
Dünyayı değiştiremedi, o dönüştü
YAKLAŞIK 50 OYUNU VAR
12 Eylül sonrasının o dehşetli günlerindeyse AST'ta, Galile'nin Yaşamı sahneledi. Her şey ne kadar farklıydı. Kerim Afşar Galile'yi, muhteşem sesi ve hayli abartılı ama etkileyici diksiyonuyla oynuyordu ve salonda slogan değil, esprilere gülen insan sesleri vardı. Ve diğer diğer tiyatrolarda sahnelenmiş, diğer oyunlarını hatırlıyorum: Yuvarlak Kafalılarla Sivri Kafalılar, Carrar Ana'nın Silahları, Adam Adamdır, Üç Kuruşluk Opera, Küçük Burjuvanın Yedi Ölümcül Günahı, Cesaret Ana ve Silahları, Sezuan'ın İyi İnsanı, Kafkas Tebeşir Dairesi... Brecht, dünyanın her yerinde beni karşılayan bir yazar oldu. Ben de bir dost evine girer gibi gittim nerede bulduysam onun bir oyununa. Yaklaşık 50 oyun yazmış biri için de bu kaderin fazla şaşırtıcı bir yanı yok. Brecht'in toplumun belli bir kesimi için ne kadar benimsendiğini gösteren bir anı da şu: Ecevit, 1970'li yıllarda edebiyatçı ve entelektüel kimliğini koruyarak konuşurken "Tıpkı o tebeşir dairesindeki..." diye bir konuşma yapmış, kültürlü solcular dışında kimse neden söz ettiğini anlamamıştı. Ecevit gibi dikkatli bir politikacı bile Brecht'i, herkesin anlayacağını sandığı ortak bir tanıdık zannediyordu. Oysa Demirel ertesi gün çıkıp "Neden bahsettiğini ben anlamadım, anlayan beri gelsin" demişti.
BİR SÜRGÜN OLARAK DOLAŞTI
Ama o yıllarda herkes Brecht tiyatrosunun belkemiğini oluşturan epik kavramını bir biçimde telaffuz ederdi. Ama bugün "Bir şey ifade ediyor mu, salt bir tiyatro terimi olmasının dışında?" derseniz, yanıtım hayırdır. Hayır, çünkü bu soru bizi Brecht'e, tiyatrosuna geri götürüyor. Bugün bir 20. yüzyıl klasiği kabul edilen Brecht, etrafındaki ilgi halesine rağmen, gerçeğinden soyutlanmış olarak izleniyor. Brecht'in gerçeği Marksizm- Leninizm'di. Kendisini 'komünist' olarak tanımlıyordu. 1898'de doğmuş ve siyasal düşüncelerini 1920'lerde oluşturmuştu. 1933'ten başlayarak da savaş sonrasına kadar bir sürgün olarak dünyayı gezdi, oradan oraya savruldu durdu. Siyasal düşüncesi etrafında kuruyordu tiyatrosunu. Tiyatroyu bir seçkin sanatı olmaktan çıkarıp, toplumu ve devrimi gerçekleştirecek sınıfları uyarmak için bir araç olarak kullanmak istiyordu. O kadar ki, salonda yemek yenebilir, sigara içilebilirdi ve salon asla karartılmayacaktı.
OYUNLARINI DEĞİŞTİRİRDİ
Tiyatro insanı uyaran, uyanık tutan bir aygıt olmalıydı. İnsanlar sahnenin büyüsüne kapılmamalıydı. İzleyici, izlediğinin bir 'oyun' olduğunu bilmeliydi, bu 'yabancılaşmayı' yaşamalıydı. Böylelikle gerçeğe ulaşabilecekti. Oysa burjuva tiyatrosu uyarmazdı, çünkü gerçeğin üstünü örtmek manasını taşırdı. Dolayısıyla, epik, uyarıcılık, gerçeğe dönüş gibi anlamlar da kazanmıştı. Bir tür etkileşimli tiyatroydu epik tiyatro. O nedenle Brecht oyunlarını ha bire değiştiriyor, siyasal olayların gelişimine göre yeniden biçimlendiriyordu. Marksizm malum bunalımlarını yaşayınca bu tiyatro anlayışı değerini yitirmedi ama gündelik hayatın bir parçası olmaktan çıktı, salt bir tiyatro kuramı ve tercihine dönüştü. Brecht de salt büyük bir yazara dönüştü. Bütün o tür yazarlar gibi adının etrafında efsane halkaları oluşmuştu. Paralarını İsviçre'de saklıyordu, haddinden fazla zengin olmuştu. Oportünist bir yanı vardı. Bunlar ne kadar gerçektir bilemem. Beni ilgilendiren ağzından düşürmediği puroları ve bitmez tükenmez sevgilileriydi. Eşiyle yaşadığı evde sevgilisi de bulunuyordu. Şiirler de kaleme almıştı. Tiyatro kuramını etkiledi. Ama hepsinden önemlisi zevkli ve çok boyutlu, derinlikli oyunlar yazdı. Maalesef 1956'da, çok genç yaşta öldü. Tiyatronun gelmiş geçmiş en tartışmalı ismiydi. "Banka soymak, banka işletmekten daha ahlaklıdır" dememiş miydi? Dünyayı değiştirmek istemişti, şimdi dünya onu dönüştürüyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.