Pazar notları: Düştüğümüz yer...
Kaç kuşak "bizden birey çıkmaz!" diye hayıflanarak ömür tüketti. Birey olmayı marifet sandıkları için bu topraklarda doğduklarına da pişman oldular. Anlayamadılar ki, halk "insan" kalmakta direniyordu.
Kavramın çevresindeki entelektüel kurguyu azıcık eşeleyince görürsünüz ki, "bireyleşme" insanın toplum cangılında kendini kurtarma projesidir. Oysa bizim hayallerimiz ölmedi; hala başkalarıyla birlikte kurtulmayı hayal ediyoruz.
Başarısızlığın yüceliği!.. Mülteciler kapımıza dayandığında onlara "misafir" diye baktıysak, bu birey olmayı başaramadığımızdandır. "Bireyleşme"sini tamamlayan toplumların tavrını görüyoruz.
Çok dile getiriliyor son zamanlarda: "Yiğit düştüğü yerden kalkar." Neyi kaybettiğimiz de bu sözün içinde gizli. Çünkü modern insan yerden kalkamıyor. Düştüğü yerden...
Bak işte yine hatırladım! Kimi tanıdıklarım vardı; ne zaman "iyi yaşamak"tan söz etseler, ortada "iyilik" namına hiçbir şey kalmıyordu.
"İyi yaşamak" dedikleri neydi peki? Şöyle anlatabilirim: Yapmacık sevgi gösterileri, şüphesi sarhoşlukla gizlenen dostluklar, hoyrat bencillikler, haz kaynaklarının yağmalanması ve bir türlü üzeri örtülemeyen derin hayal kırıklıkları...
Bir kafedeyim. Yan masamda gençler birbirlerine soruyorlar: İyimser misin, kötümser mi? Sonra ciddi ciddi tartışmaya başlıyorlar. "Ben maalesef kötümserim; olur mu canım, her şeye rağmen iyimser olmalı!" Biri onlara bu ayrımın sanıldığı kadar anlamlı olmadığını; temel kriterin geri çağrılması gerektiğini hatırlatmalı: İyi biri misin, kötü biri mi? İyiyi eyliyor, kötüden sakınıyor musun?
Bir başka yer, bir başka kulak misafirliği... Öyle pervasız biçimde yalanlarını değiş tokuş ediyorlar ki, sohbetlerinin samimi olduğuna inanıyorlar.
"Samim" bir şeyin en iç kısmı, özü, merkezi. "Özüne sadık" kalamayanın samimiyeti mümkün mü? İçi boşalmış bir dünyanın içtenliği olur mu?
İç içeliği içtenlik, pervasızlığı samimiyet diye yutmak... Bu modern yanılsamaya derhal son vermeliyiz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.