Fıkralar rüzgarında
Bazen insan kendisini bir kargaşa denizinde akıntıya kapılmış gibi hissediyor.
Bakıyorsunuz, kavramlar birbirine geçmiş, insanlar sanki ürettikleri ideolojilerinin altında eziliyorlar. Tıkanmış soluklarının ardında, dünyanın dedikodusuna mahkum olmuşlar.
Bir bakıyorsunuz, kendilerini unutup, varlıklarını temize çekebilmek için, başkalarının hayatları üzerinde, durmadan başkaları hakkında konuşuyorlar.
Ne yazık... Sokrates'in savunmasındaki gibi oysa her şey:
"Başkaları hakkında kötü söz söyleyenler, aslında kendi haklarında konuşuyorlardır."
Mizahımızın şemsiyesi altında, klasik bir fıkrayı hatırlıyorum hemen.
Genç kız gelin olmuş. Giderken ağlamaya başlamış.
Kızın gözyaşlarına dayanamayan babası:
-Gitmesin, demiş...
Genç kız hemen ağlamayı kesip, gözyaşlarını silmiş:
-Zararı yok babacığım. Sen bana bakma. Hem ağlarım, hem giderim!
***
Bir gün Compte de Montauban:
-Neden boşuna ısrar ediyorsunuz, demiş.
Hangi gücünüze güveniyorsunuz?
Osmanlı Devleti'nin ne kadar zayıfladığını görmüyor musunuz?
-Hayır Kont, hayır, demiş Fuad Paşa. Osmanlı Devleti asla zayıflamamıştır.
Bütün gücünü koruyor! Üç yüzyıldır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalıştığımız halde, bir türlü yerinden sarsamadık!
Bazen insan kimin haklı olduğunu şaşırıyor, eski bir anlatıda olduğu gibi:
Şair Hüseyin Siret, dönemin en ünlü şairi Yahya Kemal'e son şiirini okur. Şiir:
"Rehgüzerimde bir garip horoz
Eyliyordu benimle istihza..."
dizeleriyle sona erer.
(Günümüz Türkçesiyle: Yolumun üzerinde bir garip horoz, benimle alay ediyordu.)
Hüseyin Siret, şiirini okuyup bitirdikten sonra şair Yahya Kemal'e sorar:
-Nasıl buldunuz üstad?
Yahya Kemal yanıtlar:
-Bence Horoz haklı...
Gülümseten bir başka fıkra ile bitirelim bu yazıyı:
Tilkinin biri yel gibi gidiyor... Sansar, ardından güçbela yetişip sormuş:
-Neden bu kadar telaşlısın dostum, bir şey mi oldu?
-Sorma demiş, tilki. Yeni bir sefer açılmış. Yeniçeri ağası 'mekkare'* hazırlıyormuş.
Ben buralarda duramam gayrı!
-Sana ne yahu demiş, sansar. At değilsin, deve değilsin...
-Sen durumu bilmiyorsun, demiş tilki. Tozdan dumandan ferman okunmuyor. Kimin ne dediği, ne yaptığı belli değil. Bir ele geçirirlerse, tilkiliğimi ispat edene kadar post elden gider.
*Mekkare: Osmanlı'da seferberlik dönemlerinde, at, deve, katır gibi hayvanlar, zorunlu ordu birliklerine dahil edilir, hayvanların sahiplerine ordu hizmeti karşılığında para ödenirmiş. Bu işleyişe 'mekkare' denirmiş.
İsmet "biraz ağlayabilmek için / fotoğraflar çektirir / babam / seferberlikte mekkâredir."
Özel'in bir şiirinde bu kelime şöyle geçer:
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.