Brexit sonrası Türkiye-İngiltere ilişkileri
İngiltere, 23 Haziran 2016'da yapılan referandumla, tarihinin dönüm noktalarından biri olan Avrupa Birliği'nden ayrılma kararını aldı. Bundan üç hafta sonra ise, Türkiye tarihinin dönüm noktalarından birini yaşayacak ve 250 kişinin öldürüldüğü kanlı bir darbe girişimini püskürtecekti. Bu iki olay, iki ülkenin sonraki dönemdeki hareket tarzını şekillendirecek merkezî kırılmalar olacaktı. Türkiye, darbe sonrasında Ankara'yı ziyaret eden ilk yabancı üst düzey temsilcinin İngiliz Bakan Alan Duncan olduğunu hiç unutmayacaktı.
Bundan dört ay sonra ise, İngiltere Başbakanı May, Washington'ın ardından ikinci yurtdışı gezisini Ankara'ya yapmıştı. May'in gezisi vesilesiyle, Türk savaş uçağı yapımı için İngiliz savunma ve havacılık şirketi BAE Systems ile 125 milyon dolarlık anlaşma imzalandı.
Yine millî savunma sanayimizle işbirliği anlamında önemli bir açılım daha İngiltere'den gelmişti. Türkiye'ye silah ihracatını durduran Almanya'nın, ürettiğimiz Altay tankı için âdeta ambargo uygulayarak motor vermemesi karşısında, İngiliz Caterpillar şirketi, yeni nesil CV12 tipi motoru teklif etmişti.
İngiltere'nin ticarî çıkarları açısından şüphesiz öncelikli gündem maddelerinden biri, Pekin'den Londra'ya uzanacak "Demir İpek Yolu" projesidir. Türkiye ise Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan konumuyla bu projenin en önemli ayaklarından biri olduğu için istikrarımızın muhafazası noktasında da örtüşen çıkarlarımız mevcut. Ayrıca Brexit sonrası Alman-İngiliz rekabeti hızlanırken ve Almanya'nın Türkiye'ye karşı düşmanca tavrı ortadayken, her zaman mutedil görünmeye gayret eden İngilizlerin daha rasyonel gelmesi de şaşırtıcı değil.
Kaldı ki Büyükelçi Richard Moore'un "Darbe girişiminin arkasında Gülen hareketinin olduğunu iyi biliyoruz" veya "S-400 alımı Türkiye'nin kendi alacağı bir karardır" şeklindeki beyanatları da eski ABD Büyükelçisi Bass'ın berbat performansıyla kıyaslandığında, ortaya Türkiye'nin millî güvenliğine karşı daha hassas ve egemenlik haklarını tanıyan oldukça farklı bir tablonun çıktığını söylemek mümkün. Bu beyanatlar silsilesine, eski İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw'un dile getirdiği "Darbe girişiminde Fetullah Gülen örgütünün olduğu gün gibi ortada" ifadesini de eklemek gerekir. İngiliz Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Raporu'nda da bu tespitin yer alması, resmî bir devlet tavrının söz konusu olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Aslında belki de en az FETÖ konusundaki benzer anlayışlar kadar önemli olan İngiltere'nin Suriye meselesinde ABD'nin YPG ile ilişkisine dair kaygılarıdır. Nitekim ABD'li askerlerin onayı ve gözetiminde, DEAŞ ile YPG'nin anlaşması sonucu DEAŞ'lı teröristlerin aileleriyle birlikte Rakka'yı terk ettiklerinin görüntü ve ses kayıtlarının BBC tarafından tüm dünyaya ilan edilmesi bu kaygının ne kadar haklı sebeplere dayandığının delilidir.
ABD'den en büyük şikâyetimiz bir zamanlar millî güvenliğimizi tehdit eden konularda yeterince hassas olmamasıydı. Şimdiyse ABD iç politikası (Gülen'i koruma, Zarrab davası, vb) ve dış politikası (YPG'ye destek) âdeta bir numaralı millî güvenlik sorunumuz haline gelmiş bulunuyor. Gelinen yerin müsebbibi ise hiç kuşkusuz ABD'nin kendisi.
Mevcut tabloda İngiltere Türkiye'nin Batı'da sahip olduğu en mantıklı ve güçlü müttefiki olabilir; Yıldırım'ın dört bakanla birlikte yaptığı İngiltere ziyaretine bu açıdan bakılabilir. Ziyaretten çıkan sonuç, iki ülke arasındaki işbirliğinin artırılarak devam ettirilmesi yönünde olmuştur.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.