Osmanlı'nın kalbinin attığı şehir

Edirne denilince aklımıza ilk olarak Selimiye Camii gelir. Padişah II. Selim tarafından Mimar Sinan'a 80 yaşındayken yaptırılan ve Sinan'ın 'ustalık eserim' dediği cami, şehrin merkezinde bulunuyor. Cami o muhteşem görüntüsü ile şehrin her yerinden görünüyor. İçeriye girdiğinizde ise büyüklüğü ve mimarisi insanı büyülüyor. Mimari özelliklerinin yanı sıra mermer, çini, sedef gibi süslemeler de camiye ayrı bir güzellik katıyor. Caminin dışarıdan görünümü ise ayrı bir güzel; etrafında uçuşan güvercinler ve Osmanlı macunu satan satıcılar oraya ayrı bir hava katıyor. Bu muhteşem yapıya yabancı turistler de hayran kalıyor. Sinan'ın heykeli ise caminin tam karşısında yer alıyor. Camiyi ziyaret eden herkes heykelin önünde fotoğraf çektirip, onu bir kez daha anıyor. Caminin alt kısmında ise tarihi Arasta Çarşısı bulunuyor. Sultan III. Murat zamanında Selimiye'ye gelir getirmek amacıyla yapılmış. Çarşı, şu an yerli ve yabancı turistlerin en çok alışveriş yaptığı yerler arasında... Arasta Çarşısı'nı gezerken mutlaka Edirne'ye özgü kokulu meyve sabunu ve aynalı süpürgelerden almanızı tavsiye ederiz. Selimiye'nin tam karşısında bulunan Ulu Camii (Eski Camii) ise ayrı bir mimariye sahip. Yapımına 1403 yılında başlanmış ve 1414 yılında Sultan Mehmet Çelebi tarafından tamamlanmış olan camii, Selimiye'den sonra en çok ziyaret edilen yer. Duvarlarındaki hatlar camiye farklı bir hava katıyor. Edirne'de görmeniz gereken diğer bir cami ise Üç Şerefeli Camii. Bu caminin şerefelerine üç ayrı bölümden çıkıyorsunuz. Bir diğer özelliği ise Osmanlı döneminde yapılan ilk revaklı avlu cami olması.

TAVA CİĞERİ YEMEMEK OLMAZ
Edirne'nin güzellikleri saymakla bitmez. Merkezden biraz uzak olan II. Beyazıt Külliyesi ve Sağlık Müzesi ise görülmesi gereken yerler arasında. Sultan II. Beyazıt tarafından yaptırılmış olan ve Edirne'yi Darüşşifa'ya kavuşturmak amacıyla yapılmış külliyenin içinde, cami, mutfak, hamam, tıp medresesi gibi bölümler bulunuyor. Külliyenin şifahane bölümünde ise ruh ve akıl hastaları tedavi görüyormuş. Bu bölümde; hastaların müzik ve su ile tedavi edildiği tecrit odasını, ilaç yapılan yeri ve balmumundan yapılmış hasta heykellerini görebilirsiniz. Müzede ayrıca hekimliğin gelişim tarihini anlatan ayrı bir bölüm bulunuyor. Şehrin 5 km dışında ise Meriç ve Tunca köprülerini geçtikten sonra şirin bir yerleşim yeri olan Karaağaç geliyor. Semtin sokaklarında dolaşmak çok zevkli; insana huzur veren bir tarafı var. Karaağaç'ın tam merkezinde ise Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bulunuyor. Üniversitenin bahçesine girince; Lozan Anıtı'nı ve tarihi tren garını görüyorsunuz. Bahçenin içinde ise ayrıca bir de lokomotif bulunuyor. Ziyaretçilerin hepsi burada hatıra fotoğrafı çektiriyor. Karaağaç dönüş yolunu ise Meriç köprüsünden yürüyerek geçmek ayrı bir güzel. Şehrin o yoğun temposundan uzak, üzerinden faytonların geçtiği köprüden Edirne'nin o tarihi havasını teneffüs etmek insana ayrı bir huzur veriyor. Edirne'ye gelmişken şehrin en meşhur yemeği olan tava ciğerini yemeden olmaz. Yağda kızartılmış olan yaprak ciğer; soğan, biber ve domatesle birlikte sunuluyor. Ciğere mesafeli duranların bile bu ciğerin tadına bakmalarını şiddetle tavsiye ederiz. Çünkü diğer ciğerlerden çok farklı ve lezzetli. Ayrıca Kavala kurabiyesi, badem ezmesi, Edirne peyniri ve Trakya yöresine özgü olan, üzüm suyuna hardal ilave edilerek yapılan kendine has tat ve kokusu olan, içecek hardaliyeyi almanızı öneririz.