Öğrendiklerim...
Seviyoruz ama sevindiremiyoruz, seviliyoruz ama sevinemiyoruz. Herhalde bambaşka bir şeyi, basbayağı bir yalanı "sevgi sanarak yaşıyoruz.
Ne kadar az sevinç var ve yerini belki tutar diye, ne kadar çok şımarıklık! Ne kadar az neşe var ve yerini belki tutar diye, ne kadar çok eğlence!
Gençliğimi hatırladım şimdi. Ne çok susardım, sırf iletişim kurabilmek için... Ve bazen hiç durmadan konuşurdum, iletişimi koparmak için.
Meyvesi kurumuş gitmiş! Kalana "çekirdek aile" diyorlar.
"Gözlerim çok güçlüdür" diyor. "Maşallah!" diye karşılık vermeye hazırlanırken duraksıyorum. Çünkü biliyorum, çok uzun zamandır hakiki anlamda bakıp görmüyor. Ya barkod okuyucusu gibi kullanıyor gözlerini ya da kameranın objektifi gibi.
Adam "insan" değil, o kadar alçak, o kadar merhametsiz, o kadar bencil. Fakat bir yandan da hiç durmaksızın bunu itiraf ediyor: "Ben bir bireyim!"
Bir gurur, bir gösteriş... Neymiş? Kendini seviyormuş... İyi ki öyle! Ya bu şişinen halleriyle kendini değil de başkalarını sevmeye kalkışsaydı!
Christian Bobin çocukluğun farkını ne sarsıcı biçimde anlatıyor: "Çocukluk biter, bekleyiş başlar. Sonsuz bir zamanda yaşayıp her şey olduğumuzu sandığımız zaman bitmiştir, artık ölümü bekleriz." (A Little Party Dress)
Sardunyadan öğrendiğim... İlgilenmiyor, haşır neşir olmuyor, besleyip büyütmüyorsan kokulu bir çiçek olduğunu asla bilemezsin.
Gülden öğrendiğim... Sen sadece beklersin. Sulayarak, gübreleyerek, bazen sadece karşısına geçip bakarak beklersin... Zamanı ve cevabı o bilir. Bir sabah aniden belirir goncalar. (Dikeninden bahsedeceğimi düşündüyseniz, söyleyeyim: Hiç fark etmedim!)
Gelinciklerden öğrendiğim... Dokunmak yaralar, sahiplenmek öldürür. Güzellik, mesafedir, tutku ise hasret.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.