Röportaj: Demir Demirkan anlatıyor

Kendi müziği, Pentagram, oyunculuk ve sinema üzerine...

Demir Demirkan, müziğin birçok aşamasında yer alan bir isim. Pentagram ile çok güzel işler yaptı. Eurovision'da kazandığımız birincilikte payı çok büyüktü. Şu an dinlediğimiz birçok başarılı ismin arkasında o var. Yurt dışında da konserler veriyor, kitap projesi var ve yakında The Glass/Cam isimli belgesel projesi izleyiciyle buluşacak.

Tarkan Gözübüyük'ün davetiyle Pentagram'a dahil olmuş ve güzel işlere imza atmıştın. Bir röportajında Steve Vai, Pink Floyd, Paul Simon, Deep Purple gibi grupları dinlediğini ve bu tipte, yumuşak müzikler yapmak istediğini belirtmiştin. Baktığımızda Pentagram bu isimlere kıyasla çok sert bir müzik yapıyordu. Sonra gruptan ayrıldın ve daha yumuşak tarzda solo albümler yayınladın. Şimdilerde birçok müziksever de şöyle düşünebiliyor: "Demir Demirkan, artık sert müzik yapmıyor." Bu düşünceyi nasıl yorumlarsın. Sence Tarkan Gözübüyük, seni Pentagram'a davet ederek istemeden de olsa senin için yanlış bir algı oluşmasını sağlamış olabilir mi?

Hayır. Ben zaten istemediğim bir şeyi yapmış değilim. Zorla yapılan bir şey değildi bu. Teklif ettiler ve ben de isteyerek dahil olmuştum gruba. Çok da güzeldi açıkçası. Hayatımdaki ilk profesyonel grubumdu Pentagram. Her bireyle ayrı ayrı iyi geçiniyordum ve grup olarak da çok eğleniyorduk. Güzel şeyler de üretiyorduk. O tarzı her ne kadar oturup dinlemesem de grup arkadaşlarım dinliyordu tabii ve başka tarz da dinliyorlardı. Sonuçta yalnızca bu türü dinler, başka da bir tür dinleyemezsin diye bir şey yok. Kiss de dinlerdik ve melodik rock parçalar da yazardık. Hepsi Pentagram müziği değildi, bambaşka şeylerdi.

Benim Trail Blazer'da yazmak değil de çalmak tarafım daha ağır basıyor. Çünkü küçüklükten beri dinleyip de aşina olmadığın bir tarz değilse pek üretemezsin. O albümden sonra benim bir Amerika maceram vardı. Dönünce de Anatolia'yı yaptık. Ona baktığında çok daha melodik ve çok güzel bir albüm olduğunu görüyorsun. Ama hala benim o sıralar kafamda şarkı yazarlığı, akustik gitarla şarkılar, Türkçe sözler yazmak gibi şeyler vardı. Haliyle başka bir tarz.

İzleyicinin algısını değiştirmek çok zor. Genelde değiştiremiyorsun. Bir şey yaptığın zaman, seyirci onu bir final olarak algılıyor. Bir heavy metal grubundaysan ve sonra kalkıp kendi albümünü yapıyorsan "He artık değişti" deniyor. Bu kadar keskin hatları var izleyici algısının. Buna kızamazsın, ama bunu değiştiremezsin de. Ama üreten insanın hayatı, benim hayatım o kadar net değil. İlk albümlerimde "Gümüş", "Belki" gibi şarkılar vardı, ama sonra da "Kahpe" diye bir şarkı yaptım mesela.

Benim yapmak istediğim, bir tarzda kapalı kalmadan müzikal olarak derinleşmekti. Bir Queen albümünü düşün mesela, ya da bir Muse albümü. İçinde heavy metalden akustiğe, operaya kadar her şey var. Aslına bakarsan benim algım da bu. Her tarz müzikten, içinden ne geliyorsa onları doğru bir şekilde bir araya getirip üretimini ortaya koyman lazım. Eğer tarz tabanlı bir müzik yapıyorsan, ki Pentagram öyleydi mesela. O zaman da ona sadık kalmalısın. Benim yapmak istediğim, tarz tabanlı bir müzik değildi. Tür olarak bir kısıtlama getirmek istemedim. Bir albümün içinde her tarz oabilir.

Evet, yaptığım şeyler Pentagram kadar sert değil, çünkü dokum o değil. Pentagram dahilinde hareket edip ürettiğim için o çalışmalar sertti. Buna da saygı göstermek gerekir. Pentagram'dayken "Ben akustik çalacağım, blues çalacağım" dersen bu anlamsız ve faydasız olur. Kendi solo projelerinde ise,her istediğini yapabilirsin. Sonuçta senin projen. Seven de seviyor ve orada bitiyor iş zaten.

Demir Demirkan, yurt dışında da konserler veriyor. Peki hiç yurt dışına yönelik olarak farklı bir isim kullanmayı düşündü mü? Örneğin Asım Can Gündüz, Awesome John ismiyle de sahne alırdı. Mesela Iron IronBlood (gülüyor) gibi bir isim olur mu?

Düşünüyorum. Hatta yakın zamanda çıkacak İngilizce bir proje var. Muallaktayım aslında. Aramızda da konuşuyoruz, bu işleri bilen insanlara da danışıyoruz. New York'a gidip geliyorum. Birçok bağlantım var. Hep sorarlar ya hani, "Yurt dışına açılıyor musun?" diye. Açılıyoruz işte, yıllardır çalıyoruz. Bu aslında yine bir izleyici algısıdır. "Tamam, artık yurt dışına açıldı" diye bir şey yok. Dünyadır asıl sınır. Türkiye'de Türkçe müzik üretirsen, yurt dışında konser versen oraya da Türkler gelir. Global dünyada İngilizce geçerli olduğu için sen de İngilizce şarkılar yaptığında bu kez her yerde çalma şansın oluyor. Japonya'dan, Avrupa'dan Amerika'ya kadar her yerde çalabilirsin.

Niyet bu iken, "Acaba Demir Demirkan ismi mi kullanılmalı, yoksa yeni bir grup ismi mi bulunmalı?" diye düşünüyorsun. İkisinin de avantajları ve dezavantajları var tabii. Yeni bir grup kurarsan, sıfırdan başlıyorsun. Hiç kimseyi tanımıyorsun. Twitter ve Facebook'ta takipçilerin yok. Yeniden kendini bir tanıtma sürecin var. Bunlar dezavantajlar. Ama Demir Demirkan'ın Türkçe melodik rock tarzı da korunmuş oluyor geniş anlamda.

İsmi değiştirmeden hareket edersek, isim bilindiği için büyük bir avantaj var. Zaten seni bilen, dinleyen insanlar var. Tamam, bu insanların %99'u Türk ve Türkçe konuşuyorlar. Sen İngilizce bir şey yapıyorsun. Bu kitlede İngilizce müzik dinleyenler de olduğu için bir sorun yok, ama İngilizce dinlemeyen Türk dinleyiciler için bir dezavantaj. İngilizce bilmiyor, dinlemiyor ve seni Türkçe yazdığın sözler için dinliyor olabilirler. Sen de İngilizce yazınca ters düşebiliyorsun.

Özellikle Amerika'da iş yaparken "Benim Twitter ve Facebook hesabımda bu kadar takipçim var" dediğim zaman, adamlar da başka türlü yaklaşıyorlar ve kapılar açılıyor. O kadar garip bir durum ve bunu nasıl aşacağım bilmiyorum, ama bir yol seçilecek. Yolu seçince de avantajları ve dezavantajlarıyla o yolda yürümek gerekecek. Eğer daha önce yapılmış ve bunun bir haritası olsaydı, ben de takip ederdim. İlk defa yapılınca risk alıyorsun ve bu seçimleri yapmak hiç kolay değil.

Sence Türkiye'de rock müzik eskiden neredeydi, şu an nerede?

Araştırdığım ve yaşadığım kadarıyla, popülerleşmeden önce daha özgür yapılıyordu bu müzik. Popülerleştikten sonra benim de korkum olan, radyonun ve plak şirketlerinin yaptırımlarıyla müzik bir formata giriyor ve özgür üretim gidiyor. Sistem, seni bir rayın içine sokmaya çalışıyor. Eskiden, 60 ve 70'lerde yapılan anadolu rock, saykodelik rock çalışmalarına bakarsak feci özgür şeyler var. Çok da güzel bir müzik var, bayağı kopmuş, uçmuşlar. Şimdi sen böyle bir şey yaparsan, bir plak şirketi gelip de "Çok iyi olmuş" demiyor. "Bu satmaz ki. Şunun şurasını şöyle yap. Bak mesela şu adamın şarkısı tutuldu. Sen de ona benzetsene" gibi şeyler söyleniyor. Bunun bir tarafı iş, diğer tarafı da sanatsa eğer, ibre ortalarda, hatta biraz daha sanata yakın olmalı. Bu demin bahsettiğim olay, ibrenin tamamen iş tarafına kaydığını gösteriyor. Bu durumda da sen, "Pazara ne uygun?" diye üretime başlarsan müzik özgür olmaz. Türkiye'de şu an böyle bir sorun var.

Türkiye'de asıl sorun ise, müzik dinleyicisinin kaybedilmesi. Ülkede artık müzik dinlenmiyor. İnsanlar konserlere gitmiyor, müzik almıyorlar. 90'lardaki müzik kültürüyle 2010'lardaki müzik kültürü arasında çok ciddi farklar var, hatta son dönemde pek müzik kültüründen söz edemiyoruz. Aslında azınlıklardan bahsediyoruz. Albüm alanlar ve konsere gidenler çok az. Şu an plak şirketleri o kadar ön planda değil. İnternet'te iTunes, Spotify, YouTube gibi güçlü kanallar var. İki kişi güzel bir şarkı yapsanız ve bunu YouTube'da yayınlasanız sizi görenler oluyor. Kendinizi tanıtabiliyorsunuz.

Biliyorsun, festivallerin çoğu iptal oldu. 5-10 sene evvel düzenlenen festivallerin çoğu yok artık. Birkaç festival kaldı. Tabii kültürün bu kısmı değişince üretim de düşüyor. Yapmak isteyen olsa bile ya motivasyonsuzluktan yapmıyor ya da maddi sorunlar yüzünden bambaşka şeyler yapıyor. Maddi taraf sebebiyle plak şirketlerinin ve radyoların belirlediği raylara girebiliyor, dolayısıyla kendinden ödün verebiliyor. "En azından müzik yaparak hayatımı kazanıyorum" gibi bir kafaya geliyor. Karamsar bir tablo çizmeye çalışmıyorum, ama şu anki durumumuz böyle.

Yakın tarihli bir röportajınızda "Rock devrimi yapacağım" yazıyordu. Açıklayabilir misiniz?

O işin aslı şu. Plak şirketlerinin ve radyoların egemenliğinden çıkabiliriz. Yurt dışında bunun yollarını bulmaya başladılar. Başka türlü servis şirketleri kurulmaya başladı. Sen albümünü yapıyorsun. İhtiyacın olan da doğru seyirciyle bir araya gelmek. Bunu nasıl yapabiliriz diye kafa patlatmaya başladım. Tabii ki internet üzerinden olacak. Düşüncem yalnızca rock üzerine. Şimdi çok fazla açıklayamıyorum, ama bu sistem kurulduğu takdirde o radyonun sana sağladığı avantaja (ki radyo ünlü olmayan bir şeyi çalmaz) ve plak şirketlerinin desteğine gerek kalmadan, seni direkt olarak seyircine ulaştıracak bir sistem. Bir çerçevesi var, bir de maddi tarafı var, ki şu an bunu çözmeye çalışıyoruz. Her şey hazır. Bugün başlarsak 2-3 aya hazır, 1 yıla kadar da rayına oturur. Ücretsiz bir sistem, hatta para da kazanabileceğin bir sistem. Ama işte o ilk etaptaki başlangıç sürecinin maddi tarafını bir şekilde çözmeye çalışıyoruz. Tabii ki bunlar, ülkenin gelecek günlerine, aylarına da bağlı.

"Artık bire bir iletişim ve tanımak çok önemli."

Benim muhattabım dinleyicim. Yazdığım yazılarla da bunu anlatıyorum blogumda. Özellikle röportajlarımda söylediğim lafları okuyup doğru anlayan insanlar, benim dinleyicilerim ve ben onlara karşı kendimi sorumlu hissediyorum. Gerisi de umrumda değil. Ben bir nicelik değil, nitelik hesabı yapıyorum. Bu konu çok önemli. Röportajı okuyan müzisyen arkadaşlar bence buna kulak vermeli. Yeni dünyada kitlesel iletişim yerine, seyirciyle bire bir iletişim kurmak ve onları tanımak kadar önemli bir şey yok. Eskiden tek taraflı olarak, birkaç kanal vardı ve televizyona çıktığın gibi ünlü oluyordun. Eğer gece kanala sen çıktıysan, ertesi gün herkes seni konuşurdu. Şimdi böyle bir şey yok. İnternet, sosyal medya, milyonlarca site ve birebir irtibat kurma imkanı varken, seyirciyi tanımak ve seni dinleyenlerin kim olduğunu bilmek kadar güzel bir şey yok.

Ve müzisyenlerin artık şöyle bir lüksü var. Seyircini seçebiliyorsun. Ben aslında geçtiğimiz dönemde yaşadığım olayda bir seçim yaptım ve seyircimi seçtim. Çok mutluyum şu an. Çünkü aklı başında, okuduğunu anlayan bir seyircim var. Üreten bir adamım ve içeriğe çok önem veriyorum. Yazdığım ve yaptığım şeyler, çaldığım gitar, müzik ve diğerlerini pat diye bulmadım. Bunlar kolay şeyler değil. Dolayısıyla bunlara değer veren insanların, aynı zamanda bunları anlayan insanlar olması gerekiyor. Ben bu seçimi yaptım ve gayet de mutluyum şu an. Bir yönlendirmeye ihtiyacım kalmadı, gayet de biz bize takılıyoruz şimdi.

"Rüya" ve "Dünya Benim" şarkıları birbiriyle bağlantılı olabilir mi? İkisinde de sahip olunabilecek bir dünyadan bahsediliyor.

Sen hep nakaratlarını dinlemişsin, ondan öyle olmuş (gülüşmeler). Parçanın ne anlattığına bakmak lazım. Bir tanesinde kalıplara sokuluyorsun. İşte zengin olman gerekiyor ve diğer şeyler. Bu rüyayı yaşadığında, aslında sana ait olmayan bir rüyayı yaşadığını fark ediyorsun. Kurduğun dünya da sana ait olmuyor. Ama "Dünya Benim" lafının ikinci anlamına dikkat et. Dünya "Ben"im. Yani ben. Bunun iki anlamı var. Kendi dünyanı sen yaratıyorsun. Yaptığın seçimlerinin sonuçlarını yaşıyorsun ve karşında gördüğün her şey de senin yansımaların oluyor.

Korkuların var mı? Mesela doğayı seviyorsun. Ondan kopma ihtimali seni korkutur herhalde?

Doğayı çok seviyorum, ama şehirde yaşamayı da seviyorum. Dengede tutmak gerekiyor. Çok fazla doğada kalınca da iyi olmuyor. Fobi olarak düşündüğümde, eskiden ben de loş yerde uyurdum mesela. Karanlıkla aram iyi değildi, ama şimdi öyle bir şey kalmadı. Kesin korktuğum bir şeyler vardır, ama aklıma bir şey gelmiyor şu an.

Eurovision hakkında ne düşünüyorsun? Bir birinciliğimiz olmuştu, ama artık ülkemizde eskisi kadar takip edilmiyor. Sence bu yarışmanın hala getirileri var mı katılanlara?

Avrupa'da işe yarıyor aslında. Eğer ilk 3 arasında yer alırsan, orada bir kariyer başlıyor. Televizyonlardaki jürili müzik yarışmaları gibi. Birinci olana bir kariyer imkanı doğabiliyor. Eurovision'ın da böyle bir fonksiyonu var. Diyelim ki Norveç'ten katıldın ve birinci oldun. Ondan sonra Avrupa'da bir konser dizisi başlatabiliyorsun ve düzgün şeyler üretebilirsen de devamı geliyor. Türkiye'ye baktığımızda ise, eskiden sabahlara kadar beklediğimiz, oylamaları seyrettiğimiz halinden çok uzakta.

Şu anda büyük kitleleri ekran başına kitleyebilecek kadar büyük bir organizasyon olduğunu düşünmüyorum. Katılan kişiyle de alakalı tabii bu, sponsorluk anlaşmaları falan olabiliyor, ama yarışmanın değeri o kadar da fazla değil ülkemizde. Rock müzisyenleriyle kıyaslarsak daha çok popçulara yarayan bir şey. Ama mesela Manga ve Mor ve Ötesi de bu yarışmada güzel dereceler elde etti, kolay bir şey değil bu.

Trail Blazer albümünü hazırladıktan sonra Pentagram'dan ayrıldın ve gitara Metin Türkcan geldi. Albümde gitarlarda Demir Demirkan ismi geçiyor, ama fotoğraflarda Metin Türkcan var. Bunu biliyor musun?

Bundan haberim yoktu. Büyük ihtimalle albümü tekrar bastıklarında böyle bir yöntem izlemişlerdir. Gitarlar kısmında benim ismim yazıyorsa tamamdır. Artık grubun gitaristi Metin olduğu için albümde de onun fotoğrafının olması normal. Benim için hiç sorun değil.

Oyunculuk tarafın da var. Örneğin son dönemde Muhteşem Yüzyıl'da da birkaç bölüm izlemiştik seni. Devamı gelir miydi?

İki bölüm oynamıştım. Dizinin yönetmenleri Durul ve Yağmur Taylan kardeşler benim çok eski arkadaşlarım. 97'den beri arkadaşlarım. Muhteşem Yüzyıl dizisini de beğeniyordum. Halit Ergenç'i de severim, hem de tanıyorum. Bir de ben atlı - kılıçlı, tarih soslu çalışmaları çok seviyorum. "Ya ben bu projede olmak isterim" deyince davet ettiler ve iki bölümde rol aldım. Devam etme durumu da vardı, ama vaktim yoktu. Çok zaman alan ve emek isteyen bir şey.

Pentagram'a geri dönüş olabilir mi bir gün?

Bir ara tekrar provalara başlamıştık, Metin Türkcan da vardı, 3 gitar. Konserler vermeyi düşünüyorduk hatta, ama beceremedik. İş tarafında bir sürü denge bozuldu ve bırakmak zorunda kaldık. Çok eğleniyorduk, kendimi çok iyi hissediyordum, ama çok teknik detaylar vardı. Bundan sonra da zor yani...

Demir Demirkan, çok yönlü bir adam. Çok yönlülük bir imkan mıdır, yoksa bir ihtiyaç mı?

Ya da dezavantaj mıdır? Ben bunu birçok kez dezavantaj olarak hissettim. Tek bir şey yapıyor olsaydım, orada yürürdüm ve kafam da rahat olurdu. Ama yıllarca prodüktörlük mü, gitaristlik mi, şarkıcılık mı, film müziği besteciliği mi yoksa iş adamlığı mı derken milyon tane şey var. Hepsini severek deniyordum, ama yaptığımda da sıkılıyordum. En az sıkıldığım şey, şu an yaptığım şey ve o yüzden onun doğru şey olduğunu düşünüyorum (gülüyor).

Prodüktör olarak yine ara sıra bir şeyler yapılabilir belki, ama zamanında çok yaptım. İnternet siteme de girerek göz atabilirsiniz. Artık derdim o değil. Tabii keyif alıyordum yaparken, ama gitar çalmak ve söylemek daha güzel.

Galiba bir de kitap projesi var?

Bana sürekli "Kitap yaz!" diyen 3 insan var. Bunlar yazar ve çok da değer verdiğim insanlar, isimlerini vermeyeceğim. İngiliz edebiyatı okumuştum ben. Bu yüzden de edebiyatla çok ilgiliyim.

Yazacaklarım, daha çok kişisel gelişim üzerine felsefi bir şey olur. Bir roman ya da kısa hikayeler gibi bir şey yok aklımda. Çok fazla kendi üzerimde çalıştım. Hatta bir dönem fazla uğraştım. Birçok çıkarımlarım oldu ve kendi hayatıma uyguladım. Özellikle de Türkiye'deki hayatımda. Çünkü öğrendiğim şeyleri yabancı bir ülkede uygulamak çok daha kolay. Gel de Türkiye'de uygula bakalım!

"Burada nasıl olur?" diye de çok düşündüm. Bunu bir kitap olarak oluşturma fikrim var. En son bir arkadaşım, bunları ses dosyası olarak kaydetmemi istedi. Çünkü ben oturup yazamam, o kadar vaktim yok. Arkadaşım, "Sen konuş, başka biri de bu konuştuklarını deşifre ederek kağıda döksün" dedi. Bu da bana iyi bir fikir gibi geldi açıkçası. Şu an ismi cismi hakkında bir şey diyemiyorum. Hele bir ortaya çıksın, çünkü ben de tam ne çıkacak bilmiyorum...

Not: Bu röportajın tamamı, Takas Pazarı Plus Dergisi'nde yayınlanmıştı.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.