Eğer bu gazetecilikse, cezaevindeki mahkûmların suçu ne?
Hafta sonu Türkiye'de aralarında gazetecilerin ve polislerin bulunduğu 27 kişi ifadelerine başvurulmak üzere gözaltına alındı. Kimileri ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Bazılarının işlemleri de halen devam ediyor. Gelişme üzerine ABD ve Avrupa basını "Türkiye'de basın özgürlüğü tehdit altında" şeklinde haberler yaptılar. Siyasilerin tutumu da farklı değildi. Peki, son gözaltılar bir basın özgürlüğü tartışmasının konusu mu? Yaşananlar, yalnızca siyaseten doğruculuğun kalıplarıyla değerlendirilebilecek gelişmeler mi? ABD, AB ya da kurumsallaşmış herhangi bir demokrasi benzer bir durumda nasıl tavır alırdı?
Hafta sonundaki operasyonlar, 17 ay mahkemeye çıkartılmadan hapis yatan MS hastası Mehmet Doğan isimli vatandaşın şikâyeti üzerine başladı. Türkiye yasal dini bir cemaatin önemli simlerinden olan Mehmet Doğan aylar sonra çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Doğan'ın iddiasına göre aralarında gazetecilerin ve polislerin olduğu bir yapı kendisine ve çevresindekilere sahte delilerle kumpas kurmuştu. Üstelik iddialarına göre operasyon emrini de, medya linçini de halen ABD'de yaşayan ve eski bir İmam olan Fethullah Gülen isimli şahıs vermişti.
Emmy ödüllerine aday olacak cinsten
Fettulah Gülen Türkiye'de "Cemaat" ismiyle bilinen dini bir grubun lideri. 1999 yılında hakkındaki "paralel devlet" iddiaları nedeniyle soruşturulacağını anlayınca ABD'ye kaçtı. Halen Pennsylvania'da yaşıyor. Gülen'in, özellikle yargı ve güvenlik bürokrasisinde devletten bağımsız hareket eden bir kısım bürokratı yönettiği herkesçe kabul ediliyor. Zaten kendisi de, taraftarları da bu iddiaları yalanlamak şöyle dursun, bir itibar malzemesi olarak kullanıyorlar. Cemaat ayrıca onlarca televizyonu, gazeteyi ve dergiyi barındıran bir medya gücünün de sahibi.
İmamın kehaneti bir anda gerçek oluyor
Evet, Gülen vaazında "Taşhiyeciler" dediği cemaatin lideri, hafta sonundaki operasyonun başlamasına neden olan şikâyeti yapan Mehmet Doğan'dı. Gülen'in taraftarlarına mesaj verdiği bu konuşmasının ardından, Cemaatine bağlı gazetelerde "Tahşiyeci" dediği kişilere yönelik karalama yazıları yazılmaya başlandı. Bu karalama kampanyası şaşkınlık verecek derecede sistematikti. Öyle ki Gülen'in hedef gösterdiği Doğan ve çevresindekiler, Cemaatin televizyon dizilerinde "Tahşiye terör örgütü" olarak hikâye edildi.
Mehmet Doğan ve arkadaşları çıkarıldıkları ilk mahkemede serbest bırakıldılar. Başka türlüsü de olamazdı. Zira bu kişiler hakkındaki tek delil, Gülen'in medyasında yer alan haberler ve dizilerdeki senaryolardan ibaretti. Sanıkların evlerinde bulunduğu iddia edilen el bombalarının üzerinden de suçlananların değil arama yapan polislerin parmak izleri çıkıyordu. Üstelik bilirkişi raporları bu bombaların başka operasyonlarda polis tarafından ele geçirilen malzemeler olduğunu söylüyordu.
Paralel yapı son operasyonu deşifre etti
Ancak skandal bunula da sınırlı değil. Hakları ihlal edilen Doğan ve arkadaşları hukuk yoluyla şikâyetçi olunca savcılık da adı geçen şahıslara yönelik bir soruşturma hazırlığına başladı. Ne var ki savcılığın soruşturmasında ifadesi alınmak üzere gözaltına alınacak şahısların isimleri polisteki Paralel Yapı üyelerince operasyondan önce medyaya servis edildi. Bunun üzerine de soruşturmada adı geçen bazı isimler yurt dışına kaçtı. Kalanlar ise medya şovuna başladılar.
Kısmen de başarılı oldular. Haklarında hiçbir şikâyet yokmuş gibi, konuyu basın özgürlüğü kapsamında tartıştırmayı başardılar. Özellikle de dış kamuoyunda. Evet, Türkiye'de Cemaat medyası dışında kendilerine destek veren yok ama uluslararası camiayı kısmen etkilediler. Bu durumu, Cemaatin yurt dışındaki lobi faaliyetlerini yöneten bir yetkilisi, Washington'dan attığı şu tweet ile adeta itiraf ediyordu.
"Batı basınında, ABD ve AB kurumlarında Türkiye'de olanlar basına saldırı olarak algılandı. Bunu değiştirmek için uğraşacakların işi zor."
Kendi ülkenizde olsa ne yaparsınız?
Evet, yukarıdaki Cemaat mensubunun farkında olmadan itirafta bulunduğu tweet de söylediği gibi, ABD'de ve AB'de bu oyuna gelenler çok. Ancak şu soruları konuyu basın özgürlüğü kapsamında değerlendirenlerin cevaplamaktan kaçamayacağı kesin. Şikâyet üzerine gazetecilerin ifadelerine başvurmak için gözaltına alınmasına kategorik olarak karşı olmak özgürlükçülük mü yoksa ayrımcılık mıdır? Tehdit, kumpas, sahte delil üretme, insanların kişilik haklarına saldırı, bireyleri özgürlüklerinden mahrum bırakma iddiaları, gazetecilik faaliyeti kapsamında değerlendirilecek ithamlar mıdır?
ABD'de ya da bir Avrupa devletinde vatandaşların yargı kararlarını delil göstererek şikâyetçi olmaları halinde, suçlanan kişiler gazeteciyse haklarında hiçbir hukuki işlem yapılmamakta mıdır? Masumiyet karinesi, gazetecilerin ya da "ayrıcalıklı meslek gruplarının" diğer vatandaşları bağlayan soruşturma ve kovuşturma süreçlerinden muaf tutulması anlamına mı geliyor? Asıl, soruşturmaya uğrayanların mesleklerine göre sınıflandırılması ve kendilerine farklı muamele edilmesi sorun değil midir?
Kurumsallaşmış bir demokrasi de, yargının yürüttüğü soruşturmaların kamu görevlilerince muhataplarına önceden sızdırılması, bir ulusal güvenlik problemi değil midir? Ve son soru. ABD ve AB basını ve bazı yetkililer, evrensel hukukun devletlerine tanıdığı hakları doğuda bir ülkenin kullanmasını niçin sorun olarak görmektedirler? Biz Türkiyeliler bu çifte standarttan çok sıkıldık, bilesiniz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.