Hayat Notları: Yaşam Ustalığı
Sizce çok konuşup az dinlemek mi, az konuşup çok dinlemek mi değerli?
Dinlemeyi bilmek, dinlerken sabırlı olmak, karşındaki insanı anlamaya çalışmak günümüzün en zor zanaatı. Galiba bir yaşam ustalığı.
Belki de az konuşup elinden geldiğince, yapabildiğince çok dinlemek; aslında çok şey bilmek yerine, az bildiğini iyi bilmek kadar değerli.
Yani insan uykuda duymaz, hissetmez, sadece rüya görebilir.
Ama gündelik hayatta uyanık olan insanlık, bazen çevresindeki insanlara ve yaşamın kendisine duyarsız ve sağır olabiliyor. Kalbi mühürlü insan topluluğu.
Demek ki uykuda olan insan, bazen uyanık olandan daha iyi. İşte bu yüzden, şimdilerde çoktan unutulmuş felsefe ırmağındaki filozof Heraklit'e göre; insan uyanıkken bile derin bir uykudadır.
Karınca olanca gücüyle bağırmaktadır:
-İmdat dünya boğuluyor, diye.
Nehrin kıyısında yürüyen tavşan seslenir:
-Karınca kardeş boğulan sensin, neden 'dünya boğuluyor' diye bağırıyorsun.
Karınca yanıtlar:
-Ben boğuluyorsam, dünya da boğuluyordur. Ben yok olunca dünyanın anlamı olmaz.
İnsan da aynı karınca misali, genel olarak boğduğu ya da boğulduğu dünyada kendi anlamını arar.
Bu yüzden bir zamanlar, yaşadığı çağa aykırı şeyler söyledi, diye baldıran zehiriyle öldürülmesine karar verilen Sokrates, savunmasında "Hiçbir şey bilmediğimi biliyorum" demişti.
Yani hiçbir şey bilmediğimizi bilmek, bilmenin ilk adımı sanki.
Yine bu bilmek konusunda, ünlü bir sufi anlatısı da şunu aktarır:
Filozof İbn Sina ile Sufi Ebu Said karşılaşmışlar.
İbn Sina "Benim bildiklerimi, o görür" demiş.
Ebu Said, "Benim gördüklerimi, o bilir" demiş.
Görmekle, bilmek; birbirini tamamlar böylece.
İnsanlık, en zalim hükümdarından, en iyi yürekli politikacısına kadar hem iktidarı hem de yaşamı sanki sonsuzmuşcasına, mülk edinerek tüketiyor.
Hiç ölmeyecekmiş gibi hırslı, aç gözlü, her şeyi tüketecekmiş gibi çaresiz yaşıyor günümüz insanlığı.
Yazık değil mi? İnsan bir ölüm bilincine sahip olursa halbuki; yaşamın anlamı, anların anlamı, daha değerli, daha sevgi dolu kılınmaz mı?
Hasta şaşkınlıkla olanı izlerken, son talep geliyormuş:
"Şimdi beyaz çizginin üzerinde ikinci bir nokta işaretleyin, o nokta da işte sizin ölümünüz olacak."
Beyaz çizginin üzerinde hem kendi doğum noktasını hem de ölüm noktasını işaretleyen hastaların çoğunun etkilendiğini, yaşama bakışının değiştiğini Yalom "Varoluşcu Psikoterapi" adlı kitabında.
Ya da daha anlamlı yaşayan, anlamına sahip çıkan bir varlık.
Hırslardan, kötülüklerden, kavgalardan, cehaletten kurtulmuş bir varlık.
Hakikati arayan, aklını kullanan, aklına sahip çıkan, yürekli varlık.
Yüreğine yürekle dokunan varlık. Bu yüzden mi dedi acaba Mevlana; "Akıl, hakikatin gölgesidir; gölge nasıl gün ışığıyla yarışabilir?" diye.
Bir tilki dehşet içinde kaçıyordu.
Birisi ne olduğunu sordu. Tilki cevap verdi:
"Develeri angaryaya koşuyorlar."
"Ahmak" dediler; "Develerin başına gelenin seninle ilgisi yok. Sen deveye benzemiyorsun bile."
"Susun" dedi tilki, "sonra hilekarın biri, benim de deve olduğumu söylese, beni kim kurtaracak?"
İyi pazarlar efendim...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.