İçimde hep bir ateş yanıyor!
YARI FİNAL BAŞARI DEĞİL!
Ben her zaman kazanmaya devam edilmesi gerektiğini düşünürüm. Çünkü yenilmek ve duygusal olarak karışık hâle gelmek, başarının önüne geçer. Elde ettiğim başarıların da önüne geçer. Benim için başarı, katıldığım her turnuvada yarı finale kalmakla sınırlı olamaz. Kupaları kazanmak ve dünyadaki en iyi oyuncuları yenmek gerekiyor. Sakatlanmadığım, seyahat etmekten hoşlandığım, başarılı olduğum, ailem bu durumdan hoşlandığı sürece bu işe devam edeceğim. İstanbul gibi farklı bir yerde bir turnuva için bulunmak benim için çok ilginç... Böyle ilginç yerlerdeki turnuvalara katılmak farklı hissettiriyor. İçimde daima ateş yanıyor. Bu ateşi idmansızlık ve oynamayarak söndürmenin anlamı yok. Sadece tenis oynadığım zaman motive ve mutlu olduğumu söyleyebilirim.
BİR NUMARAM NADAL!
Bence başarının yolu tamamen çok çalışmaktan geçiyor. Bu her şeyde böyle.. Çünkü ben öyle yaptım. Her sporda başarılı olmak için, "Çok çalışmak gerek" demek belki bir klişe olarak algılanabilir. Ama ben hayatımda en çok bunun faydasını gördüm. Genç yaştan, profesyonelliğe, hatta daha sonrasında da çok çalışmak lazım. Zirveye çıkmanın yolu kesinlikle bu. Sadece yetenek yeterli değil. Küçük yaşlarda bu spora ilgi duyan çocukların kendilerini geliştirebilmeleri için neye ihtiyaç duyduklarının belirlenmesi çok önemli. Sporu hem iş hem de eğlence amaçlı yapmak çok önemli. Ben hobimi, işim ve hayatım hâline getirmem sayesinde 15-20 yıldır her günün sonunda hayalimi yaşıyor gibiyim.
Nadal ve onun seviyesindeki isimlerle karşılaştığımda. Nadal'la çok sayıda maç yaptık. Ortaya güzel maçlar da çıktı. Bu soru için 1 numaram Nadal... Ama Djokovic ile oynadığımda da ortaya harika performanslar çıkabiliyor. İkisine karşı aldığım zevk birbirine yakın fakat tabii ki ikisinin farklılıkları var.
BİR TÜRK KIZI VARDI...
Normal ismimi seviyorum (Gülüyor). "İsviçre'den Roger Federer" en iyisi...
Buraya gelebileceğimi düşünebilir miydim? Bilmiyorum. Dünyayı tenis için gezmeye başladığımda 14 yaşındaydım ve ilk kez Amerika'ya gidiyordum. 16 yaşında okulu bıraktım ve yola düştüm, herhangi bir yöne doğru... İsviçre'deyken futbol takımımda çok sayıda Türk vardı. Aynı zamanda bir Türk kızı da vardı Basel'deki okulumda. Türkiye bizim için her zaman önemli bir konuydu. Basel'de çok sayıda Türk'le tanıştım. Bir gün buraya gelmeyi de istiyordum. Burada bir turnuvada oynayabileceğimi duyduğumda çok sevindim. Bir menajerim ve 4-5 kişilik bir ekibim var. İş konusuna gelecek olursak, her zaman kontrol bende olmalı. Neler olup bittiğini bilmek benim için çok önemli. Bana, "Türkiye'de oynamak ister misin" denildiğinde, "Evet! Hadi bunu gerçekleştirelim" dedim. İnsan ilişkileri gerçekten çok önemli bir konu. Ama yanımdakilerin bir hayatları olduğunu da unutmuyorum. Onlara hayatlarına daima benden daha büyük bir pay ayırmaları gerektiğini her fırsatta söylüyorum.
SPOTLARI SEVMİYORUM!
Kadın tenisini doğal olarak takip ediyorum. Kariyerimin başında Martina Hingis'in oynadığı dönemlerde o, Monica Seles, Steffi Graf gibi isimlere karşı mücadele ediyordu. Kendi tenisime yöneldikten sonra kadın tenisine olan ilgim doğal olarak azaldı. Yine de Serena Williams'ın son döneme damga vurduğunu söyleyebiliriz. Hayatımı cennette gibi yaşıyorum, hapiste değil. Ailemi elimden geldiğince korumaya çalışıyorum. Burada da popüler bir tenisçiyim ve İstanbul'a ilk kez geldim. Kendimi elimden geldiğince 'spot ışığı'ndan uzak tutmaya çalışıyorum. İdmanlarıma, işime ve aileme konsantre oluyorum. Böylece kazanmak için bana gerekli zamanı, rahatlığı yaratıyorum. Bulunduğum noktadan çok mutluyum.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.