Pazar notları: Uçurtma!
İş çıkışı saati... Maslak'taki pek yüksek ve gösterişli plazaların önünden geçiyorum. Etraf şık genç kadınlar ve kravatını gevşetmiş beyaz gömlekli genç adamlarla dolu... Servise veya banliyö trenine binince yorgunluktan hemen uykuya dalıveren emekçilere benzemiyor halleri. Onlar da yorgunlar. Ama çalışmaktan değil de, kavga dövüşten çıkmış gibi yorgunlar! "Kariyer yapmak" denilen şey böyle bir şey artık! Yüzünden gülümsemeyi hiç eksik etmeden çevrendekilere hırs, haset ve endişe yumrukları savurmak...
Dünya, ülke, toplum üzerine ne çok iddiamız, ne çok fikrimiz, ne çok sözümüz var! Ama hiç dönüp sıradan ve gündelik hayatlarımıza bakmıyoruz. Oysa iyi, güzel ve doğru olan ne varsa, ilk orada yenik düşüyor! Mesela yeni yetmelere özgü bir "saflıkla" sormak istiyorum: İşinde bir parça başarı ve mevki elde edebilmek için vicdanını satanların ve pervasızca gaddar olabilenlerin dünyası, ülkesi ve toplumu üzerine atıp tutmalarına kulak vermek gerçekten anlamlı mıdır?
***
Alaçatı Uçurtma Şenliği... Ne güzel, insanlar aşırı rüzgara ve serin havaya rağmen toplanmışlar, eğleniyorlar! Ama o da ne! Uçurtma demeye bin şahit gerektirecek dev boyutlu acayip oyuncaklarıyla alana gelen şunlar da kimin nesi? Ciplerinden iniyor, purolarını yakıp bir iple yere sabitlenmiş, hiçbir beceri gerektirmeden yükselen oyuncaklarını izliyorlar. Bir yandan da en teknolojik(!) uçurtmaya sahip olmanın kibriyle etraflarındakileri süzüyorlar. Anlamam imkansız! Yahu uçurtma uçurmanın güzelliği uçurtmanın gökyüzündeki başıboş halinin ve rüzgarın sürprizlerinin bizde yarattığı neşeden kaynaklanmıyor muydu?
Bizim şimdi yaşadığımız bulantıyı Ernest Renan 19. Yüzyıl'da yaşamış ve not düşmüştü. İnsan yalvarıyor: Tanrım ruhumu kurtar! Sonra birdenbire kuşkuya düşüyor: Bir ruhum kaldı mı benim?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.