Ergenlik çağına çoktan eren genç büyücümüz Harry Potter'ın bir önceki
Zümrüdüanka Yoldaşlığı'ndaki masum ilk öpücüğünün ardından ümitler altıncı ve yeni macerası
Melez Prens'e kalmıştı. En azından son iki filmin yönetmeni David Yates'in vaadleri de bu yöndeydi. Nitekim bu yeni film de Harry'nin salaş bir metro kafesindeki güzel garson kızla olan tatlı flörtüyle başlıyor. İlk filmdeki sevimli çocuktan sekiz yıl sonra pek de serpilmemiş ama efendi bir çocuk/ delikanlı olarak resim veren Daniel Radcliff'in oynadığı Harry'nin kur faslını ancak gözlerini kıza dikerek icra etmesi de ergenlik/ erkeklik sıkıntısıyla anlaşılabilir.
Harry daha yalnız
Gerçi her tren geçişindeki tekinsiz sarsıntıyla irkilse de 'Armageddon' misali gökten düşerek isli puslu Londra'yı altüst eden kötücül saldırıdan bihaber gönül telinin tıngırtısına kulak vermesi de hoş. Ama evden koparak yeni bir çevreye uyum sağlamak, yetişkinlerin dünyasını anlamaya çalışmak gibi bildik yeniyetmelik öncesi korkuları sinsi Voldemort tehlikesiyle ilişkilendiren önceki maceralara ek olarak bu kez delikanlı Harry sanki daha bir yalnız.
Omuzlarındaki yetim ruhuna ek olarak 'Günlük Kehanet' gazetesinin yazdığı gibi 'Harry Potter Seçilmiş Kişi mi?' açmazı bu ergenlikte başına dert oluyor. Bir parfüm ilanının 'büyü' sloganıyla yavan şekilde dalga geçildiği üzere sonrasında da kısmetine ancak 'şans iksiri' içmek düşüyor. Ama bunu kullanarak kendini ispatlayacağı kallavi bir çatışma da yok.
Yakın arkadaşları Ron ile Harmion aşk meşk durumunda gayet meşgulken bizimki sevdiği kız tarafından ayakkabısı bağlanacak kadar bir erotizm görüyor ancak.
Kitabın müridlerini iki filmlik finale hazırlayan fragmanlar silsilesi gibi akan film, belli ki 'bütünün hayrı için' yapılmış. Ticari kaygılarla bastırılmış hormonlarıyla da çocuksu bırakılmış Harry'nin is ve aşk konusunda hayırlı vesileleri için herhalde final filmlerini beklemek gerekiyor.