Cumartesi 30.01.2010
Son Güncelleme: Cumartesi 30.01.2010

'Açılımların tam zamanıydı'

Ecevit, İsmail Cem ve Yılmaz Güney'in dostu Yunan-Fransız sinemacı Costa-Gavras, "Azınlık sorunlarına yumuşak biçimde, hoşgörüyle yaklaşmak Türkiye'yi daha da güçlü kılar" diyor

Costa-Gavras, malum, Yunan kökenli bir Fransız sinemacısı. 1933 doğumlu, bir bakan oğlu olarak 18 yaşında geldiği Fransa'da edebiyat ve sinema eğitimi alıyor, sonra ünlü yönetmenlerle birlikte çalışıyor. Ve 1965'ten itibaren film yönetiyor. Ününü hep siyasal sinema örnekleriyle yapmış: 1969'da Yunan cuntasına ağır bir eleştiri getiren "Z-Ölümsüz"ün ardından, farklı ideoloji ve rejimlere yönelik "İtiraf" ve "Sıkı Yönetim" gelmiş. Aynı tavrı ABD'de çektiği "Missing- Kayıp," "Betrayedİhanet," "Music Box-Müzik Kutusu" gibi filmlerle de sürdürmüş. Onunla iki kez konuşmuştum: İkisi de Türkiye'de olmak üzere... Bu kez yeni filmi "Eden a l'Ouest-Batıdaki Cennet" üzerine konuşmak için bir araya geldik. Film, bu kez kamerasını son dönemin en güncel olaylarından olan Batı'ya göçe çevirmişti. Bir Kuzey Afrika ülkesinden yola çıkan göçmen yüklü bir gemi, tam Avrupa kıyılarına yaklaşırken yerel deniz polisinin baskınına uğruyor. İçlerinden genç bir adam, birkaç arkadaşıyla birlikte suya atlıyor ve karaya vuruyor. Bayılan genç adam kendine geldiğinde, artık tümüyle yabancı bir kültürün içindedir. Ve orada ilginç ve öğretici bir yolculuğa çıkacaktır. Bu güzel film, yakında Türkiye'ye de gelecek. Yıllardır tanıştığımız Costa-Gavras'la bu filmden yola çıkıp başka şeylere açılan söyleşimiz, tam bir içtenlikle geçti. İşte kimi notlar.
NİÇİN ÇIPLAKLAR KAMPI?
Filminizin genç kahramanı, Avrupa sahilinde gözünü açınca kendisini bir çıplaklar kampında buluyor!.. Niçin bu keskin çelişkiyi seçtiniz?
Karşılaştığı ve de karşılaşacağı insanları tüm çıplaklığıyla görmesini istedim (kahkahalar!). Aslında bu dediğiniz gibi gerçekten keskin bir çelişki. Ama Kuzey Afrika'nın, adını filmde özellikle vermediğim bir ülkesinden gelen bir Müslüman gençle Fransız usulü çıplaklar kampının karşılaşmasından daha vurucu ne olabilir? Bir kültür kadını olabildiğince giydirmeye, hatta kapamaya çalışıyor. Öbürü ise olabildiğince soymaya... Peki, bu iki kültür nasıl bağdaşacak?
Size göre nasıl bağdaşacak?
Bağdaşmak zorunda... Çünkü göç olayı, özellikle 20. yüzyıl başlarının büyük olayıydı. Şimdi bir yüzyıl sonra, yine öyle. İnsanlar geri kalmış, hadi kibar olalım, yeterince kalkınamamış ülkelerden yola çıkıp kalkınmış, zengin sanayi toplumlarında yaşamaya geliyorlar. Kimi eski imparatorluklar çökmüş ve yerlerine kurulan küçük devletler ve minik ülkeler, halklarına refah ve mutluluk veremiyorlar. Onlar da göç ediyor.
Peki, oralarda mutlu oluyorlar mı?
Elbette ki hayır. Çünkü göç alan ülkelerin halkları bu kez homurdanmaya başlıyor. Özellikle son dönemde artan işsizliğin başlıca suçlusu olarak dışardan gelen yabancıları görüyor. Ve onları istemiyor. İstenmediğiniz bir ülkede nasıl mutlu olabilirsiniz? Giderek o göçmenler kendi ülkelerinde kalsalar daha mutlu olabilirlerdi bile denebilir. Ama bu da yanlış, çünkü idealize edilmiş bir batılı bakış. Eğer mutlu olabilselerdi, tehlikeli yolculukları göze alıp gitmeye kalkışırlar mıydı? Göç birçok durumda tek çare ve son çözüm olarak görünüyor. Onun için, bu olayı anlamak ve gerçek boyutlarına oturtmak gerek.
Costa-Gavras bu konu üzerinde çok düşünmüş. Sayılar veriyor: 60 milyonluk Fransız toplumunun yaklaşık dört milyona yakını göçmenlerden oluşuyor. Ki nüfusa oranı yüzde 7.5-8 kadar... Bu oran, Kanada'da yüzde 17, ABD'de yüzde 10, Almanya'da yüzde 9... Demek ki Fransa'da hepsinden düşük. Şöyle diyor: Bu kadar insanın hepsi de kendiliğinden gelmiyor. Bir dönemde onları biz davet etmiştik. Sanatçı, aslında göçmen konusunda iki tarafı da dinleme gereğini hatırlatıyor: "Göçmenlere hep talihsiz kişiler diye bakılıyor, hep mutsuzluk öyküleri akla geliyor. Oysa bu iki yanlı bir şeydir. Kimi zaman çok olumlu da olabilir. Ben de buraya göçmen olarak geldim. Ama başarılı oldum. Yeni ülkeme uyum sağladım.

AZNAVOUR ÇOK MUTLU

Sanatçıya Türkiye'nin son dönemdeki Kürt ve Ermeni açılımlarını soruyorum. Şöyle diyor: Bence tam zamanıydı. Türkiye çok büyük ve güçlü bir ülke. Azınlık sorunlarına yumuşak, hoşgörüyle yaklaşmak, onu daha güçlü kılar. Geçmiş düşmanlıkları, tarihin acı olaylarını aşmak gerekiyor. Fransa'da Yunan kökenli bir aydın olarak Türkiye'ye ilişkili konulardaki etkinliklere bizzat katılıyorum. Ermeni açılımı, buradaki diasporayı çok mutlu etti. Karşılaştığım Charles Aznavour'un ağzı kulaklarına varıyordu!... Aynı şey, Kıbrıs konusundaki çabalar üzerine buradaki Yunan diasporası için de söylenebilir. Bu yolda devam etmelisiniz.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.