HAŞMET BABAOĞLU

Saat kaç diye sorma, kaç!

Çok uzun yıllar İstanbullular Yenicami'nin önünden geçerken başlarını kaldırıp caminin biri alafranga, diğeri alaturka zamanı gösteren çifte saatine bakarlar; sonra kollarındaki veya yeleklerindeki saatleri ayarlarlarmış.
Refik Halid'den öğreniyoruz ki...
Bütün şehir o "temkinli, ihtiyatlı, gölgesine basmaktan ürken bir yürüyüşe" sahip saatlerin en doğru zamanı gösterdiğine inanırmış.
Geçtim o eski günleri...
On beş, yirmi yıl öncesi bile doğru zaman merak edilen bir şeydi.
Ne garip! Şimdi saat her yerde; doğru ve dakik. Merak eden yok! Kaçmak imkansız. Mobil iletişim cihazlarımız ve bütün dijital aygıtlarımız aynı zamanda birer saat.
Sonuç?
Müthiş bir telaş ve ruhsal yorgunluk.

***

Son günlerde bu köşede takvimden çok söz ettim.
Eh, başımıza musallat edilen miladi takvime göre yeni yılın şu ilk gününde de saatten söz açayım dedim.
Fakat kastım saliseleri, saniyeleri, dakikaları gözümüze sokan saat değil. (Gördünüz mü, "akreple yelkovanın dansı" gibi kalıplar bile çöpe gitmek üzere!)
Kastım içimizdeki saat!
Tabii bu terimin de bir problemi var. Çünkü "içimizdeki saat" denilince, çoğu kez biyolojik saat (sirkadyen ritim) anlaşılıyor.
Benim hatırlatmak istediğim şey ise hani "bir lahzaya bir ömrü sığdıran" tecrübelerimiz!
Belki buna "psikolojik/ruhsal saat" demek lazım.
***

İşin tatsız yanı şu...
Artık bizi sürekli gözaltında tutan saat kendisinin unutulmasına izin vermiyor!
Farklı zaman arayışlarımız ve tecrübelerimiz engelliyor.
Mesela, müzik dinlemek belli bir süre için de olsa saatin düzenini saf dışı etmek için mükemmel bir yol sayıldı.
Oysa artık içine vecd hali dahil olmuyorsa, bizzat müziğin kendisi zaman ölçüsü olarak kullanılıyor. Zaten müzik dinlemek için kullandığımız yolların neredeyse hepsinde dijital bir zaman sayacı işliyor. Anlayacağınız, asab bozucu bir tutsaklık!
Şurası kesin.
Hemen bütün kültürlerde saate karşı en kesin direniş mevzisi ibadetlerimiz.
O durumda saatin tiranlığına karşı vaktin şefkati ve "sonsuzluk duygusu" baskın çıkıyor. Akreple yelkovan usulca oradan uzaklaşıyor.
Bir de aşk öyle galiba...
Zanaatkarların ve çiftçilerin de hakkını verelim. Onlar da dur durak bilmeyen saate karşı şerbetliler.
Saatin akıp geçtiğini unutan bir zanaatkarla tik takların kölesi beyaz yakalı biri arasında uçurum var.
Fakat o da ne!
Yerim bitmiş ve ben yine lafımın ortasına bile gelememişim.
Sağlık olsun!
Şu notu da ekleyeyim: Meraklısı Ahmet Haşim'in 1921'de Dergah'ta çıkan "Müslüman Saati" başlıklı yazısını okumalı. Eşsizdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.