Ömrümüz kanatlı bir karınca
Nasıl da yürüyor ömrümüzün karıncası.
Bir ekmek parçasını sırtlamış da bir buğday tanesini iterek, öyle bir cevvaliyet.
Hikmet, genlerimize gömülü servet.
Artık dünya o bildiğimiz dünya değil.
Ancak bilimkurgu filmlerinden aşina olduğumuz birtakım zamazingolar, ultra akıllı binalar şu bu.
Akıllı deyince benim aklıma yalan yanlış bilgileri oraya bura üfürenlerle dalga geçmek maksadıyla söylenen 'O işler öyle değil akıllım!' demek geliyor.
Neyse geçelim, yüksek yüksek binalarda dijital kartlarla çıkılan zirvelerde olan biten sıkıntı gözümün önünde. Asansörler filan, kalbi kurumamışlar yazdı, görüyoruz:
Çekingen, selamsız.
Gülümsemek bir tür şapşallık, yaptığın şeyin hakkını veren uzun çalışma ve sükûnet, alma ve satma dünyasında geçersiz bir meta. Acele, hız ve koşturmaca.
Niye? Çünkü bir yarıştayız. Neyin yarışı bu? Daha büyük kazançların mı? Belki.
Belki de amacı belli olmayan, hedefi buğulu bir ajitasyona doğru koşuyoruz.
Tam para biriktirirken, tam hah şimdi oldu olacak derken, tam mülkiyet hırsıyla orayı burayı kapatırken... 'Daridari, gel beri' diye ötüyor hayatın ambulans ışığı!
Öter. Affetmez. Sen gelecek planları kurarken, senin planlarını seyreden öttürür ambulansın farfarasını.
Ondan sonra gelsin torun torbanın mal paylaşım savaşları...
***
Protein ve sağlıklı beslenme. Fit vücutlarda bir tik. Kaslar atik. Tamam da bir saat işliyor semâlarda, toprakta, nebatta, hayvanatta. Tik tak tik tak.
"Felaketzedeler mi, 10 liraya bir mesaj atsak?" Tıkalı bir damar: Ar! Şefkat, artık elektromanyetik istiğfar...
Şehrin bütün karşıt tepelerinde modern bir rüzgâr esiyor. Geleceğin mesleği yapay zekadır deniliyor. Hayatımızı teknolojik icatlar belirliyor. Coşkun bir ırmağın içindeyiz. Oyunu kapitalizmin masasında oynuyoruz.
İnsanın bu sistem içinde kendine yabancılaşmasını nasıl yeneceğiz, soru bu!
Kendimizi, aslımızı, esasımızı, ışığımızı nasıl bulacağız? Huzura nasıl ereceğiz?
Cevap için, bu noktada zannımca:
Merhamet kilit kelime. Başkalarına, tüm yaratılmışa merhamet...
Sorular afacan çocuklarıdır beynimizin, içimizde hep bir ah! Beden kırışıyor ama ruh terütaze kalıyor daima.
Ne diyordum? Hah:
Öyle şaşalı binalarda çalışanların iç dünyasını merak ederim hep.
Varoş sayılacak bölgelerdeki bu yeni nesil mekanlara gidenler yol kenarındaki sıvasız derme çatma binalara hangi gözle bakarlar mesela? O topuk kıran sokaklarda, ayağına büyük gelen ablasının ayakkabısıyla yürüyen küçük kız çocuklarına, onların hayatlarına... Nasıl bir iletişim, nasıl bir zihin çakması yaşarlar acaba?
Haberleri olur mu dersiniz, çanak antenler tarlasındaki tuğla apartmanlardan, hayatlardan? Oralarda kurulan arabesk hislerden, dantelli hayallerden, makine halısı öfkelerden, şu bakkalın önünde oturan çocuğun çalıntı telefonuna gelen mesajdan?
***
Şurası belli oldu fakat aslında: Bir sürü yaşam tarzıyla, envaiçeşit insanla birlikte yaşamayı öğreneceğiz bundan sonra...
***
Bir karınca küçük adımlarla yürüyor bahçemde. Acelesi yok, sakin ve azimle.Tıpkı tabiat diyorlar ya, yangın yerinde küllerinden doğan hazreti Hızır! Çeşitliliği seven Hızır. O yeşil, faraza.
Bu yaşadığımız karanlık çağa inat o rahmet, o Hayy, o yeşil.
Sanki kanatlı bir karınca...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.