
Yılbaşı terennümleri
"Seni ne tasalardan ne uçurumlardan aşırdım da getirdim bugüne. Bir dedektif gibi getirdim, tahkik ettim, tahkikatta bulundum, düştüm kalktım, ısrar ettim, sordum soruşturdum da öyle getirdim buraya..."
Yürüyordum, yılbaşı gecesiydi. Kafamda bin bir lakırdı. İstanbul gecelerinde serbest gezenlere konuşan şehrin, âniden önünüze çıkan sürprizlerinden biri, denize inen sokakların ucunda bir siluet, "Duydun mu birader?" diye sesini yükselttiğinde soruyu üstüme alındım. Çünkü geceye alışıktım, hazırdım bu tuhaflıklara.
"Duydum" dedim, "duydum ve iman ettim." "Biliyorsun," diye seslendi uzakta loş sokakta gölgede duran ve sesinde puslu bir ihtiyarı saklayan adam, "Biliyorsun değil mi?"
"Evet" dedim...
İbn Arabî olsa susardı bu noktada, susup denize bakardı. O bilgelerin bilgesiydi, ben değildim. Benim içimde sazlar çalınıyordu, devam ettim; "iman dediğin iç tekâmül. İhlas da samimi olmaktır usta, içten olmaktır."
***
"Az konuş, gerektiği kadar söyle!" dedi bu sefer ihtiyar. Sesi genizden, bas vurgularla geliyordu. Elimi ağzıma boru yaptım, nedense öyle yaptım, "Roman yazıyoruz, köşe yazıyoruz burada, sosmedya falan, nasıl susalım baba?" diye seslendim. "Bırakayım mı köşe işlerini, romana mı çekileyim, onu mu diyorsun?"
İmkânsızdı, ne kadar yürürsem yürüyeyim sokak adama doğru uzayıp duruyordu. Evlerin ışıkları buğulanmıştı. "İşini yap" dedi, "fazla kafayı takma ona buna..."
Sonra pıt diye anlık bir düşünce kadar hızla silindi sokakta...
Yokuşun sonunda gece, denizle yandı, kıyı ışıl ışıldı. Bir yolcu otobüsü durdu, otobüsten yeşil kepli bir kız indi, hızla caddeyi geçti, koştu genç bir çocuğun boynuna atıldı. Artık sokak uzamıyordu, denize iniyordum.
Onu, diye geçirdim içimden, ne çok aradım da sonunda buldum...
"Dışardadır," demişlerdi, dışarıya bakmış içimde bulmuştum. İçimde ne kadar iyi şey varsa hepsi oydu, onun tezahürüydü, yansımasıydı. Bir fındık kabuğuna sığardı, paralel âlemleri aşardı, illâ ki mahzun kalplerde yaşardı...
Etrafıma baktım, bir limandaydım, önümde tekneler, yelkenliler falan dalgalanıyordu. Gece ilerlemişti, cadde boştu, millet evlere çekilmişti, kar bekleniyordu. Gazze sırtımda ürpertiydi...
Beyaz yakalılar çılgın kulüplerde masalara çıkmış oynuyorlardı, kadınlar bayılıyor, erkekler ayılıyordu. Hepsini görmüştüm biliyordum. Emekliler maaş zammının ne olacağını (rahmetli anam) kuruşuna kadar hesaplayacaklardı. Cerrahpaşa'daki Sümbül Sinan'ın tekkesinde esans satan Hamza Bâli büyük bir kazanda çorba kaynatıyordu. Sabah Saraçhane Parkında evsizlere dağıtacaktı...
Yılbaşı sevmeyen başka seçkinler ise menfaatlerinin kar-zarar indeksleriyle alkolsüz şampanya patlatıp instagramda parti yapacaklar, zirvelere çıkacaklardı...
***
***
Yine kendi kendimle çok konuşmuştum. Çevreye bakındım, karşı kıyıda havai fişekler patlıyordu. Ortada gevezeliğimi yüzüme vuracak bir ihtiyar yoktu. Bu iyiydi. Fakat yine duydum o sesi: "Ben sendeyim birader. Hep oradaydım, yeni açtın kulağını sen!"İşte tam o sırada köşesiz bir sabah ezanı, ileride mangal yapmış garibanların ıslak sakallarını titreterek kanatlarını açtı...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.