'Yar bana bir eğlence...' basını
Böyle olunca gazeteler tepeden tırnağa, ister köşe yazısı olsun isterse haber, magazine batıyor.
Sanki 'magazinimsi' bir yaklaşımla ele alınmayınca, ne köşe yazısı okunacaktır, ne de haber. Bu yanılgı zamanında "Türk seyircisi başka şey istemez, anlamaz, kaldıramaz," diye Türk sinemasının hep aynı tip filmler üretmesindeki yanılgıyla eşittir.
Nasıl o seyirci, o sırada bambaşka bir çizgiye kayıyor ve sinema bunu algılayamıyorduysa, aynı şey şimdi basın için geçerlidir:
Türkiye'de okur bambaşka bir yere geliyor, geldi ama basın bunun ayırdında değil. "Bu durumu nasıl açıklayacağız?" derseniz, iki neden öne sürebilirim: Türkiye'de toplumun değişen yapısı, yeni kitleler, ürettikleri sosyolojiler ve 'eski Türkiye' insanlarının henüz ergenlik dönemine girmiş çocuklarda görülen bir psikolojiye sahip olmaları.
Böyle bir ülkede bugünkü siyasal iktidar, önemli bir şey yapıyor ve topluluk (cemaat) ruhunu, buna dayanışma ve paylaşma demek de mümkün, çok diri tutarak, yoksulluğa sınıf atlatarak darmadağınık olmaya çok yatkın insanları birbirine bağlıyor. Bunların gelecek umudunu öldürmüyor, aksine yoksulluklarını unutturuyor onlara. Böyle bir sosyolojinin, eski Türkiye'nin gazeteleri ve onların incir çekirdeğini doldurmayan meseleleriyle ilgileri yok.
Çok daha farklı yönelimler içinde bugünkü basına sırtlarını dönüp gidiyorlar. İster beğenin ister beğenmeyin, çok zor özellikler taşısa da bu kitle yeni Türkiye'dir.
Hâlâ 1930'ların ve 1940'ların hayaliyle yaşıyor. "Neden o dönemin sistemi ve sistemik unsurları bugün mevcut değil?" diye ya öfkeleniyor ya da dövünüyor. İkisinin arkasında da derin bir yas var. Söyleyecek hiçbir şey yok bu nostalji cemaatine. Ama yeni Türkiye'nin bu kesimle bir ilgisi yok.
Öbür yanda da son zamanlarda koyulaşan bir tabirle belirtirsem 'Beyaz Türkler' yer alıyor. Kentli, iyi eğitimli, Batılı bu kesimin şimdi başka bir özelliği daha var: İyi yaşama düşkünlüğü. Garip ama gerçek: Bu kesim, son 10 yılda daha da artmış maddi imkanlarıyla, tam anlamıyla "Vur patlasın çal oynasın, âlâ âlâ hey," bir hayatın içinde yüzüyor. Akıl almaz bir şımarıklıkla, ağza alınmayacak sözcükleri, akla alınmayacak konuları köşe yazılarının konusu yapıyor.
Fitzgerald filmi görüyor, o dönemin kılık kıyafetine bürünüyor.
Tenis maçlarında, otomobil yarışlarında, yatlarda geziyor tozuyor.
Kadınların yaşlarıyla, başlarıyla, 'performanslarıyla' uğraşıyor. Kılıktan kılığa, renkten renge, şekilden şekle giriyor. Şaraptan, beklenen sevgililerden, görmemişliğe, görgüsüzlüğe, sonradan görmeliğe kaçan tutkulardan, kabına sığmayan bir mal fetişizminden, kabarıp taşan hırslardan söz ediyor. Daha önce yazdığım gibi bir 'parodi toplumu' yaratmaya çalışıyorlar.
Can derdinde, hayat peşinde olan insanların ne alakası olabilir bu basınla?
"Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime," şarkısını, Türk basını ağzından hiç düşürmemeli bence...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.