Zaman akıp geçerken: Sardunyalar, kahveler, insanlar...
Gençlere, yeni yetme çağındaki çocuklara bakıyorum. Öyle uzaktan değil, mahalleden, sokaktan, hayatın ta içinden... Müthiş bir "aile sancısı" görüyorum. Anne baba kendi hayat kavgaları içinde kavrulup giderken çocuklarına dair kafayı taktıkları tek şey okul başarıları olmuş. Eh, o "başarı" dediğiniz nedir? Kıtlık içinde varlık. Yani herkes için değildir, herkese yetmez... Bakıyorum, çocuklar için tatlı bir sığınak olması gereken evleri hemen dışarı kaçılacak boğucu bir yere dönüşmüş... Çocuklar mutsuz, ebeveynler mutsuz ve en fenası bütün bunlar doğru düzgün konuşulmuyor, mutsuzluk bir uğultu gibi... Kulakları tırmalıyor. Ama herkes işitmezden geliyor. Niye yazdım bunları? Hani soruyoruz ya, niye gençlere eğlenmek bile iyi gelmiyor diye... Neşelerini erkenden kaybediyorlar çünkü.
***
***
***
Artık "kahve" içmiyoruz, malum. Şu yörenin, şu harmanın, şu teknikle pişirilen kahvesini içiyoruz... Kahve endüstrisi tiryakilerin kültürünü "derinleştirerek" hem hava atıyor, hem de kazancını sağlama alıyor. Geçen gün Asaf Halet Çelebi'nin 1940 tarihli ve tatlı tatlı dalgasını geçen şu yazısına rastladım: "Hakikaten Muka kahvesi denilen ve aslı Yemenli olmayıp Habeşli olan kahve zenciler gibi ekşi rayihalıdır. Halbuki cenubi Amerikalılarda İspanyol kanı ilk hamlede anlaşılır; onlar tatlıdır. Yine mesela Martinik kahvesi de yarı ekşi, yani yarı melezdir. Bundan şu neticeyi çıkarıyorum ki, nebatlar da artık insanlaşmak mecburiyetini anlamışlar ve dört elle terakki, tekamül, medeniyete sarılmış gidiyorlar."
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.