İdris Kardaş

İdris Kardaş

25 Temmuz 2017, Salı

Batı neden darbecilerin yanında? – 3

Değerli kardeşlerim

Sadece Fethullahçı terör örgütüyle değil, diğer terör örgütleriyle ve onların arkalarındaki güçlerle olan mücadelemizi daha güçlü, daha etkin bir şekilde sürdüreceğiz. Ülkemizde oynanmak istenen oyunu bir kez daha bozduk. Bundan sonra inşallah Suriye'de oynanan oyunu da bozacağız, Irak'ta oynanan oyunu da bozacağız, Libya'da oynanan oyunu da bozacağız. Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da, dünyanın her yerinde mazlumların ve mağdurların acısı, gözyaşı kaybetmesi pahasına oynanan oyunları bozacağız.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın darbe ve işgal girişiminin hemen ardından 29 Temmuz'da yaptığı konuşmadan bir bölüm okudunuz. Bu cümleler esasında, hedefin neden Türkiye ve neden Tayyip Erdoğan olduğunu çok güzel açıklıyor. Ancak biz biraz daha ayrıntılandıralım.

Bu dizinin önceki iki yazısında Batı'nın neden darbenin/darbecilerin yanında yer aldığını irdelemeye çalışmıştım. Elbette birçok farklı okuma da yapılabilir ancak ben iki başlık üzerinden konuyu açmaya çalıştım. 15 Temmuz direnişi, Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesinin ve Müslümanların demokrasi ile yaşama iradesinin merkezi olduğu için Batı tarafından itibarsızlaştırılmaya, yok sayılmaya çalışılıyor dediğim yazı dizisinin bugün son bölümünü okuyacaksınız. Türkiye'nin bağımsızlık ve demokraside ısrarının da bağlı olduğu son faktör Recep Tayyip Erdoğan faktörüdür. Batı dünyası Erdoğan'ı Türkiye'nin başında istemediği ölçüde bütün demokrasi ve insan hakları ilkelerini ayakları altına aldılar ve darbecilerin yanında yer aldı. Peki neden?

Birkaç neden üzerinde duralım.

İlki, Erdoğan'ın hem Türkiye hem de tüm bölge politikaları söz konusu olduğunda elitlerin, yöneticilerin, küresel sermaye ve politika belirleyicilerin çıkarlarını değil, Türkiye ve bölge halklarının çıkarlarını önceleyen bir lider olduğu için. Erdoğan'ın bu siyaseti, sadece söylemsel düzeyde kalsa yine sorun olmayacak küresel güçler bunu bir noktaya kadar tolere edeceklerdir elbette. Bunun örneklerini bölgedeki popülist liderlere gösterdikleri tolerans ile rahatlıkla görebiliriz. Ancak Erdoğan, bu noktada popülizmden uzak, tüm halkların çıkarını politikasının merkezi haline getirmiş ve bunu uygulamakta ısrarlı bir lider.

İkinci olarak, Mısır'dan Suriye'ye, Irak'tan Libya'ya, Katar'dan İran'a, Tunus'tan Filistin'e kadar hemen her sorunlu alanda küresel vesayet odaklarını rahatsız eden, yazının başında kendi kurduğu cümlelerde olduğu gibi "oyunu bozan" birisi Erdoğan. Hatırlayalım. Erdoğan'a karşı uluslararası itirazlar ne zaman yükselmeye başladı? "One minute" çıkışı elbette bunlardan biriydi. Tek tek yazmayalım ama Gazze konusunda, Suriye konusunda, Mısır'daki darbeye direnme konusunda, Dünya 5'ten büyüktür diyerek, küresel adalet konusunda yaptığı çıkışlar sonrası uluslararası medya ve düşünce kuruluşlarının raporlarında otoriter hatta diktatör Erdoğan analizleri okuduk hep. Darbeye karşı çıkan, savaşa karşı çıkan, küresel sistemin adaletsizliğine karşı çıkan, Gazze'deki ambargoya karşı çıkan ve kontrol altına alınamayan bir Ortadoğulu lider Erdoğan onların gözünde. Az sonra başka bir bağlamda tekrar ele alacağım ama kontrolü sağlayamamalarının en önemli nedeni, Erdoğan'ın oyunu onların kurallarıyla oynaması. Demokrasiye, barışa inanması, daha önemlisi bunu hayatının ve siyasetinin bir parçası haline getirmesi Batılı küresel güç merkezlerinin tüm ayarlarını alt üst eden bir durum.

Darbecilerin seçilmiş Erdoğan'a karşı darbecileri desteklemesinin bana göre üçüncü nedeni ise dönem Başkanlığını üstlendiği İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında yaptığı bu konuşmasındaki şu cümlelerde gizli.

"Buhara'da Semerkant'ta İsfahan'da Bağdat, Kahire, Gırnata, Kurtuba ve İstanbul'da daha nice şehrimizde tarihte kurduğumuz o parlak medeniyetleri o barış atmosferini eğer istersek eğer bir ve beraber olursak yeniden inşa edebiliriz. Bizim birbirimizle konuşmak için aracılara ihtiyacımız yok. Bizim birbirimizle konuşmak için tercümanlara ihtiyacımız yok. Biz gönül diliyle zaten konuşuyoruz. Biz aynı kıbleye dönen insanlar olarak, gönül diliyle kalp diliyle konuşabilir, aramızdaki meselelere, bölgemizdeki meselelere, hatta yeryüzünde insanlığı ilgilendiren ortak ve etkili bir mücadele verebiliriz."

Erdoğan, İslam coğrafyasında artan karizmasını popülizm ile harcamak yerine, bölge devletlerini birlikte hareket eden ve küresel güç merkezlerini aradan çıkaran, yani sadece devletlerin tek tek değil, tüm bölgenin bağımsızlaşması için stratejiler öneren bir siyasi lider olarak öne çıktı. Bu konuşmaları bölgenin her başkentinde defalarca yaptı. Bu çıkışlar Arap devrimleri sürecinde Batılı güç merkezleri için çok daha tehlikeli bir boyut haline gelebilirdi ki önünü kesmek için Erdoğan'ın ve onun nezdinde Türkiye'nin DEAŞ ile irtibatı olan radikal akımların temsilcisi olduğu algısını yaymaya başladılar.

Burada tam da dördüncü nedene gelmek istiyorum. Türkiye, Erdoğan ve ailesi uzun zamandır DEAŞ ile irtibatlandırılmaya çalışıldı. Hatırlayacaksınız Bilal Erdoğan'ın yemek yediği bir lokantada, sahipleriyle birlikte çektirdiği fotoğraflar dünyaya DEAŞ'lılar ile yemek olarak servis edilmişti. Bu saldırıların tamamını yazmak için ayrı bir doktora tezi lazım. Gün aşırı bu saldırılar devam ederken artık Türkiye güvenli bir ülke olmaktan çıkmış ve Erdoğan da onun otoriter lideriymiş gibi büyük bir algı yerleşmeye başlamıştı ne yazık ki. Bu algının sonucunda da Erdoğan'ın bir askeri darbeyle gitmesi dahi meşrulaştırılmış olacaktı. Nitekim bunun alt yapısı yapıldı. Birçok kez denendi ama en son 15 Temmuz'da son saldırılarını gerçekleştirdiler. Öyle ya, kafa kesen bir örgüte sempati besleyen bir liderin askeri bir darbeyle devrilmesi Batı kamuoyunu rahatsız etmeyecekti. Ancak oyun yine bozuldu. Erdoğan hemen her konuşmasında DEAŞ ile mücadelenin öncelikle Müslümanlara düştüğünü söylüyor, demokrasi ve birlikte yaşamak için her türlü terör örgütüyle mücadele etmek gerektiğinin altını çiziyordu. Batılı güç merkezlerinin İslam coğrafyasında vekalet savaşlarını yürütmek için araç olarak kullandıkları başta DEAŞ olmak üzere, terör örgütleri arasında ayrım yapmıyor hepsini hedefe alıyordu. Benim terör örgütüm iyi, senin terör örgütün kötü ayrımını yapan dünyaya tepkisini her platformda gösteriyordu. Dolayısıyla yeni dünyanın terör örgütleri eliyle şekillendirilmesine karşı çıkan bir strateji izliyordu. DEAŞ'ın, Müslümanlık, terörizm, vahşet, insanları diri diri yakmak, kafa kesmek gibi kavramları yan yana getirme ve bunun sonucunda da Batı dünyasında Müslümanlara karşı topyekun İslamofobya'yı artırma stratejisini işte bu Müslüman demokrat lider bozuyordu. Bir önceki yazımda uzun uzun anlattığım Müslümanlık ve demokrasi ilişkisini siyasetine zemin yapmış Müslüman bir liderin varlığı DEAŞ başta olmak üzere bu algıyı yaratmaya çalışmak için harcanan paraları ve emekleri yerle bir ediyordu.

Batı dünyası darbenin ve darbecilerin yanında durdu çünkü milyonlarca insan sokaklara çıktı ve tankların önüne hiç çekinmeden yattı. Tank atışlarıyla karşı karşıya kaldı, uçaklar tarafından bombalanmaktan korkmadı ve Erdoğan'ın ikametgahı olan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önüne akın etti. Onlarca insanın bedeni orada paramparça oldu. Erdoğan'ın, telefonla halkı sokaklara direnişe çağırmasından hemen sonra milyonların sokaklara akması ve canını ortaya koyması, yüzlerce şehit vermesi, binlerce gazi vermesi Batı dünyasının yıllardır örmeye çalıştığı otoriter, diktatör Erdoğan algısını yerle bir etti. Öyle ya, bu güç merkezleri Batı kamuoyuna, milyonlarca insanın lideri ve bağımsızlığı için ölüme gittiğini ama bu liderin otoriter yada diktatör olduğunu nasıl anlatacaklardı ki? DEAŞ sempatizanı Müslüman ve otoriter bir lider olarak tanıtmak için harcadıkları yüz milyonlarca dolar çöpe gidiyordu. Çünkü Batı'da yaşayan aklı başında hiç bir insan "otoriter" ve dahası "DEAŞ taraftarı" bir lider için halkın sokağa gönüllü ve ölümüne çıkmayacağını çok iyi tahlil edebilir. Dünyada bunun örneği yok çünkü. Eğer Batı'da yayılan algının milyonda biri gerçek olsaydı, otoriter bir liderden kurtulmak isteyen halk bırakın ölmeyi göze almayı, sokağa bile çıkmazdı. İşte tam da bu nedenle, Batılı güç odakları bu direnişi kendi kamuoylarından, halklarından sakladılar. Saklayabildikleri ölçüde yok saydılar ama sonrasında da direnişi itibarsızlaştırmak için her yolu denediler, deniyorlar. Daha önce de yazdığım gibi Müslüman ve halkı tarafından serbest bir şekilde seçilmiş bir liderin, oyunu Batı'nın kurallarıyla oynaması tüm Ortadoğu bölgesi için yapılan stratejileri boşa düşürüyor.

Türkiye; 15 Temmuz'da sergilediği direniş ile sadece Türkiye'yi kurtarmadı; Ortadoğu'nun ve kendisine umut bağlayan yüz milyonlarca insanın umudu oldu. İslam ile demokrasi arasındaki ilişkiyi netleştirdi. Terör ve şiddet ile arasına koyduğu mesafeyi çok iyi gösterdi. Bağımsızlık için mücadele etmenin değerini tekrar hatırlattı. Liderine sahip çıkmanın bağımsızlığına sahip çıkmak olduğunu yeniden hatırladı.

SON DAKİKA