
Zor zamanlar
Amerikalı tarihçi Dr. Hal Brands jeopolitikayı 'demokratik ve 'otokratik' diye iki kola ayırıyor. Tıpkı Amerikan yönetiminin dünyayı revizyonist ve otokratik güçlerle liberal ve demokratik güçler şeklinde iki bloka ayırmasındaki ideolojik mantığı izliyor. Brands'ın bu ayrıştırmayı jeo-politikaya taşıması şaşırtıcı değil.
Çünkü Brands da Halford Mackinder'in (1861-1947) izinden giden biri. Avrasya'yı 'Dünya Adası' diye tanımlayan Mackinder, 'Tarihin Coğrafî Dönüm Noktası-Ekseni/The Geographical Pivot of History' adlı makalesinde Anglo-Sakson jeo-politiğinin temellerini atmış ve modern 'güçler dengesi' adlı formasyonun mimarı olmuştur.
İngiliz jeo-politikçi Mackinder'in asıl hedefi deniz gücüne sahip Britanya ve ABD'nin 'küresel kara hâkimiyetlerini' nasıl sağlayacağıdır. Batı'nın hezimetle sonuçlanan Moskova seferlerinden ders çıkaran Mackinder, 1919'da yayımladığı 'Demokratik İdealler ve Gerçek' kitabında Anglo-Saksonlara Avrasya'yı bölünmüş halde tutmayı önerir.
Bunun yolu da kıtada Rusya-Çin, Çin- Japonya, Almanya-Rusya veya HindistanÇin gibi aktörler arasında çatışma ve rekabete dayalı bir 'güç mücadelesi'ni canlı tutmaktan geçiyor. Açık deniz güçleri olan Britanya ve ABD, devreye soktukları bu stratejiyle Kuzey Buz Denizi'nden Hindistan Okyanusu'na, Pasifik kıyılarından Portekiz'e kadar ulaşan büyük Avrasya kıtasını bölerek yönettiler. Kıtanın büyük güçlerinin ittifak kurmasını engellediler.
***
Haliyle Wilsoncu ideallerle teşvik edilen ulusların kendi kaderini tayin dalgası her açıdan Mackinder'in emperyal vizyonunun hayata geçirilmesiydi. Zira Avrasya'nın ulusal bölünmüşlüğü ve çatışması, ABD ve Britanya'yı tehdit edecek bir deniz gücü oluşumunu engelleyecekti.
Fakat Rus lider Putin 2007'de Münih Güvenlik Konferansı'nda "ABD'nin tek başına dünyayı yönetmesi ne ahlaki ne de siyasidir. Bu kabul edilemez" diyerek isyan bayrağını çekti ve önceliğinin Avrasya olacağının altını çizdi. 2013'te de Çin lideri Şi Cinping, Asya ve Avrupa'yı birleştirmeyi hedefleyen 'Tek Kuşak Yol' girişimini ilan etti. Bu iki hamle Mackinder'in 'ideoloji ve jeo-politika' arasındaki birlikteliğe dayalı 'böl ve yönet' teorisini sarstı. Haliyle Soğuk Savaş'tan sonra 'tarihin sonunu' ilan eden ABD'nin liberal demokrasiyi geleceğin tek ideolojik dalgası diye niteleyen varsayımı da çöktü.
***
Geldiğimiz aşamada Çin, Pasifik'te ABD'den daha güçlü bir donanmaya sahip ve Atlantik'e meydan okuyor. Rusya da Ukrayna savaşında karada ve havada Batı'ya karşı gücünü ispatladı. Gerçekleri gören ABD Başkanı Donald Trump, bu nedenle yeni bir güç dengesi ve ittifak arayışına gidiyor, işlevsizleşen bütün liberal değer ve kurumlardan ise yüz çeviriyor.
Bu bağlamda küresel rekabet her açıdan 1930'ları andırıyor. Adolf Hitler'in jeo-politikçisi olarak bilinen Dr. Karl E. Haushofer'in o yıllarda "Dünya, genel bir politik temizliğe ve yeniden bir güç dağılımına ihtiyaç duyuyor" sözleriyle ifade ettiği anlayışın giderek küresel bir norma dönüştüğü çok kritik bir süreçten geçiyoruz.
Küresel gidişatı iyi gören Türkiye bu nedenle bir yandan enerji ve savunma alanındaki hamlelerini sürdürürken diğer yandan da iç cephesini güçlendiriyor.
Çünkü küresel gerilimlerin artarak sürmesi hiç de hayra alamet değil.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.