11 Eylül'e Mısır cevabı
Peki, neden Türkiye'yi 11 Eylül bağlamında ele almıyor, Erdoğan'ın Mısır'a yaptığı geziyi bu çerçeve içinde değerlendirmiyoruz?
Yeteri kadar üstünde düşünmedik ve hiç bu açıdan ele almadık ama Türkiye'de 2002'de meydana gelen büyük iktidar değişikliğini bile bu açıdan ele almak mümkün. (Tabii, bir adım geriye çekilip, 1995 seçimleri sonrasındaki, 28 Şubat karşısındaki / içindeki Türkiye'yi de 11 Eylül'e giden yolda bir başka nazarla 'okumak' mümkün.) Hem de iki yönlü olarak.
En Batılı Müslüman ülke olarak Türkiye, işbaşına getirdiği iktidarın dokusunu 11 Eylül dünyasının uyandırdığı yeni algılama - tepki mekanizması içinde oluşturuyordu ve ABD'nin ve Batı'nın 11 Eylül'le başlattığı İslamofobiye bir karşılık veriyordu. Bu konu yeterince irdelenmedi ama şimdi Amerikan basınında tartışılan Türkiye seçeneğini 11 Eylül'den on yıl sonra Batı'nın oluşturduğu bataklığın bir kurtuluş adası olarak gördüğü bir gerçek.
Hatırlayanlar olacaktır, İkiz Kuleler'e saldırıldıktan sonra akıllarda kalan en çarpıcı görüntülerden biri, Filistinli bir kadının kameralara yaptığı zafer işareti, Arap âleminde görülen sokak kutlamalarıydı. "Büyük ve hain düşman Amerika" adeta alt edilmiş, hiç değilse ağır bir darbe almıştı o insanlara göre. O günden bugüne her şey Amerika'ya ve İsrail'e dönük nefreti daha da büyüttü. OD'yi yeniden şekillendirmek, bunu İslamofobi üstünden yapmak isteyen "Batılı insan" için başka bir duygunun o topraklarda mayalanacağını beklemek zaten saçmalığın daniskası olurdu.
Nihayet Arap dünyasında tıpkı 1848'de Avrupa'yı boydan boya saran ve sarsan "devrimler" gibi bir dizi devrim boy verdi. Bu başlı başına bir dönüşümdü. O Arap dünyası ki, buraya, 11 Eylül sonrasında ansızın patlayan şehadet uygulamalarından geçerek gelmişti. (Nereye gideceğini henüz çok iyi görmediğimizi de bu arada kaydedelim.) Şimdi son kitabı Arap Devrimi'nde bu dönemin ne olduğunu çıkardığı "on ders"le açıklayan Jean-Piere Filiu bir önceki kitabı İslam Kıyameti'nde 11 Eylül sonrasında bu bölgenin insanında gelişen şehadet kavramını enine boyuna irdeliyordu. Arap insanı "cihat" kavramıyla iç içe geçen bir şehadet anlayışını Batı'ya karşı direnmenin neredeyse tek yolu olarak görmüşken şimdi demokratik bir açılımı kendisine hedef alıyor. (Christopher Hitchens da son makalesinde aynı konuya değiniyor, "şehit" anlayışının bu dünyanın yakın tarihindeki rolünü irdeliyor. Türkiye'nin de gece gündüz ama çok farklı bir bağlamda yatıp kalktığı kavramın "şehitler" olduğunu ayrıca ele almak gerek.)
Türkiye'nin, Erdoğan'ın o toplumlarda gördüğü bu büyük itibarı da, Mısır'daki ateşi tutuşturan ve oradaki dönüşümü sağlayan siyasetçi olmasının payını, önemini, ağırlığını da inkâr mümkün değil. Fakat bunun henüz bitmemiş, henüz başka, farklı, sancılı olabilecek gelişmelere açık bir dönüşüm olduğunu bilmek şart. Onların başında demokrasi adına atılan ve "dipten gelen dalga"yla ortaya çıkan bu hareketlerin demokrasiyi kuramama tehlikesi geliyor. Kulak ardı edilmeyecek kadar, görmezden gelinmeyecek kadar yakın bir tehlike bu.
Batı'nın ve Amerika'nın gözünde ve bilincinde bütün o manasız korkuları, nefretleri ve travmalarıyla devam eden bu dönem, şimdi, Türkiye'nin düğüm noktası, ağırlık merkezi olduğu yeni bir döneme, dönemece geldi, dayandı.
11 Eylül devam ediyor ama bu süreç
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.