz bu konuda gereken dikkati, azami hassasiyeti gösterecek.''

''ANADİLDE YAYIN''

Arınç, 13 Kasımda yapılan Meclis konuşmalarında İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk, orta ve uzun vadede yapılacakları ortaya koyduğunu anımsatarak sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bunlardan bir tanesi RTÜK'ün yaptığı yeni yönetmelik değişikliğidir. Bu zaten elimizde bir çalışma olarak vardır. Bunu 8-10 Kasım civarında Resmi Gazete'de yayımladık. Halkın günlük dilinde, geleneksel olarak konuştuğu dillerde, yani biz bunlara ne diyelim, anadilini konuşuyorsa belli kesimler, onlar eskiden radyo ve televizyonlarda bu dilde yayın yapabiliyordu, ama ne kadar sanıyorum televizyonlarda 40 dakika, 1 saat kadarda radyolarda yapabiliyorlardı. Bunun yanında Türkçe'sini de yapmak zorundaydılar. Reklam alamıyorlardı. Biz yeni yönetmelik değişikliğiyle zaman kısıtlamasını kaldırdık. Yani gücü ne kadar yetiyorsa o kadar yayın yapabilecek. Ayrıca Türkçe bu yayını tekrarlama mecburiyeti ve altyazı mecburiyetini kaldırdık.
Şimdi bu iyi gelişme. Çok şükür muhalefet de buna karşı çıkmadı. Herşeye karşı çıkılınca, 'eyvah buna da karşı çıkarlar' diye düşündüm, ama bunu haklı ve yerli bir karar olarak gördük. Buna benzer 3-4 kanun sevk ettik Meclise. Mesela Kamu Düzeni veya Kamu Güvenliği Müsteşarlığı, bununla ilgili kanun temmuz ayından beri Meclis gündeminde. Ekimde gündeme gelecekti ama başka gelişmeler oldu. Bu, terörle ilgili olarak Türkiye'de yapılması gereken çalışmaları hem fikri planda hem de uygulama noktasında yeni bir istihbarat beraberliği, koordinasyon beraberliğini getirecek.
İkincisi, bu telefon dinlemeleri konusu bir insan hakları meselesi. Bu konuda uygulamada eksiklikler görülebileceği gibi yasal olmayan dinlemelerle insanların kişilik hakları ihlal edilmiş olabilir. Kanundaki cezaları 3 misline kadar artırıyoruz.
Bir diğeri, İnsan Hakları Başkanlığı diye tamamen bağımsız bir kurul oluşturuyoruz. Bu, AB sürecinde de bizim için çok önemli. Ayrımcılıkla mücadele diye ayrı bir birim oluşturuyoruz. Yani bunu sadece Kürt meselesi olarak değil Türkiye'de ayrımcılıktan şikayetçi olan herkes bu konuda hukuki haklarını koruyup kollayacak bir merciye kendisini ulaştırabilecek.
BM'nin işkenceye karşı yapılabilecek eylemler konusunda bir sözleşmesi vardı. Biz buna taraf değildik. Onu meclisten geçirmek suretiyle devam edeceğiz. Bazı idari düzenlemeler, genelgelerle halkın günlük hayatta daha rahat yaşayabilmesini temin edecek, vatandaşın kendi beyanına uygun bir takım genişlemeleri bakanlıklarımız takip ediyorlar.
Yani geçmişte demokratikleşme adına ne yapmayı istemişsek bugünde onları tekrar gündeme getireceğiz. Bunu demokratik açılım sürecinin bir parçası olarak da görebilirsiniz, halkımızın ihtiyacı olarak da görebilirsiniz.
Ancak 'örgütle veya Mahmur Kampı'nda bulunanlarla ilgili ne yapılacak' derseniz hukukun dediği yapılacak, yani hukuk bu konuda Ceza Kanunu'nun 221. maddesine uygun olarak nedamet, etkin pişmanlık konusunu getirmiştir. Bunun dışında, hiçbir eyleme katılmadığı halde yurt dışına şu veya bu şekilde gitmiş insanların dönüşü mümkün olabilir. Onlar sorgularını yaptıktan sonra Pasaport Kanunu'na muhalefetten soruşturma yapılıyor. Askere gitmeyenler varsa askerlikle ilgili gelişmeler takip ediliyor. Bunun ötesinde bazı şeyler varsa bu hükümetin takibinde olan konulardır.

''AFRA TAFRA İÇİNDE BİR GELİŞİ HİÇBİRİMİZ ARZU ETMİYORUZ''

Program sunucusunun, ''daha önce İçişleri Bakanı 100-150 kişilik gruplar halinde geleceklerini ifade etmişti'' demesi üzerine Arınç, ''Tahminini söylemişti. Ama biz gelecekler varsa böyle kahraman gibi karşılanmak veyahut da 'ben istediğimi yaparım' bir afra tafra içinde bir gelişi hiçbirimiz arzu etmiyoruz. Böyle yapacaklarsa gelmesinler. Geleceklerse bize eylemden vazgeçtiklerini, böyle bir şeye karışmadıklarını, bundan sonra yasalar çerçevesinde Türkiye'de suç işlemeden bir vatandaş olarak hayatlarını sürdüreceklerini beyan edecekler ve buna uygun bir yaşam tarzı seçeceklerse öyle gelsinler'' dedi.
Abdülkerimoğlu'nun, ''Kısa, uzun, orta vade ne kadar süredir?'' sorusuna ise Arınç, şu yanıtı verdi:
''Biz buna süreç diyoruz. Yani devam edecek bir süreç. Hangi ölçüler içerisinde? Demokratikleşme, özgürlükler ve terörle mücadele...
Terörle mücadele de kendi süreci içinde devam ediyor, yani bütün bu eylemlere karşı biz hem dışardan yapılan hem de içerden tezgahlanan pek çok eyleme en acımasız bir biçimde terörle mücadele neyi gerektiriyorsa onu yapacağız ama bunun yanında da terörü ortaya çıkaran sebepleri yok etmek için ekonomik siyasi, toplumsal tedbirler alacağız.
Bu tedbirlerin bir kısmı kanunladır, bir kısmı idari tasarruflarladır, bir kısmı ekonomiktir. Zaten bunlar geçmişten bu yana yapılıyor. Esasen bu sebeple biz halkın örgüte karşı bakış açısını değiştirdik. Yani örgüt eskisi kadar halktan destek bulamıyor, yüz bulamıyor. İkincisi, bakınız bu örgüte karşı çok şükür güçlü bir güvenlik teşkilatımız var ve onlarla mücadelede de çok başarılı sonuçlar alıyoruz.
Son olaylara bakın hem DTP'nin kapatılmasında hem de sokak gösterilerine karşı Batman'da 15 baro başkanı açıklama yapıyor, Diyarbakır'da 70 sivil toplum örgütü açıklama yapıyor. Sokağa çıkıyorsunuz vatandaşa her birine mikrofon tutuyorsunuz, 'bu gösteriler yanlıştır hükümete güvenin. Böyle bir şeyi kabul etmiyoruz' diyor. DTP'nin kapatılmasından PKK'yı sorumlu tutan açıklamalar yapıyor. Eskiden bunlar yoktu. Eskiden bir suskunluk vardı ve bir kabul vardı ve biz bu kabulün yanlış olduğunu hep söylüyorduk.
Yani halkımız temizdir, hiçbir zaman örgütü sevmemiştir ama tehdit, baskı ve şantaj altında kaldığı için sadece suskun kalmıştır. Çünkü eziyet görmüştür, onlardan zulüm görmüştür. Ama bugün halk sesini çıkarıyor; 'bakın bu demokratik açılım Türkiye için çok faydalı hükümetin işini zorlaştırmayın, siyaseti parlamentoda yapın, hiçbir zaman örgütün temsilcisi olmayın, filan kişinin adına eylemleri organize etmeyin, iş yerlerimizi talan etmeyin, çocuklarımızı kullanmayın.' Artık anneler babalar da konuşmaya başladı. Bu örgütün zafiyetini, halkın da bilinçlendiğini gösterir.''
Abdülkerimoğlu'nun ''Kürt sorununun çözümünün PKK'nın gölgesinden kurtarılmaya başlandığını söyleyebiliriz'' şeklindeki sözleri üzerine de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ''Bu noktada çok iyi ilerliyoruz. Tam manasıyla belki değil, ama her hadise toplumdaki bilincin, örgütün isteğinden tam farklı olarak, artık örgütün gölgesinin de varlığının da bu işlerden kesinlikle yok olmasını isteyen bir vatandaş tavrı var. Bence bu çok önemli'' diye konuştu.
*"ESNAF KORUCU, SİLAHI İSE DEVLET TESCİLLİ ÇIKTI" haberini okumak için tıklayınız
*"BOMBAYLA YAKALANAN KİŞİ BELEDİYE MECLİS ÜYESİ ÇIKTI" haberini okumak için tıklayınız
*"MUHTAR, KIZINA İLAÇ ALIRKEN KURŞUNLARA HEDEF OLDU" haberini okumak için tıklayınız
*"DOLAPDERE'DE SİLAH ÇEKENLERE GÖZALTI" haberini okumak için tıklayınız
*"POLİSTEN SOKAKTA KÜRTÇE ANONS" haberini okumak için tıklayınız
*"YOL HARİTASI ŞEKİLLENDİ" haberini okumak için tıklayınız

*"DTP'Lİ VEKİLLER İSTİFALARINI ŞOVA DÖNÜŞTÜRMEYECEK" haberini okumak için tıklayınız
*"GERİLİMİ DEĞERLENDİREN CHP'DE SIKIYÖNETİM" haberini okumak için tıklayınız
*GÜNDEM HABERLERİNİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
*SİYASET HABERLERİNİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

*ANASAYFAYA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.