Gözler 28 Mayıs’ta
Batı'nın boy hedefindeki Erdoğan'ın 14 Mayıs'ta elde ettiği başarı gösterdi ki küresel masallar ve emperyal anlatılar dönemi bitiyor. Hibrit yani melez bir jeo-politika dönemindeyiz artık.
Değişen bir dünya düzeni, küçülen bir ABD imparatorluğu, göçler ve büyük ekonomik çöküşlerle birlikte yükselişe geçen yeni güçler, Batı'nın küresel statükosunu temellerinden sarsıyor.
Amerikan sonrası dünyada, kökü ırkçılığa kadar dayanan Immanuel Kant'ın revize edilmiş 'neo-liberal kozmopolitanlığı' yerine artık İbn-i Haldun"un jeo-kültürel dinamiklere dayanan 'asabiyesi' öne çıkıyor.
Türkiye, Çin ve Rusya örneklerinde de görüldüğü üzere herkes köklerine dönerek yeniden büyüyor.
Denilebilir ki Rusya lideri Putin, şu sıralar Batı'dan Soğuk Savaş sonrası dönemde horlanmanın intikamını alıyor biraz da. Çin Devlet Başkanı Cinping de her gittiği yurtdışı gezisinde Batı'yı beş bin yılık medeniyetlerine saygı göstermeye çağırıyor. Her seçimden zaferle çıkan Erdoğan da bütün konuşmalarında Batı'nın artık Türkiye'ye hiza veremeyeceğini haykırıyor.
Dolayısıyla neo-Osmanlı Türkiye, neo-Konfüçyüs Çin ve neo-Sovyet Rusya bugün Batı'ya değil daha çok birbirlerine bakıyor.
***
Zira Rusya ile Çin askeri ve ekonomik güçleriyle, Türkiye ise demokratik ve jeo-kültürel duruşuyla Batı'yı büyübozumuna uğratıyor.
Bu nedenle, 2013'teki Gezi'den beri yaşadıklarımız Türkiye'nin yeni dünya düzenindeki pozisyonu, ufku, tasavvuru, talepleri ve izlediği siyasetle oldukça yakından ilgili.
Sayın Erdoğan liderliğindeki yeni Türkiye'yi eskiden olduğu gibi Batı güdümünde bir 'uydu ülke' yapma projesi ters tepti. Bu anlamda ABD ve müttefikleri, en büyük siyasi ve tarihi darbeyi bizzat darbeye yeltendikleri Erdoğan'dan yediler, yemeye de devam ediyorlar.
***
Kimi Erdoğan'ın bir dünya lideri olduğundan, kimi izlediği 'stratejik bağımsızlık' diplomasisiyle ülkesini bir küresel aktöre dönüştürdüğünden, kimi birbirleriyle sorun yaşayan farklı dünya liderleriyle iletişim kanalına sahip tek devlet başkanı olduğundan, kimi de tahıl koridoru anlaşmasıyla dünyayı olası bir açlık krizinden kurtardığından bahsediyor.
Elbet bir hinlik var bu övgülerde. Şerbetliyiz artık. Fakat şunu da iyi biliyoruz ki eğer hayat bir münakaşadan ibaret olsaydı yerli ve küresel statükocular devasa medya propagandalarıyla bugün irademizi çoktan teslim almışlardı.
Oysa bu milletin kalbi de iradesi gibi 'immensum'dur. Yani ne rehnedilebilir ne de rehin alınabilir. Öyle görünüyor ki 28 Mayıs'ta bu hakikati bir kez daha yaşayacağız.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.