Zaman gelip geçerken: Yaz akşamları
Yazı sevmek, akşamlarını sevmektir... Akşam bastırınca dışarıya çıkıp muhabbet ortamlarına katılmıyorsan, ıhlamur ve yasemin kokularının peşinden gitmiyorsan, gökyüzünün güzelim lacivert örtüsünü üzerine çekip içindeki düşüncelere dalıp gitmiyorsan... Koskoca bir mevsimin değerini bilmeden zamanı harcıyorsun demektir. Tamam! Biliyorum, yaz mevsimini sevmekten bahsedilince, ayağını bir kez suya sokmamış olanlar dahi denizden, kumdan, güneşlenmekten söz ediyorlar. Nasıl da zihinleri kıskıvrak ele geçiren modern bir kurgudur bu! Oysa bu "deniz kıyısında tatil" denilen şeyin yeri upuzun insanlık tarihinde 150 yıllık bir geçmişe sahip. Yaz, akşamlardır. Başka hangi mevsimde akşamlar böyledir, söyleyin bana...
Sonra bu güzel mevsimin her gelişinde içimi ruhsal bulantılar sarmaya başladı. (Şimdilerde bu duyguyu atlatmaya başladım.) Neden mi bulantı?
İlk Gezi zamanı başladı. Uzaktan ahbaplığım olan bir takım insanların teknelerini Yunan adalarına demirleyip oralarda keyif çatarken attıkları tweet'lerle yoksul halk çocuklarını kışkırttıklarını öğrendiğim günlerde... Sonra, o dönem vaktimin geniş zamanını geçirdiğim tatil yöresinde insanların yaz gelince çok sevdiklerini söyledikleri denize bile kafalarını kaldırıp bakmadıklarını görmem iyice tadımı kaçırdı. Deniz kıyısında oturup birbirlerini ve nesneleri arsızca tüketmekle meşgullerdi.
Ve artık yalanı fotoğraflar da saklayamıyor.
Herkes yalnızca kendini aldatıyor.
Bkz. Instagram.
Yapmayın arkadaşlar, bu kadar uydurma tabaklar, bu tatsız yemekler, bu şovlar... Olmuyor!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.