Can Atalay ve yüksek yargı fırtınası... Bir de İsveç’in NATO üyelik dosyası!
Şu an Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin önünde iki büyük dosya söz konusu...
İlki, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay'ın hukuki ve siyasi durumu. Yani, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay'ı, yetki ve yorum yönüyle karşı karşıya getiren dosyasının akıbeti. Görünen o ki...
Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin kesinleşmiş hükmünün TBMM'de okunması suretiyle Atalay'ın milletvekilliği düşecek. Sonrasında, bireysel başvuru ve yüksek yargı organları bağlamında yeni bir süreç başlayacak.
Unutmadan... Atalay dosyasının özü, milletvekili dokunulmazlığı ile ilgili. Hatta bununla birlikte dokunulmazlığı sınırlayan anayasa hükmündeki belirsizlikle bağlantılı. Anayasa Mahkemesi, milletvekili dokunulmazlığının geçerli olmayacağı haller için anayasadaki ifadelerin sarih olmadığını, bu konuda tereddüde mahal vermeyecek bir yasa çıkarılması gerektiğini savunuyor. Anayasayı yorumlama yetkisini kullanırken, bir bakıma yeni bir anayasa fıkrası ihdas etmiş oluyor. Ardından da Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığından bahisle son sözünü söyleyip, bekliyor!
Yargıtay ise temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin duyarlılığın sadece Anayasa Mahkemesi'ne özgü olmadığını, yargı yetkisi veya kamu gücü kullanan tüm makamlar açısından bağlayıcı ilke olduğunu hatırlatıyor. Yüksek yargı içtihatları ile hangi suçlar bakımından, milletvekili dokunulmazlığı zırhının kuşanılamayacağını izah ediyor. Yerleşik yargı kararlarını açığa düşüren Anayasa Mahkemesi yorumlarının hukuk sistemindeki öngörülebilirliği zedelediğini, hatta kaosa sebebiyet verdiğini anlatmaya çalışıyor.
Nereden baksanız, taraf olunabilecek, bir yönüyle sahip çıkılırken bir başka yönüyle itiraz edilebilecek bir dizi argümanla karşı karşıya kaldığımız bir gerçek. Lakin gerek sade vatandaş gerekse yatırımcılar bu kadar teknik ve titiz yoruma derinlemesine girme eğiliminde değil. Geniş kitleler bakımından, sorun çözmesi gereken yargı kurumlarının, sorunun bir parçası veya kaynağı olmaması önemli. Bir diğer anlatımla... Vatandaş, "Yargıda güven ve belirlilik var mı?" sorusunun cevabına odaklanmakta, ötesini berisini -tabiri caizse- kurcalamaya değer bulmamakta. Tartışmalara katılmakta ısrar edenlerin hatırı sayılır bölümü ya siyasi ve ideolojik takıntıyla davranmakta ya da hukukçu kimliği ile yazılı kurallara ve teamüllere dair kanaatini paylaşmakla yetinmekte!
Özetle... Ortadaki problemin çözümü, Cumhurbaşkanının hakemliğinde yargı müessesine kalmakta. Son noktada TBMM, "İş başa düştü" diye inisiyatif almak zorunda!
***
Elbette, devlet aklının bu meseleye yaklaşımı da mühim. İsveç'in NATO üyeliği, ABD başta olmak üzere pek çok Batılı ülke tarafından Türkiye'ye karşı bir bariyer haline getirilmekte. Nihayetinde Ankara, İsveç'teki mevzuatın değişmesi, daimi üçlü istişare mekanizması kurulması dahil olmak üzere ciddi mesafeler alınması için mücadele etti. Bu aşamada, İsveç'in NATO üyeliğinin bir an önce onaylanması yerine Meclis'in bütçe takvimine, AB ve ABD'nin tavrına göre zamanı verimli kullanmakta fayda var. Son kertede ise Gazze-Hamas-İsrail denkleminde Batı ile farklı kulvara giren Türkiye'nin hem pozitif ajanda oluşturmak hem de ahlaki üstünlüğü elinde tutmak adına, İsveç dosyasını stratejik açıdan mayınlı alandan temizlemesi de kaçınılmaz gereklilik!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.