"Heybenin dolu olması ne güzel"
Belli ki son 10 yılın başlarında Türkiye'deki ve dünyadaki gelişmelerin ister izleri deyin, ister travmaları, ister ucunda ışığın görülmediği tüneldeki yönsüz yolculukları; belleğinde epey derin izler bırakmıştı.
Kimin bırakmadı ki?
Kesik kesik ve de bir anıyı bitirmeden öbürüne geçerek kısa başbakanlık günlerine dönüyor: "Avrupa zenginliğinin doruğunda, biz 2001 krizinden çıkmaya çalışıyoruz. Herkes..."
Devamını getirmekte tereddüt ediyor, sonra 1 Mart 2003 tezkeresini izleyen günlere atlıyor: "Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a dedim ki: Hiç değilse sen, Irak savaşına karşısın. Bizimle olsana..." Sonra belli belirsiz iç çekiyor.
Akşamın bir vaktinde yine "Grosvenor House"da bir araya geliyoruz.
O kadar etkisinde ki 10 yıl öncesiyle, 10 yıl sonrası arasındaki Türkiye'nin verdiği özgüvenin, rahatlığın, masaya yumrukla olmasa bile sözcüklerle vurma gücüne sahip olmanın; söze yine o ayaküstü sohbetimizdeki cümleleriyle giriyor: "Türkiye dışına gidince, heybenin dolu olması kadar mutluluk veren bir şey yok..."
Sonra Avrupa'da krizin her geçen gün daha da derinleştiği, "Avro Bölgesi"nin iflasın eşiğine geldiği, işsizliğin çığ gibi büyüyüp bunun kaçınılmaz sonucu olan siyasal istikrarsızlığın ülkeden ülkeye atladığı bir dönemde, kendi ifadesiyle, "Türkiye'nin insanı gururlandırdığını" altını çizerek tekrarlıyor. Gerisi su gibi akıyor:
"Çok ama çok rahatız. Anlatacak güzel şeylerimiz olunca, karşımızdakiler de bizi hayranlıkla dinliyorlar."
Sonra yine geriye, 10 küsur yıl öncesine dönüyor. O dönemin anıları, çağrışımları belleğinden hiç eksik olmasa gerek:
"Biliyorsunuz, 10 küsur yıl önce ben Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde Türk grubu üyesiydim. Her ama her oturumda Türkiye aleyhine önerge verilir, oylama yapılırdı. Sadece bizim 12 üyeli Türk grubumuz ret oyu verirdi; AKPM'nin geri kalan yüzlerce üyesi siyasi çizgi farkı gözetmeden kabul diye parmak kaldırırdı."
"Nerelerden nerelere geldik" demeye getiriyordu Cumhurbaşkanı Gül. Ve yorumlamak için gerisini bize bırakıyordu. Yorumlayayım: 10 yıl önceki muameleyi bugün tekrarlamaya kalkın da görelim...
"Bizim Suriye'yle ilgili hiçbir hesabımız yok. Biz bölgeye barış, özgürlük, demokrasi ve güvenliğin gelmesini istiyoruz. Çünkü ancak bu şekilde tüm bölgede ekonomik işbirliği güçlenebilir. Ekonomik işbirliği gelişince de, tüm bölge halklarına refah, mutluluk sağlanabilir. Bakın; bir kez korku duvarları yıkılmaya görsün, ondan sonra insanları durduramazsınız. Biz Suriye'de geçiş sürecinin acı çektirmeden, zarar vermeden sonuca ulaşmasını istiyoruz." (Not: Bu cümleler Ankara'nın Esad döneminin sonunun yaklaştığı görüşünde olduğu yorumlarının doğrulanması kabul edilebilir.)
Devam ediyor Gül: "Elbette, tüm senaryolara karşı hazırlanmak gerekir, hazırlanıyoruz. Ama doğrusu en kötü seçeneğin gerçekleşmesini istemeyiz. Yani, dış müdahaleyi doğru görmüyoruz. Başkaları istiyor diye olmaz. Türkiye telkinle, baskıyla hareket etmez. Kendi kararımızı kendimiz veririz."
Suriye'yle ilgili bir soru daha (Not: Benden): "Suriye için Libya senaryosunun tekrarlanması neredeyse imkânsız. BM Güvenlik Konseyi'nde Çin'in ve Rusya Federasyonu'nun böyle bir karar tasarısını veto etmeleri kesin. Ancak faraza Suriye'den Türkiye'ye silahlı bir tehdit veya müdahale patlak verirse, NATO Sözleşmesi'nin 5'inci maddesinin işletilmesini istememiz söz konusu olur mu?" (Not: Söz konusu madde, bir NATO ülkesine yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış kabul edilmesini, dolayısıyla da NATO'nun tüm üyelerinin askeri yapılarının "Saldırıya uğrayan" üyenin yardımına koşmasını öngörüyor.)
Suriye yöneticileri de bunu bilir. Böyle bir şeye yol açmayacaklarını umarım."
Kürt sorunu ve terör: Türkiye'de her şey konuşuluyor. Yeter ki şiddet olmasın. Şiddet, terör olursa, sonuna kadar mücadele ederiz.
AB süreci: Türkiye'nin son dönemdeki en büyük kazancı "Soft power"ı. Yani, hukukun üstünlüğü, kurallar, düzen... Bunlar ekonomiyi de güçlendirdi. "Soft power"ı kazanmamızda AB'nin çok katkısı oldu. Ben üyelikten çok müzakere sürecinin başarıyla bitirilmesini önemsiyorum. Çünkü bu, gelişmiş demokratik ülke ilanı veya tescili anlamına gelecek. Zaten o zaman "Hayır" demeleri de kolay kolay mümkün olmaz.
Avro bölgesi krizi: Avro bölgesine dahil olma niyetimiz zaten yok. Baştan beri de olmadı. Neden?
Çünkü egemenlik asıl o zaman elden gidiyor.
İki vitesli AB: Bizim AB'deki bu gelişmelere takılmamamız lazım. Ancak bu tartışmalar bize AB'nin düzeyini yakalama adına fırsat veriyor. En büyük şansımız, Avrupa'daki bu karmaşa döneminde Türkiye'nin derli toplu olması.
(Not: Başbakan Yardımcısı Ali Babacan söze giriyor ve İngiliz işadamlarıyla yaptığı toplantıda açıklanan 2050'deki Avrupa tablosuna ilişkin öngörüleri anlatıyor: "Yapılan projeksiyonlara göre, 2050'de Avrupa'nın iki lokomotif ekonomisi batıda İngiltere, doğuda da Türkiye olacak.")
Sonra samimi ortamın verdiği cesaretle kimi arkadaşımız Gül'ün Londra'daki gençlik yıllarına ilişkin sorular yöneltiyor, sorudan çok cevabın önem taşıdığını sandığı konulara giriyor, kimi "Dersim isyanı" dosyalarından dem vuruyor, kimi daha başka iç sorunları deşeliyor. Elbette hepsinin hakkı.
Ve ben son soruya Gül'ün kısa yanıtını not edip defterimi cebime koyuyorum: "Kürt sorununun çözümü için kafamda bir model var ama..."
İşte o "Ama"nın devamı önemli. Demeye getiriyor ki Gül, kan durmadan, PKK saldırılarına son vermeden bir şey yap(a)mam." (Not: Bu son cümle kesinlikle benim kişisel izlenimim, sakın Çankaya'ya mal edilmesin.)
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.