NAZLI ILICAK

Söz ola kese savaşı...

Tayyip Erdoğan, elinden geldiği kadar olumlu yaklaşmak istedi 1 Mayıs'a. Meselâ, AK Parti hükûmeti, bu günün, "Emek ve Dayanışma Bayramı" olarak kutlanması kararını aldı. Oysa Bülent Ecevit, arka planını göz önünde bulundurduğu için, 1 Mayıs'ın, işçi bayramı olması fikrine soğuk bakmış, Sendikalar Kanunu ile Grev, Lokavt ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun kabul edildiği 24 Temmuz'un işçi bayramı olarak kutlanmasını desteklemişti. Oysa işçi hareketi, enternasyonal bir harekettir. 1 Mayıs'ın temelinde, 8 saatlik işgünü talebi yatmaktadır. 8 Mart Kadınlar Günü de, benzer bir hikâyeye dayanıyor. Hem 1 Mayıs, hem 8 Mart, emeğin kıyasıya sömürüldüğü 19. asırda, işçi sınıfının sermayeye başkaldırdığı ve mücadelesini zaferle taçlandırdığı günlerin hatırasını taşıyor. Türkiye'de sendikal hakları kazandılar diye, 24 Temmuz'u işçi bayramı yapacaksak, kadınlar için de, Medeni Kanun'un parlamentoda kabul edildiği 17 Şubat'ı esas alabiliriz.
İtiraf edeyim ki, Sovyetler Birliği yıkılmadan önce, kökü Marksizm'e dayanan böyle özel günleri, ben de bir tehdit gibi görüyordum. Ama, artık şartlar çok farklı. 1 Mayıslarda, 8 Martlarda, elde edilen kazanımlara rağmen, hâlâ mağdur durumunda olan işçiler ve kadınlar, dünya işçileri ve kadınlarıyla dayanışma halinde hak mücadelesini sürdürüyor.
***
Türkiye'de, 1 Mayıs hep sancılı geçti. Özellikle 1977'de, Taksim Meydanı kana bulandı. 1 Mayıs'ı herkes kutluyordu ama, kimine göre işçi bayramıydı, kimine göre bahar bayramı. 12 Eylül yönetimi, 1 Mayıs bayramını kaldırdı.
AK Parti hükûmetinin, bu günü, "Emek ve Dayanışma Bayramı" olarak ilân etmesi yerinde bir adım. Ama, bu olumlu adım, iki şeyle gölgelendi: Birincisi, keşke, o günün tatil yapılmasına karşı çıkılmasaydı. Madem sadece 200 gün çalışıyoruz, bir eksiğiyle, 199 gün çalışmış olurduk. Ayrıca tatil, yalnız devlet daireleri için geçerli. İkincisi, sendikaların Taksim Meydanı talebi karşısında, Erdoğan'ın ağzından çıkan "Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar" cümlesi. "Ayaklar" derken elbette işçileri küçümsemek istemiyordu. Zaten yapısı itibariyle, öyle seçkinci bir tavrı olamaz Erdoğan'ın. Demek istediği, "Ben bu ülkenin başıyım, ben yönetiyorum. Taksim veya Kızılay meydanı diye dayatamazsınız." Muhatabı, sendika liderleriydi.
Daha fazla lâf etmeyip, Yunus Emre'nin dizeleriyle yorumumu bitiriyorum: "Söz ola kese savaşı; söz ola kestire başı / Söz ola ağılı (zehirli) aşı, yağ ile bal ede bir söz / Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini / Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.