İstihbarat oyunu
İstihbarat, "stratejik" bir alan. Her noktada gözünüz kulağınız bulunması gerektiğinden "tek tipleştirmeye" izin vermeyen bir görev. Üstelik, kendi içinde "mesleki tutuculuğu" da barındırdığından, nüfuz edilmesi güç bir yapı. Ve bu temel ilkeler Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) için de geçerli.
MİT Müsteşarlığı'na 16 ay önce yapılan atamayı, yani Hakan Fidan'ın teşkilatın başına getirilmesini hem iç hem de dış dinamikleri ile bir kez daha değerlendirmek durumundayız. Müsteşar'ın, henüz bugünkü görevine başlamadığı Şubat 2010'da katıldığı gizli toplantının dışarıya sızdırılma biçimi ve zamanlaması, görüşmeden yansıtılan konuşmalar, içeride verilen mesajlar, hitap tarzı... Hepsi bizi bir kez daha düşünmeye ve ileriye yönelik hamleleri öngörmeye zorluyor...
Fidan'ın ismi MİT Müsteşarlığı için geçtiği ilk günden itibaren daha çok İsrail merkezli yorumlar belli mahreçlerden yayılmaya başlamıştı. Amaç, yeni müsteşar için olumsuz imaj oluşturmak ve bir taşla iki kuş birden vurmaktı. Fidan'ın bir yandan İran'a yakınlığı öne sürülürken diğer yandan aksini ispat etmesi için farklı işbirliklerine zorlanması planlanmıştı. Ama arkasındaki iradenin, yani "Biz kolay kolay adam harcamayız" diyen Başbakan Tayyip Erdoğan'ın desteği görüldükçe bu dış dalga bir nebze olsun duruldu.
Bu arada gerek emeklilik, gerekse yer değiştirme yoluyla MİT'in yerleşik kurumsal şemasına neşter vuruldu. Anlaşılan o ki müsteşarın operasyonu, yeniden yapılanmayı tesis edecek boyuta henüz ulaşamadı. Ergenekoncu zihniyetin zinde güçlerinin direnci kırılamadı.
Demokratik açılımın her safhasında "İmralı- Avrupa-Kandil" hattındaki temas trafiğinde Hakan Fidan ismi, sessiz ve derinden duyuluyordu. "Devlet görevlisi" sıfatıyla yapılan görüşmeler Milli Güvenlik Kurulu düzeyinde kabul görüyordu.
"Oslo Süreci" diye ifade edilen diyalogun, 5. turuna ait olan ve örgüte yakın internet sitelerinde ifşa edilen tutanaklar özenle incelendiğinde, ilginç ayrıntılar ortaya çıkıyor. Örneğin, o dönemde Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan Fidan, bağlayıcı konuşma yapmaktan kaçınıyor. İmralı'dan edindiği izlenimleri aktarırken, Öcalan'daki "özeleştiri" boyutuna dikkat çekiyor. Başbakan'ın, ciddi risk aldığını ve samimiyetinden kuşku duyulamayacağını söylüyor. Buna karşın dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş'in beyanlarında öteden beri süren görüşmelerin izi, deneyim ve öz güven seziliyor. Örgütün nereye ne kadar silah ve bomba yığdığından tutun da İmralı ile diğer örgüt yöneticileri arasındaki mektuplaşmanın neden amaca odaklı olması gerektiğine kadar varan net cümleler dikkati çekiyor.
Zaten o buluşmaların farklı tarihlerde, değişik yerlerde sürdüğü, İmralı'nın "yol haritası" verdiği de biliniyor. Ancak, devletteki toleransın sınırsız zannedilmesi, görüşmelerin taviz koparma yarışına dönüşmesi, 12 Eylül 2010 referandumu ile 12 Haziran seçimi sonrasında başlayan yeni anayasa iradesinin silahla baskı altına alınması ipleri kopma noktasına getirdi. Ve terörle mücadelede "güncel konsept değişikliğini" gündeme taşıdı. Bugün maalesef "ikna değil imha" aşamasına geri dönüldü. "Hoşgörü değil güç gösterisi" modeli canlandırıldı.
Bütün bu değerlendirmelerin Hükümet ve MİT Müsteşarı özelindeki neden-sonuç bağlantısına değinecek olursak...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.