Yeşilçam'ın unutulmaz "fettan kadın" rollerine hayat veren, sahnelerin zarif ismi Lale Belkıs, yalnızca sinema dünyasında değil, moda ve müzik sahnesinde de iz bırakan çok yönlü bir sanatçı olarak Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutuyor. Şimdi 86 yaşında olan Lale Belkıs'ın son hali şaşırtıyor! İşte detaylar…
28 Kasım 1938'de İstanbul Eyüpsultan'da dünyaya gelen Belkıs'ın asıl adı Belkıs Durmaz'dır. Babası Çanakkale Savaşı'nda muhabere subayı İsmail Durmaz, annesi Hacer Hanım'dır.
Osmanlı döneminde gemi kaptanı olan dedesinin denizci geçmişi, onun adeta kaderine yön vermiştir. Ailenin altıncı ve son çocuğu olan Belkıs, 12 yaşına kadar Eyüp'te büyüdü; bu döneme dair anılarını "Doğduğum Ev" adlı şarkısında ölümsüzleştirdi.
TÜRKİYE'NİN İLK MİLLİ MANKENİ
Eğitimini Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü'nde tamamlayan Belkıs, 1953 yılında okulun düzenlediği bir gemi seyahatine katılarak tasarımları yurtdışında tanıttı ve böylece "Türkiye'nin ilk milli mankeni" unvanını aldı.
Bu seyahat sırasında Belkıs soyadını aldı. Moda kariyerinden sonra sahneye yönelen sanatçı, Lale Oraloğlu'nun teklifiyle tiyatroya adım attı. Dormen, Arena ve Oraloğlu Tiyatrosu gibi topluluklarda görev aldı.
1966 yılında "Ölüm Tarlası" filmiyle Yeşilçam'a giriş yapan Belkıs, kısa sürede dönemin dikkat çeken isimlerinden biri haline geldi.
İŞTE LEYLA BELKIS'IN SON HALİ! 86 YAŞINDA HAYRAN BIRAKIYOR...
Genellikle kışkırtıcı, frapan ve fettan kadın karakterleriyle izleyicinin hafızasında yer eden sanatçı, 1970 yılında "Kalbimin Efendisi" filmiyle 7. Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. 1984 yapımı Atıf Yılmaz filmi "Dağınık Yatak" ise onun sinema kariyerinin en önemli yapıtlarından biri oldu.
Sinemanın yanı sıra müzikle de ilgilenen Lale Belkıs, 1967'den itibaren sahneye çıktı; İngilizce ve Fransızca şarkılar seslendirdi. İstanbul'un seçkin gece kulüplerinde sahne alan sanatçı, aynı zamanda Sophia Loren ve Ava Gardner gibi isimleri Türkçeye dublajladı.
İkinci eşi yönetmen Yalçın Otağ'ı 2014'te kaybeden Belkıs, anılarını "İpek Çoraplar" adlı kitabında kaleme aldı. Bugün yaşamını Moda ve Datça arasında sürdüren sanatçı, hâlâ Yeşilçam'ın en zarif ve en "tehlikeli" kadınlarından biri olarak anılıyor.
YEŞİLÇAM'IN FİLMLERİ ARATMAYAN HİKAYESİYLE BİR DİĞER İSMİ: HİKMET TAŞDEMİR!
Yeşilçam'ın unutulmaz "kötü adam" karakterlerinden biri, siyah gözlükleri, uzun paltosu ve sert mizacıyla hafızalara kazınan Hikmet Taşdemir, 82 yaşında hayatını kaybetti. "Parmaksız kabadayı" lakabıyla tanınan usta oyuncunun sinema kariyeri, tam anlamıyla bir film senaryosu gibi...
1971 yapımı Baba filmiyle sinemaya adım atan Hikmet Taşdemir, uzun yıllar boyunca sayısız yapımda kabadayı, mafya babası, zorba ve korkulan adam rollerine hayat verdi. Ancak onu Yeşilçam'ın ikonik karakterleri arasına sokan asıl hikâye, yıllar önce yaşadığı bir iş kazasıyla başladı...
"Bir elektrik fabrikasının motor kısmında çalışıyordum. Parmağımı preste kaybettim," diyen Taşdemir'in hayatı bu kazayla kökten değişti. Yaralı eliyle dolaşırken ellerini hep cebinde saklayan Taşdemir, bir gün tesadüfen gittiği bir doktor ziyareti sırasında Yılmaz Güney ile karşılaştı. Bu karşılaşma, onun hayatının dönüm noktası olacaktı.
Taşdemir, o anı şöyle anlatmıştı:
"Askeri okulda okuduğum dönemde tanıdığım Doktor Yıldırım Aktuna'yı ziyarete gittim. Meğer Yılmaz Güney'in de doktoruymuş. Elim hep cebimdeydi. Güney bana dönüp, 'Elini cebinden çıkartsana,' dedi. Çıkardım, parmaklarımı görünce, 'Parmaksız bir kabadayı rolü var, tam sensin!' dedi. İşte her şey o anda başladı."
Hikmet Taşdemir, Kemal Sunal'ın başrolünde yer aldığı efsanevi Korkusuz Korkak filminde canlandırdığı Gaddar Kerim karakteriyle geniş kitlelerin tanıdığı bir yüz haline geldi. Ardından Umudumuz Şaban'daki Mardinli Arif ve Tatar Ramazan filmindeki Cıbıl Halil rolleriyle Yeşilçam'ın en korkulan ve unutulmayan karakterlerini oynadı.
Genellikle "kötü adam" rollerine hayat veren Taşdemir, mimikleri, sert duruşu ve sessiz tehditkâr haliyle Türk sinemasında bir dönemin kabadayı imajını şekillendiren isimlerden biri oldu.
40 yılı aşkın süre Silivri'de yaşayan Hikmet Taşdemir, sinema dışında göz önünde olmayı tercih etmedi.
Mütevazı yaşamıyla bilinen oyuncu, Yeşilçam'ın parlayan yıldızlarından biri olmasına rağmen, şöhreti değil karakteri ön planda tutan isimlerdendi.
BİR EFSANE DAHA ARAMIZDAN AYRILDI
26 Ocak 2024'te, bir süredir tedavi gördüğü hastanede hayata veda eden Hikmet Taşdemir, ardında unutulmaz sahneler, güçlü karakterler ve gerçek bir yaşam öyküsü bıraktı.
Onun hikâyesi, Yeşilçam'ın yalnızca kamera önünde değil, perde arkasında da ne denli güçlü ve insani anlatılara sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.
KİM DER Kİ 90 YAŞINDA? YEŞİLÇAM'IN HAYRAN BIRAKAN BİR DİĞER İSMİ: İZZET GÜNAY!
İzzet Günay, 21 Ağustos 1934 tarihinde İstanbul'un Sarıyer ilçesinde dünyaya geldi. Babası Şirket-i Hayriye'de iskele memuru olarak görev yapıyordu. İlk öğrenimini Deniz Koleji'nde tamamlayan Günay, Haydarpaşa Lisesi'nde Seyfi Dursunoğlu ile arkadaşlık yaptı. Lise yıllarında amatör tiyatroya ilgi duymaya başlayan Günay, bu ilgisini Yeşilay Gençlik Kolu'nda sürdürdü.
İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğü'nde teknik ressamlık yaptıktan sonra bir süre dans hocalığı yaptı. Askerlik dönüşü linyit ticaretiyle ilgilendi. 1957 yılında, gazete ilanı ile Dormen Tiyatrosu'na katıldı ve burada profesyonel oyunculuğa adım attı. İlk olarak "Kara Ağaçlar Altında" adlı oyunda ufak bir rolde sahneye çıkan Günay, 1957-1963 yılları arasında birçok tiyatro oyununda rol aldı.
Sinema kariyerine 1958 yılında "Kırık Plak" adlı filmle başlayan İzzet Günay, 1964'te başrolünü üstlendiği "Varan Bir" filmi ile büyük çıkış yaptı.
Aynı yıl, 1. Altın Portakal Film Festivali'nde "Ağaçlar Ayakta Ölür" filmiyle "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandı. 1970'li yıllarda sinemada önemli projelere imza atan Günay, sonraki yıllarda az sayıda yapımda yer aldı. Ayrıca Türkan Şoray ile başrollerini paylaştığı "Vesikalı Yarim" filmi, tüm Türkiye'nin hafızalarına kazınan "Halil" karakteriyle özdeşleşmesini sağladı.
Antika ve koleksiyonculuğa olan ilgisi, onu 1985 yılında antika dükkanı açmaya yöneltti. Pul biriktiriciliğinden başlayarak para, madalya ve madalyon koleksiyonculuğuna da ilgi gösterdi.
Yeşilçam'ın unutulmaz yıldızı, güzelliğiyle bir döneme damga vuran Bahar Öztan'ın arkasında bıraktığı hayat hikâyesi, sandığınızdan çok daha hüzünlü... Parıltılı ekranların ardında; hastalıklarla, ayrılıklarla ve sessiz mücadelelerle dolu bir yaşam... 61 yaşında hayata veda eden Bahar Öztan'ın gözlerden uzak son yılları, herkesin yüreğine dokunacak türden.
11 Ağustos 1962'de Hatay İskenderun'da doğan Bahar Öztan'ın asıl adı Ülkü Cerrahoğlu'ydu. İstanbul'da büyüyen Öztan, genç yaşta güzelliğiyle dikkat çekerek 1976'da bir fotoroman yarışmasında finalist oldu.
Ardından modelliğe ve oyunculuğa adım atan sanatçı, Elidor reklamıyla ilk kez ekranlarda boy gösterdi. Gamzeli Güzeli lakabıyla tanınan Öztan, yaklaşık 30 reklam filminde rol aldı. 1977 yılında "Çırılçıplak" filmiyle sinemaya adım atan Bahar Öztan, 1980'li yıllarda "Doktor Civanım", "Kanlı Nigar" ve "Orta Direk Şaban" gibi Yeşilçam'ın klasikleşmiş filmlerinde rol aldı.
Kemal Sunal ile başrolleri paylaştı. 1987'de şarkıcılığa da başlayan Öztan, yurt içi ve yurt dışında sahne aldı. 1991'de mimar Yavuz Çolak ile evlenen oyuncu, aynı yıl Bodrum'da bir butik otel açtı. 1996'da oğlu Yiğit'i dünyaya getirdi.
2001-2007 yılları arasında Amerika'da yaşadı. Türkiye'ye döndükten sonra birkaç dizi ve reklam projesinde yer aldı. Sanat hayatı boyunca 60'a yakın film ve dizide rol alan Bahar Öztan, Yeşilçam'ın en özel kadın oyuncularından biri olarak hafızalarda yer etti.
Bahar Öztan, sekiz yıl boyunca kolon kanseriyle mücadele etti; hastalık tekrar nüksettiğinde yeniden tedavi sürecine girdi. Fiziksel olarak yorgun, ruhen ise çökmüş hissettiğini belirtti ancak moralini yüksek tutmaya çalıştı çünkü bu hastalığın en büyük düşmanının stres ve üzüntü olduğunu vurguladı.
Bu zorlu yıllarda en büyük desteği, hem arkadaşı hem de doktoru gibi gördüğü 27 yaşındaki oğlu oldu. Üzüntüleri içine atmanın hastalığı tetiklediğini, hayatın üzülmek için çok kısa olduğunu ifade etti.
Oyunculuğa dönmeyi çok istese de hastalığın belirsizliği nedeniyle projelere katılamadı; özellikle bir polisiye yapımda yer almayı hayal etti.
Sektörde yaşlanan oyunculara değer verilmediğini, Amerika'daki gibi ölene dek oyunculuk yapmanın burada mümkün olmadığını dile getirdi. Ölümden korkmadığını ancak hastalıktan ölmek istemediğini söyledi ve vasiyet hazırlamadığını, çünkü ölüm hissiyatı taşımadığını belirtmişti.
ÖLÜMÜYLE HERKESİ YASA BOĞAN BİR DİĞER İSİM: CÜNEYT ARKIN!
Gerçek adıyla Fahrettin Cüreklibatır, 7 Eylül 1937'de Eskişehir'in Karaçay köyünde dünyaya geldi. Maddi imkânsızlıkların gölgesinde geçen bir çocukluk, onu yılmaz bir savaşçıya dönüştürdü. Zorluklarla yoğrulan bu hayat, onu daha sonra beyazperdenin en unutulmaz kahramanlarına taşıyacaktı.
Eskişehir Atatürk Lisesi'nden mezun olduktan sonra, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitiren Arkın, hekimlik mesleğine adım attı. Ancak kalbinin bir köşesinde sinema tutkusunu hep taşıdı.
SANAT AİLESİ: KUŞAKTAN KUŞAĞA IŞIK
Cüneyt Arkın ilk evliliğini doktor Güler Mocan ile yaptı ve bu evlilikten bir kızı dünyaya geldi. 1968 yılında ikinci kez nikah masasına oturduğu eşi Betül Işıl ile ise Murat ve Kaan adında iki oğlu oldu.
Bu çocuklardan Murat Arkın, yıllar sonra babasının izinden giderek oyunculuk kariyerine başladı. Cüneyt Arkın'ın çocuklarına verdiği önem, onun sadece ekrandaki değil, gerçek hayattaki kahramanlık tanımını da yansıtıyordu.
"KAHRAMANLIK EVİNE EKMEK GÖTÜRMEKTİR"
Arkın, kendisini halkın bağrından çıkmış bir sanatçı olarak görür ve şöyle derdi: "Beni ben yapan Türk halkıdır. Onlar bana kahraman dediler ama gerçek kahraman; çocuklarını büyütmek, ailesine sahip çıkmaktır." Ona göre kahramanlık, setlerde değil, hayatta verilen emekle kazanılırdı.
Bu düşüncelerini kaleme aldığı "Benim Kahramanım Türk Halkıdır" adlı kitabında da açıkça ifade etmişti: "Yaşadıklarımı yazmak istedim. Sadece bana kalmasın; halkıma bir şey bırakmak istedim. Yazı kalır, söz uçar."
YEŞİLÇAM'A DUYULAN HASRET
Cüneyt Arkın, bir dönem omuz omuza film çektiği Yeşilçam emekçilerini sık sık andı. İçinde büyük bir özlem barındıran sözlerinden biri ise şuydu: "Çoğu artık yok. Belki başka bir alemde Yeşilçam'ı yeniden kurdular, film çekmeye başladılar… Ama burada değiller! Çok acı değil mi?"
Özellikle figüran ve yan rollerdeki dostlarının yoksulluk içinde aramızdan ayrıldığını anlatırken, duygularına hâkim olamazdı: "Gidenlere de kızıyorum bazen. 'Beni niye yalnız bırakıyorsunuz?' diyorum."
YOKLUKTAN ZİRVEYE UZANMAK
Cüneyt Arkın'ın çocukluğu, kıtlıkla, sefaletle ve kayıplarla örülmüş bir dönemdi. Bir röportajında "Kardeşlerim açlıktan öldü. Benim yaşamam mucize gibi bir şeydi," diyerek, yaşadığı yoksulluğun izlerini açıkça anlatmıştı. Ancak bu yoksunluk, onda hiçbir zaman mutsuzluğa dönüşmemişti. Ailesinin sevgisi ve babasının emeğiyle hayata tutunmuştu.
SON PERDE: BİR EFSANEYE VEDA
28 Haziran 2022 tarihinde İstanbul'da hayata gözlerini yuman Cüneyt Arkın, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda sonsuzluğa uğurlandı. O, sadece bir aktör değil; bir dönemin, bir ruhun ve halkın kahramanı olarak kalplerde yaşamaya devam ediyor.
YEŞİLÇAM'IN ACILARLA DOLU BİR DİĞER HAYATI! ÇOCUK YILDIZ ÖMER DÖNMEZ'E NE OLDU?
1959 doğumlu Ömer Dönmez, Türk Sineması'nın altın çağında, 1963 yılında, henüz 4 yaşındayken Yeşilçam'ın tozunu yutarak kamera karşısına geçmiştir.