
Pancar motorunun sahibi
Bu yaşta neredeyse her gün bir yazı yazıyor. Her yazısında, bir yandan bugünün, geçmişin ve geleceğin, üstelik yıldızlar çakan kesişmesini görüyorum, bir yandan da müthiş bir edebi tat alıyorum. Hemen belirteyim ki, iyi edebiyat daima metafiziktir.
Çetin Altan'ın da metafizk sorgulamalar, zorlamalar, irdelemeler içermeyen bugüne değin belki tek yazısını okumamışımdır. Köşe yazarlığının gitgide daha kurulaştığı, yavanlaştığı bir dönemde bunun anlamı çok daha büyük.
Diyebilirim ki, Çetin Altan, muharrir olarak köşe yazısı yazan son kişidir. Ben bu ülkede dünyanın en tatsız üsluplu yazılarını şairlerin yazdığını görürken, Altan'ın bu özelliği onun dünyamızdaki anlamını büsbütün zenginleştiriyor.
Bunları yazmadan önce düşündüm: Kaç tane Çetin Altan var? Köşe yazarı, siyasetçi, roman ve tiyatro yazarı Çetin Altan...
Ben hangisini, nerede tanıdım?
Orada bir köşe vardı: Taş. Henüz çocuk sayılırdım ama İlhan Selçuk'un Pencere'si ki, ilk okuduğum köşe, hatta yazıdır; Altan'ın Taş'ı gene de dikkatimi çektikçe çekiyordu. Selçuk'unki neyse de Altan'ın Taş'ının farkını daha o zamanlar yakalamıştım.
Çetin Altan'la bir toplumsal kimlik olarak, birlikte yaşamamak olanaksızdı. Türkiye'nin, Fransa'daki gibi özel hayatıyla toplumsallaşmış ilk yazarıydı. Özel hayatı, yaşantısı farklıydı. O kadar ki, Viski romanı yayımlandığında "O viski içer diyenler için yazdım," demişti.
Adını bilmemek gerçekten olanaksızdı.
12 Mart gelmiş, içeri alınmış. Gözlerini kaybetmek üzere. Hiç unutmam, köşedeki dükkanında, 'Hoca'nın homurtularına rağmen gazeteleri okuyorum ve bir gün birisinin ilk sayfasında 'Bu gözler kör olacak' diye devasa bir manşet. Altan hapishanede ve gözlerini kaybetme tehlikesi içinde. Sanırım önemli ölçüde de yitiriyor görme yetisini. Çıkıyor nihayet. Bütün ömrü böyle geçmiş. Davalar, kovuşturmalar, sorgulamalar.
1965 sonrasında Meclis'te dövülmüş. Neredeyse öldürülecek. Bir milletvekili üstüne yatarak, abanarak kurtarıyor canını. Ben Milletvekili İken isimli kitabında anlatıyor o dönemi.
12 Mart sonrasında yepyeni bir hamle yapmış ve roman yazmaya başlamıştı. Bir Avuç Gökyüzü, Büyük Gözaltı son derecede zekice yazılmış, son derecede çekici romanlar.
Sonra iki roman daha geliyor. Bir de oyunları var. Yıllar sonra tekrar okudum onları. Oğlu ve dostum Mehmet Altan'a da onların toplu basımlarının çıkması gerektiğini söylediğimi ve bu işle uğraştığımı unutmadım. Bu söylediğim gerçekleşti, o çok güzel oyunlar yeniden ve toplu olarak basıldı. 1980 sonrasındaki 30 yılda ise gene kendini ayakta tutmayı, her dem yepyeni bir yazar olarak istikamet göstermesini bildi.
Kardeşim Mehmet Yılmaz, Milliyet'i yönetmeye başladığında Çetin Altan'a götüreceği teklifi ilk bana açmıştı, onu heyecanla desteklemiştim.
Anlaşmayı yaptıktan sonra içtikleri şampanyaya imrenmiştim, yalan mı söyleyeceğim?
Kendi tabiriyle 'pancar motoru' çalışmaktadır.
Bütün bunları bambaşka bir açıdan ele almak, görmek, eleştirmek de mümkün ama ortada bir gerçek var: Çetin Altan anasından muhalif doğmuşlardandır. Hatırlıyorum, hiç unutmadım, bir yazısında, yazmak demişti, dünyanın en zor şeyi. Bir kalem, bir kağıt. Ev bununla dönecek, çocukların süt parası ve hayat bu bir kalem ve bir tabaka kağıtla kazanılacak. Üstüne üstlük, dünyanın en çok köşe yazısı yazan yazarı olacak bir insan ve milletvekilliği yapsa da dayaklar yiyecek, hapisler yatacak. Geçim derdiyle boğuşacak. Romanlar, oyunlar... Hepsi sanki olmayan bir dünyadanmış gibi geliyor insana ve şairin 'Yoksa biz, biz bu dünyadan değil miyidik' mısrasını hatırlatıyor.
Hâlâ çok taze, 50-60 yıl sonra da Çetin Altan.
Sorularıyla, şiirsel paragraflarına sarıp attığı 'taş'larıyla, müthiş saptamalarının arasına sıkıştırdığı iğnelemeleriyle hâlâ bir fütürist olarak yaşıyor.
Herhalde daha binlerce yıl yaşayacaktır.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.