Gökyüzüne bakmak...
Yağmur günlerindeyiz. Yok! Havayı birden güze çeviren, durup dururken bizi iç sıkıntılarına sürükleyen, şehrin pisliğiyle, çamuruyla boğuşmamıza yol açan yağmurlardan söz etmiyorum.
Kastettiğim Perseid meteor yağmurları!
Hani "yıldız yağmuru" diye bildiğimiz şey...
Hani bazen bakışlarımızı kısacık bir an için yukarıya çevirdiğimizde karşılaşırız da sanki gökyüzü bize göz kırptı sanırız. "A, yıldız kaydı" diye heyecanla çevremizdekileri ayağa kaldırdığımız da olur ya bazen...
O işte!
Ama gökte bir uçtan ötekine kayıp giden ateş topları yıldız falan değil aslında, göktaşları...
Bir de kayan her yıldızla birlikte dilek tutma ritüeli var ki, insanın içini çocuksu bir neşeyle doldurur.
Fakat gökyüzüne bakmak... Aslında derin bir hüzün kaynağıdır benim için.
Çocukken tanıştığım ve bir daha beni hiç terk etmemiş ilahi bir ürperiştir.
Sonsuzluğu, yıldızları, evrenin karanlık uçlarını düşünerek ağladığım ve sonra ninemin ilahi geleneklerden süzülmüş masallarıyla rahatladığım geceleri nasıl unuturum!
Yani cep telefonumda bulunduğum yeri sabitledikten sonra baktığım yönde hangi takımyıldızlar var, insan yapımı uydular neredeler, güneş ne yönde kalıyor; hepsini görebiliyorum.
Çok yararlı ve ilginç bir uygulama!
Ama insanın astronomik malumatın gözlüklerini takarak başını gökyüzüne kaldırması öyle kuru, öyle sınırlı bir eylem ki...
Gecenin lacivert örtüsü bütün semayı kapladığında gözlerimin yerini kalbim alıyor.
Yıldızlarla aramızdaki (astronomik değil) metafizik "mesafe"nin içimizde uyandırdığı hüzün...
Rainer Maria Rilke'nin, kalbimizi avuçlarının içine alıveren o şairin dizeleri geliyor şimdi aklıma...
"Ve geceler ağır
Dünyamız kopmuş gibi yıldızlardan
Kaymada yalnızlığa...
Hepimiz düşmedeyiz,
Şu gördüğün el de düşüyor.
Nereye baksan o düşüş.
Ama Bir'i var ki, düşenleri tutuyor.
Yumuşak ve sonsuz."
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.