HINCAL ULUÇ

Dostlar beni hatırlasın!..

Işıklar yavaş yavaş karardı.. Perde sessizce açıldı.. Önde boydan boya sararmış başaklar.. O tarlanın içinde sağda üç sandalye var.. Tiyatromuzun üç efsanesi..
Bülent Emin Yarar.. Metin Belgin ve Hakan Gerçek.. Solda sazıyla yalnız günümüzün büyük ustası, Cengiz Özkan..
Ve Bülent girdi konuya..
"Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın." Hatırlamam mı Aşık.. Ben seni hatırlamam mı?.
Yıl 1951'di zahir.. Kilis'te Kemaliye İlkokulu'nu bitirmeye çalıştığımız yıllar.. Ders arasında başöğretmen girdi sınıfa.. "Çocuklar yarın 5'er kuruş getirin" dedi.
5 kuruş simit parası. 25 kuruş da haftalık..
Annemden istedim bir 5 kuruş daha ertesi sabah.. "Okuldan istediler" dedim. Ne ben merak ettim zaten, ne de annem sordu. Okula bişey alınacaktır herhalde..
Gittik ki, bizi ince uzun bir koridorda topladılar.. En uca bir uzun masa koyup sahne gibi bir şey yapmışlar..
Biraz sonra, belli gözleri görmeyen birini iki yandan yardımla çıkardılar o masaya ve üstündeki sandalyeye oturttular..
Başöğretmen, "Aşık Veysel" dedi.. "Halk ozanıdır. Yurdu geziyor adım adım.. Kilis'e bizim okula da uğradı..
O beşer kuruş meğer Veysel'in konser ücretiymiş çocuk başı..
Bir simit parasına dinledim seni Aşık.. Ben seni nasıl hatırlamam..
İlkokul bitti.. Kilis de bitti.. Sonra Antakya.. Ortaokula başlangıç Ordan da Ankara'ya.. Ortayı Kurtuluş Ortaokulu'nda bitireceğiz.
Okul açıldı. Bir kaç gün geçti.. Dersteyiz sınıfın kapısından minik, minyon bir hanım girdi içeri.. Sonra öğrendik. Müzik Hocamız Nermin Hanımmış. Bizim ders hocasından izin aldı.
"Çocuklar okulda bir koro kuruyorum. Katılmak isteyenler cumartesi öğleden sonra okula gelsinler. Gelirken de "Çiğdem der ki, ben alayım" türküsünü öğrensinler..
Hemen el kaldırdım tabii.. O türkü o sıralar çok popüler. Radyo durmadan çalıyor.. Bizim de aile eğlencemiz radyo.. Başka bişey yok ki.. Dinleye dinleye ezberlemişim.. Zaten hani ilkokulda 5 kuruşa dinlemiştim ya, o Veysel'in türküsü üstelik..
"Çiğdem derki ben alayım
Yiğit başına belayım
Hepisinden ben alayım
Benden ala çiçek var mı
Çiçek var mı hey!."
Geldik okula.. En alt kattaki ince uzun koridor gene.. Bir kenarda beş sıra yaptı Nermin Hoca hepimizi.. Kendisi de şef gibi karşımıza geçti.. "İşaret verince gireceksiniz" dedi..
Verdi işareti.. Girdik..
"Çiğdem der ki ben alayım.. Yiğit" dedik kaldık.. Hoca iki elini en sert iki yana açarak "Kesin" işareti yaptı. Sonra 100 kişinin içinde parmağıyla beni gösterdi. Gözleriyle de öyle baktı ki, "Ben mi" dememe gerek yok.. Sonra ayni şiddetle işaret parmağını kapıya çevirdi. "Çıkkkk"
Çıktım.. Müzik hayatımın sonu olarak çıktım..
Daha beş kelime etmeden bendeki felaket sesi anlayan Nermin Hoca ile sonra çok seviştik. Ortayı lise yapınca, dört sene daha öğrencisi oldum. Okul bitti, muhabbetimiz bitmedi yıllarca.. Öylesi..
Seninle kötü başlayan ama sonu harika dostluklardan biri oldu, Aşık..
Ben seni hatırlamam mı?.
Yıllar geçti. Lise de bitti.. Üniversite de.. Askerlik de bitti. 1960 lı yıllar.. Ankara'da gazetecilik karın doyurmuyor.. Cüneyt Ağabey (Koryürek) Türkiye'nin ilk Halkla İlişkiler Şirketini kurmuş.. Beni de şirketin PR Müdürü yaptı.. Good Year, o zaman her evdeki telefon Northern Electric, Lufthansa Alman Hava Yolları. Müşterimiz. Ben de PR müdürüyüm. PR, lafı ilk defa giriyor Türkçeye.. Piar.. Yani Public Relations.. Yani Halkla İlişkiler.. İyi de iş yapıyoruz. Bir gün kapı çaldı. Üç delikanlı girdi içeri..
"Biz Modern Folk Üçlüsüyüz. Ama bizi kimse tanımıyor. Sen bu ülkenin en iyi PR'cısıymışsın, hadi bizi tanıt" dediler..
Üç ay sonra Ali Paşa Ağıtı ile liste başı oldular. Öyle harikaydılar gerçekten..
Bir gün, Ankara'da spor salonunda bir konser var.. Orda söyleyeceğiz.
10 dakika falan kala, çocukları soyunma odasında bırakıp, en öndeki yerime geçtim, oturdum. Yanımdaki koltuk boş... Biraz sonra Veysel'i getirip yanıma oturtmazlar mı?.
Oldu mu kalp atışlarım 180!. Bu Veysel Kilis'te 5 kuruşa dinlediğimiz Aşık değil ki?. Ünü sınırları aşmış en büyük halk ozanı.. Onun yanında oturmak muhteşem ama aklımda o yok..
Az sonra bizimkiler çıkacak ve Veysel'in en ünlü türküsü o zaman, Karatoprak'ı okuyacaklar.. Doğan Canku'nun müzik ve vokal düzenlemesiyle çok sesli Veysel okuyacağız, Veysel'e..
O zaman yaptığımız işin muhalifi çok. En başta da TRT!.
Batı sazları ve usulü ile türkülerimizi katlettiğimizi söylüyor ve durmadan denetimde takıyorlar.
Gençler bayılıyorlar ama orta yaşı biraz geçtik mi, tutuculuk başlıyor.. Şimdi Veysel ne diyecek?.
"Allahtan görmüyor ve beni tanımıyor" derken biri de gelip "Aşık, yanında Modern Folk'un meneceri var.. Birazdan senin türkünü de okuyacaklar" demez mi?.
Konser nasıl başladı, bitti anlamadım. Karatoprak söylenirken nerdeyse ölüyordum. Sonunda bitti. Aşık beni dürttü. "Hıncal Bey, beni çocuklara götür" dedi.. Koluna girdim. Kulise gittik. Çocukları tanıttım..
"Allah sizden razı olsun çocuklar" dedi Aşık ilk.. Sonra "Size teşekkür ederim" dedi.. "Sizin sayenizde bugünün gençleri, sizin sayenizde dünya Veysel'i tanıyacak, dinleyecek.. Allah sizden razı olsun.."
Sen ne büyük adam, o görmeyen gözlerinle ne "İleri görüşlü" adamdın Aşık..
Kara Toprak o günden sonra, beş kıtada, yüzlerce ülkede, yüzlerce konserde binlerce yabancıya çaldı söyledi, o kutladığın üç genç..
Ben seni hatırlamam mı, Aşık!.
Bülent'in her "Dostlar beni hatırlasın" deyişinde bunlar geldi geçti gözlerimin önünden işte Aşık.. Hem ağladım, hem dinledim, bütün gece..
..ve Metin başladı, bir başka Veysel ezberime..
"Kambur felek sanki beni kayırdı
Eşten dosttan nazlı yardan ayırdı
Gizli sırrım memlekete duyurdu
Sanki benim bir ettiğim var gibi
Kimine at vermiş estirir gezer
Kimine aşk vermiş coşturur gezer
Kimine mal vermez koşturur gezer
Sanki bunu zengin etmek zor gibi.
Bir kısmına yayla vermiş köy vermiş
Bir kısmına büyük büyük pay vermiş
Sevdiğine güzellikle boy vermiş
Al yanaklar şule verir nur gibi
Birinin aklı yok deli divane
Bir kısmı muhtaçtır acı soğana
Bir kısmını zengin etmiş yan yana
Şimdi kendi saklanıyor sır gibi
Kimine saz vermiş çalar eğlenir
Kimi zevk içinde güler eğlenir
Veysel gözyaşlarını siler eğlenir
Yeter gayrı yumma gözün kör gibi
Ne dizelerdir bunlar, insanın içine hem de damardan akan..
..Ve Hakan.. Hem de ne Hakan..
"Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamaz
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz aleme
Aşklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikri başka başk'olmasa
Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana aşık olmasa.."
Ah be Aşık.. Bugünleri o zamandan görmüş ve nasihatlemişsin bizi ama, hani nerde aldıran.. Hani nerde senin efsane laflarını anan..
"Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikri başka başk'olmasa"
Fikirler başka başka olacak tabii.. Koyunla kurttan farkımız, başka başka fikirde olsak da birlikte gezebilmemiz değil mi?. Düğümler öyle çözülmez mi?. Ah ki, ah!..
..Ve Cengiz girdi, o konuşturduğu sazıyla..
"Gönül sana nasihatım
Çağrılmazsan varma gönül
Seni sevmezse bir güzel
Bağlanıp da durma gönül
Ne gezersin Şam'ı Şark'ı
Yok mu sende hiçbir korku
Terk edersin evi barkı
Beni boşa yorma gönül
Yorulursun gitme yaya
Hükmedersin güne aya
Aşk denilen bir deryaya
Çıkamazsın girme gönül
Ben kocadım sen genceldin
Başa bela nerden geldin
Gahi indin gah yükseldin
Şimdi oldun turna gönül
Bazı zengin bazı züğürt
Bazı usta bazı şagird
Bazı koyun bazı aç kurt
Her irenkten derme gönül
Veysel gönülden ayrılmaz
Gahi bilir gahi bilmez
Yalan dünya yarsız olmaz
İster saçı sırma gönül.."
Gece nasıl geçiyor anlamıyorum.. Bitsin hiç istemiyorum.. Öyle bir dev Veysel.. Ve sahnede öyle devler..
Bir Karatoprak girdi önce Cengiz sazı ile melodiyi kalbimize akıtarak.. Sonra Bülent, Metin ve Hakan sözleri paylaşarak şiirin tümünü okudular, içimize..
"Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sâdık yârim kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sâdık yârim kara topraktır
Âdem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yedirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sâdık yârim kara topraktır
Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sâdık yârim kara topraktır
İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Dileğin varsa iste Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sâdık yârim kara topraktır
Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul da Allah'a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sâdık yârim kara topraktır
Bütün kusurumuzu toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarımı düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sâdık yârim kara topraktır
Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel'i bağrına basar
Benim sâdık yârim kara topraktır
..Ve Veysel sadık yari Toprağı böylesine anlatılırken, o toprağı nasıl gökdelenler ve rezidanslara döndürdüğümüzü anlatan fotoğraflar da ekrandaki kule perdelerde Veysel'le karşı karşıya sahneye dikiliyor..
Ve Bülent önce benim en ama en sevdiğim, Aşkın Arsunan Aranjmanı ve Duygu Tarhan yorumu ile Uzun İnce Bir Yoldayım'a giriyor.
"Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Uykuda dahi yürüyom
Kalmaya sebep arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece
Kırk dokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde
Düşmüşem gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece
Düşünülürse derince
Irak görünür görünce
Yol bir dakka miktarınca
Gidiyorum gündüz gece
Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayan gahi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece"
Artık bunun üstüne bir şey dinleyecek halim yok.. Ama geceyi düzenleyen Atila ve Mehmet Birkiye Kardeşlere nemlenen gözler yetmiyor. Beni bile hüngürdetecekler..
Aşık kendi koymuş adını "Son Şiir" diye.. Şu satırları okurken ağlar zaten insan.. Peki ya Bülent gibi bir dev, okumaz da yaşatırsa..
"Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne karaya ne denize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Ne yıldıza ne de aya
Uçsuz bucaksız deryaya
Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekliyor limanda
Tayfaları hazır ondan
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum"
O "Gelmez yol"a hepimiz gideceğiz Aşık.. Gidip sana geleceğiz. Orda yeniden buluşacağız..
Vasiyetimdir, kefenin cebi yok ama, gene bir beş kuruş koysunlar bir yanına..

***

Abbas!..
Efendim kısmetse siz bu satırları okurken, ben Aile Yeni Yıl Toplantısı için Ankara'da olacağım.. Dönüş yolu yarın, İnşallah..
Yani dükkan salı günü kapalı..
Ali Kestaneci dost bu dükkanı Balat'ta görmüş, resmini çekip bana yollamış..
"Şükürki, seninki Bazen Kapalı" diye de not düşmüş, altına..
Aynen, öyleyiz, Ali..

***

Pazar Neşesi
Bu hafta Pazar Neşemiz, neşe küpü dostum Eyüp Karadayı'dan..
Kahvede oturmuş, kağıt oynamakta olan emekliler, bir yandan da sohbet ediyorlardı.. Konu bir ara geçim sıkıntısına geldi.. Emekli felsefe öğretmeni Rasim bey, her zamanki gibi ortaya ilginç bir tespitini attı:
"Farkında mısınız?. Yaşlandıkça çoğumuz zenginleşiyoruz?"
"Hoppala!. Şimdi nereden çıktı bu" diyenleri susturan Rasim Hoca, gerekçelerini teker teker saymaya başladı..
- Saçlarımız gümüşi oluyor!..
- Ağzımızda dişlerin çoğu altın kaplanıyor!
- Böbreklerimizde taş oluşuyor !..
- Kanımızda bol şeker birikiyor!..
- Damarlarımız demir doluyor !..
-Bağırsaklarımızda da bol bol doğal gaz dolaşıyor!..
Bunların hepsi aslında birer servet değil mi!?.. Peki ama hangimiz farkındayız?."

***

Latin Sözleri
"Blanditia, non imperio fit dulcis Venus."
"Aşk, emretmekle değil, iltifatla tatlılaşır!"
Publilius Syrus

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.