Amerikan cephesinde olanlar ve Türkiye’nin pozisyonu...
İki kritik Amerikalı yetkilinin son Ankara temaslarının perde arkasından edindiğimiz izlenimler, stratejik sahada olup bitenlerin tahmin edilenden de önemli olduğunu, 31 Mart'ın ise ülkemizin ve milletimizin kaderini etkileyecek ölçüde ağırlık kazandığını bir kez daha teyit ediyor.
Ankara'daki bir masada ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, diğer masada ise ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Matthew Palmer vardı. Gündem hayli zorlu idi. Ve görüldü ki iki ülke arasındaki "güven açığının" telafisi hiç de kolay değil.
Fırat'ın doğusunda istikrarın tesisi, Münbiç'in yönetiminin asli sahiplerine devri, Suriye'nin kuzeyinde kurulacak güvenli bölgenin kontrolü, YPG terör örgütünün tasfiyesi, Rusya'dan tedarik edilen S- 400 hava savunma sistemine karşı örtülü tehditler, ABD'nin içeriği zayıf Patriot teklifi, İran'a yönelik yaptırımlara uyum beklentisi, Amerikan diplomatik misyonlarında çalışan tutuklu yerel personelin durumu, FETÖ'nün iadesi, Halkbank dosyası...
Şunu net biçimde söyleyebiliriz ki...
Washington'da konu Türkiye olduğunda "iki ekol çarpışıyor." Bir kanat, 60 yıllık müttefiklik ilişkisinin tarihi bir sınamadan geçtiğini kabul ediyor. Çetrefilli meselelerin tek tek ele alınarak ve konuşularak üstesinden gelinebileceğini düşünüyor. Diğer kanat ise açık yaptırım mesajı ve hatta uygulaması ile Ankara'nın tavrının değiştirilebileceğini savunuyor. Gelinen aşamada ABD devlet kararı henüz olgunlaşmış olmasa da şu hususlara dikkat etmek gerekiyor:
Ve son noktada...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki ilişkilerin, dostluk düzeyinde olduğunu, Trump'ın Erdoğan'la konuşmaktan zevk aldığını, saygı duyduğunu belirtip bu özellikli ilişki biçiminin sorunların çözümünde fırsat penceresi açtığını ifade etmekle yetiniyorlar.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.