BAŞLARKEN...
İnsanların birey olarak huzurlu olabilmesi toplumsal dostluk ve dayanışmanın gerçekleşmesi ile yakından ilişkilidir. Birbirleri hakkında önyargılı olan veya birbirlerine karşı olumsuz düşünceler besleyen kesimlerin söz konusu olduğu sosyal yapılarda, bireysel huzurdan bahsetmek güçtür. Başka bir ifadeyle, bireyin kendi dünyasında huzurlu olabilmesi, içinde yaşadığı ve bir parçasını teşkil ettiği toplumun huzurlu olmasına bağlıdır. Bu bakımdan her birey, kendisini düşündüğü kadar toplumu düşünmek, kendi huzuru için çalıştığı kadar toplumsal huzur için çalışmak durumundadır. Bunun için en küçük toplumsal birim olan aileden, bütün bir insanlık alemine kadar her kademede dostluk ve dayanışmanın gerçekleşmesini önemsemek, sorumluluk duymak ve elden gelen katkıyı yapmaya çalışmak gerekir. Toplumsal dayanışma ve dostluk bireylerin ya da sosyal yapıların aynı renk, aynı anlayış yahut aynı dünya görüşüne sahip olmaları demek değildir. Bu mümkün de değildir aslında. Her toplum etnik yapı, inanç, anlayış ve kültür yönünden çeşitliliklerle doludur. Dayanışma ve dostluk çeşitliliklerin birbirlerini doğru tanımaları, birbirlerine saygı göstermeleri, birbirleriyle olumlu ilişkiler içinde bulunmaları ve aralarındaki ortak yönlerini öne çıkarmaları ile mümkündür. Bu sayede toplum ortak duyguların, ortak kaygıların, ortak sevinçlerin söz konusu olduğu organik bir bütünlüğe ulaşır. Herkes kendisi olarak, fakat başkalarını anlayarak ve saygı göstererek yaşar, böylece sosyal barış kalıcı unsurlarıyla birlikte gerçekleşmiş olur. Gerçekleşen bu barış, karşılıklı iyi ilişkilerle dayanışma ve dostluğa dönüşür. Bu bağlamda gerek ülkemizde gerek İslam dünyasında toplumsal barışa katkı yapmak üzere, detayda bazı farklılıklar olmakla birlikte, bütün kesimler arasında geniş bir ortak paydayı teşkil eden Muharrem ayı, ehli-i beyt ve Hz. Hüseyin hakkında bilgilerimizi tazeleyip güncelleştirmekte önemli yararlar bulunduğu açıktır.
Muharrem kameri takviminin ilk ayıdır. Hz. Peygamber bir hadisinde, saldırıya uğrama durumu hariç, savaşın haram olduğu ayları sayarken, bunlar arasında Muharrem ayını da zikretmiştir. (Buharî, "Megâzî", 77) Kur'anı Kerim'de haram aylara saygı gösterilmesini emreden ayetle (Bakara 2/194) bu aya işaret edilmiştir. Ayrıca başka bir ayette "Şüphesiz Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır" (Tevbe 9/36) buyrularak yine haram aylardan birisi olması bakımından Muharrem ayında işarette bulunulmuştur. Hz. Peygamber'in kendisine de "Allah'ım Kur'an'ı Kerimi ve yorumunu öğret" diye dua ettiği İbn Abbâs, Kur'an'ın 89'uncu suresini teşkil eden Fecr suresinde ant içilen fecr ile Muharrem ayının, aynı surede yemin edilen "on gece" ile de bu ayın ilk on gününün kast edildiğini beyan etmiştir. (Taberî, Câmiü'lbeyân, XXX, 107) Hz. Peygamber'in hadislerinde ise gerek Muharrem ayı gerekse bu ayın onuncu gününe karşılık gelen "aşura" ile ilgili birçok rivayet yer almıştır. Bunlardan birisinde Resuli Ekrem, Muharremi "Allah'ın ayı" olarak nitelendirmiş, Ramazandan sonra en faziletli orucun bu ayda tutulan oruç olduğunu ifade etmiştir. (Müslim, "Sıyam", 202-103) Zamanın her dilimi, ayların her biri Allah'a ait olduğu halde Resulullah'ın bu ayı Allah'a izafe ederek anması, bu ayın faziletini ifade etmeye yeter niteliktedir. Muharrem ayının onuncu günü ifade eden aşura ile ilgili olarak ise hadis kaynaklarında çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Bunlardan birisi şöyledir: Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde Yahudilerin bu günde oruç tuttuğunu görmüş, sebebini sorduğunda kendisine, "Bu büyük bir gündür, Allah bu günde Musa'yı ve İsrail oğullarını düşmanlarından kurtarmış, Musa da bu vesileyle bu günde oruç tutmuştur" cevabı verilmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Ben Musa'ya sizden daha yakınım" buyurmuş, hem kendisi oruç tutmuş hem de müminlere oruç tutmalarını emretmiştir. (Buharî, "Savm", 69) İslam bilginlerine göre Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar Müslümanlar bugünde oruç tutmuşlar, bu orucun farz kılınmasından sonra insanlar serbest bırakılmıştır. Ancak yine Hz. Peygamber'in beyanları çerçevesinde, Yahudilere muhalefet edilerek aşura ve bir gün öncesinde, yani Muharremin dokuz ve onunda yahut aşura ve bir gün sonrasında, yani Muharremin on ve on birinde, yahut da öncesi ve sonrasıyla yani Muharremin dokuz, on ve on birinde üç gün oruç tutmanın sünnet veya müstehab olduğu belirtilmiştir. (M. Kamil Yaşaroğlu, "Muharrem", Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXXI, 5) Başka bir hadiste şöyle buyrulmuştur: Bir kimse Hz. Peygamber'e gelip, "Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" diye sormuş, bunun üzerine Peygamber, "Muharrem ayında oruç tut çünkü o, Allah'ın ayıdır Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir topluluğun tövbesini kabul etmiştir ve O dilerse aynı günde başka bir toplumu da bağışlar" diye cevap vermiştir. (Tirmizî, "Savm" 40). Diğer bir hadiste ise şöyle buyrulmuştur: "Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç Muharremde tutulan oruç, farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise geceleyin kılınan namazdır." (Müslim, "Sıyâm", 202) Bu hadisler çerçevesinde, ülkemizde Ehl-i sünnet insanlarımızdan nafile ibadetlere düşkün olanlar Muharrem ayında iki veya çoğunlukla üç gün oruç tutmaktadırlar. Diğer taraftan Alevi ve Bektaşi vatandaşlarımız, ocaklara ve yörelere göre bazı küçük farklılıklar göstermekle birlikte, Muharrem ayında on gün veya on iki gün oruç tutmaktadırlar. Bu oruç her ne kadar "matem orucu", "yas u matem orucu", "on iki imamlar aşkına muharrem orucu" gibi isimlerle anılırsa da temelde Allah için yapılan bir ibadet olduğunda şüphe yoktur. İslam kaynaklarında Muharrem ayında on gün oruç tutmanın müstehap yani sevaplı bir ibadet olduğu açıkça yer almaktadır. (mesela bk. Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-din, Kahire 1356, III, 43) Görüldüğü gibi Muharrem ayı hem Ehl-i sünnet hem Alevi ve Bektaşi toplumu için kutsal aylardan birisidir. İster üç gün, ister on gün veya on iki gün oruç tutulsun, bunun Allah nezdinde kıymetli bir ibadet olduğu muhakkaktır. İki kesim arasında aşura günü ile ilgili ortak anlayışlardan birisi de bugünü aynı zamanda geçmiş on peygamberin kurtuluşu ile ilişkilendirmektir. Söz gelimi, Hz. Adem'in tövbesinin kabulü, Hz. Nuh'un gemisinin karaya çıkması, Hz. Musa'nın Firavun'un zulmünden kurtulması aşura günü gerçekleşmiştir. (bk. Aynî, Umdetü'l-kârî, V, 346; Derviş Tur, Erkânname, İstanbul 2002, 184-185) Bunlardan Hz. Musa'nın kurtuluşu ile ilgili olan ve Yahudilerce dile getirilen ancak Hz. Peygamber tarafından yalanlanmayan rivayet (Buhari, "Savm", 69) hariç, diğerlerinin doğrulanma veya yanlışlanma imkanı yoktur. Fakat bu anlayışın kültürlere intikal etmesi ve bugüne kadar kuşaktan kuşağa aktarılarak devam etmesi dikkate değerdir. Aynı şekilde bu olaylar bağlamında, Hz. Nuh'un inananlarla birlikte tufandan kurtularak gemisinin karaya çıkması ve kalan yiyecekleri aşure yapıp Allah'a şükretmeleri anısına kaynatılan aşura çorbası ya da tatlısı da ortak kültürün somut bir başka tezahürüdür. İçinde en az on veya on iki tür yiyecek bulunan bu tatlının Sünnilerde aşuradan sonra Muharremin her hangi bir gününde, Alevi ve Bektaşi toplumunda ise Muharremin on üçüncü gününden itibaren kaynatılarak dostluk ve dayanışmayı pekiştirme adına dağıtılması bugün de aynı sıcaklık ve samimiyet içinde devam ettirilmektedir.
YARIN: Ehl-i beyt; Peygamberin kutlu aile bireyleri
Hazırlayan: Doç. Dr. İlyas Üzüm