Bienal 2011: Sanat, politika, haz
BİENAL TARTIŞILMIYOR!
Bu bahsi çok uzatmak, çok genişletmek mümkünse de asıl bu yılın bienali hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Önce şunu belirteyim, hiçbir bienal mutlak değildir, ne mutlak iyi ne mutlak kötüdür. Bazı bienaller genel olarak daha iyi olabilir, bazıları daha başarısızdır fakat bienal gibi büyük organizasyonların içinde daima işe yarar, insanı heyecanlandıran işler bulunur. Önemli olan bienallerin kavramı, yerleştirme düzeni, mekanları ve açtığı, doğurduğu tartışmalardır. Daha ileri gitmeden önce geçerken şu noktaya da değineyim: eskiden sanat dünyası çok küçüktü, gerçekten çok küçüktü. Türkiye'de bugünküyle mukayese edilecek bir koleksiyoner grubu yoktu. Sanat galerilerinin sayısı üçle, beşle sınırlıydı. Fakat bienaller çok daha büyük tartışmalar doğururdu. Şimdi, çok sayıda insan, Türkiye'den kalkıp gidiyor, dünyanın önemli bienallerini, fuarlarını geziyor, dünyanın her yerinden yapıtlar satın alıyor, özel müzelerini kuruyor. Ama bienal tartışılmıyor. Bienaller büyük etkinliklere dönüşüyorsa da kültürel planda sorgulanmadan, irdelenmeden geçiştiriliyor. Bu şaşırtıcı bir durum.
ÇÖZÜLMEMİŞ BİR DÜĞÜM VAR
Bu yılın bienali ilginç ve içinde küçük gizler saklayan bir çalışma. 'İsimsiz' ismini taşıyor. Birçok nedeni var bu seçimin. Her şeyden önce bienal bir başka sanatçıya, Küba asıllı amerikalı sanatçı Felix Gonzales-Torres'e adanmış ve onun yapıtlarından, sanatçılığından esinlenmiş. Fakat sergide Torres'in bir tek yapıtı bile yok. Demek ki, nasıl serginin ismi 'isimsiz' ise, aynı şekilde sergiyi 'doğuran' esin kaynağı da namevcut, onun da ismi var kendi yok. İkincisi, bienal, tematik seegilerle kişisel sergilerden oluşuyor. Tematik sergiler 'İsimsiz (Soyutlama)', 'İsimsiz (Ross)', 'İsimsiz (Pasaport)', 'İsimsiz (Tarih)', 'İsimsiz (Ateşli Silahla Ölüm)' başlıklarını taşıyor. 'İsimsiz' dışındaki kavramların her biri, Torres'in bir yapıtına veya bir grup yapıtına göndermeyle, onlardan hareket ederek oluşturulmuş. İki temel özelliği var bienalin. Birincisi, oldukça politik bir sergi. Hem devlet düzeyindeki hem kişinin özel hayatındaki açık ve gizli iktidar ilişkileri, politik şiddet bu serginin belkemiği. Isimsiz kavramının burada da bir işlevi var: meçhul asker gibi, faili meçhul cinayet gibi, öznesi belirsiz şiddet akla geliyor. Kaldı ki, ne pasaport, ne tarih, ne ateşli silahla ölüm apolitik kavramlardır. İkincisi, politik olmasının yanı sıra sergi bir hayli estetik bir düzey tuttturmuş. Her iki seçicinin de Latin Amerika kökenli olması, dünyanın o köşesinden hiç bilmediğimiz birçok yaşayan ve ölmüş sanatçıya bienal yolunu açmış. Öte yandan, bugünkü sanat, sanki sanat-güzellik, sanat-lezzet ilişkisi yasakmış veya ayıpmış gibi işin bu yanını saklarken, gizler, ezer ve öldürürken İB 2011, hiç çekinmeden, çok rahatsız edici, iğneleyici onca yapıtın yanında son derecede haz veren birçok işi de bir araya getirmiş. Her şeye rağmen ve bütün gerekçelerini dinleyip anlamama rağmen ben 'İsimsiz' başlığının yeteri kadar işlendiği kanısında değilim. Orada hâlâ çözülmemiş bir düğüm var. seçiciler, sanatın isimler, şöhretler, yıldızlar temelinde metalaşmasına karşı olduklarını söylüyorlar. Yerinde bir başka gerekçe ve bu tavrıyla da bienalin aldığı tavır önemli. Gene de isimsiz başlığı sergiyi bu iddialarla özdeşleşen, örtüşen bir noktaya taşımaya yetmiyor. Fakat bu önemli değil. Karşımızda etkileyici, önemli, yaratıcı, düşündürücü bir sergi var. Görmemek ayıp!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.