HINCAL ULUÇ

Tanrı’nın laneti mi?. Uyarısı mı?.

On dakikadır bilgisayarımın önünde oturuyorum.. O bana bakıyor.. Ben ona bakıyorum.. Bakıp duruyorum.. "Hadi başlasana" diyecek konuşsa adeta..
Ama başlamak içimden gelmiyor.. Yazmak içimden gelmiyor..
Bu kafayla neyi nasıl yazacağım da, size keyifle okutacağım.. Düşünüyorum.. Dün gece kafamı yastığa koyduğumda beni uyutmayan düşüncelerimi düşünüyorum hala..
Ben ki, "Kafasını yastığa koyunca uyuyan mutlu insanlar" arasında saydım kendimi hep!...
Neydi beni uyutmayan düşünceler?.
Dedemi, Kilis Müftüsü, büyük din bilgini, ulema dedemi düşündüm, yatağımda bir o yana bir bu yana dönerken.. Onu nasıl özlemle düşündüm..
Mekke'den, Medine'den heyetler gelirlerdi, dedemin fikrini, tefsirlerini, yorumlarını almaya.. Padişahın Şeyhülislamlık teklifini "Ben Kilisimden ayrılmam" diye geri çevirmişti ama, İslam dünyasında Şeyhülislam muamelesi görürdü gene, Dedem Muharrem Efendi..
"Şimdi olsaydın dedem" diye mırıldandım yatağımda. "Şimdi olsaydın da sana sorsaydım!." Dedem sayesinde çok inançlı büyüdüm ben.. Dinin kalıplarını, dogmalarını değil "Ruhunu" öğretti hep. Esas olanın "İnanmak" olduğunu öğretti. "Kalıplarla, dogmalarla insanları inandırırsın. Ama içindeki inancın gerçek olup olmadığını sadece Yüce Tanrı bilir. Onu kandıramazsın" derdi hep..
Yazmıştım bir kaç defa..
Cami, hemen evimizin yanındaydı. Yazın tatile gelen dayımları alır, teravih namazına giderlerdi.. Ben 10 yaşındaki Hıncal onlara özenirdim.
"Beni de götür" dedim, dedeme bir gün..
İkiletmedi bile..
"Yarın akşam iftardan sonra gideriz" dedi.
O gece heyecandan uyuyamadım. İlk defa camiye gideceğim.. İlk defa namaz kılacağım..
Hem de dedemle..
Sabah erkenden kalktım.. Dedemden işaret bekliyorum..
İşleri ile meşgul.. Öğle oldu, çağırmadı. Öğleden sonra oldu, hala ses yok..
"Unuttu galiba beni namaza götüreceğini" dedim, utana sıkıla ben onun odasına gittim, akşam üstü..
"Dede, bu gece namaza gitmiyor muyuz, camiye?." "Gidiyoruz evlat!. Öyle konuştuk ya.." "Peki ama ben namaz kılmayı bilmiyorum ki, sen de bütün gün öğretmedin bana.." O zaman dedem bana, İslam Dininin büyüklüğünü, ululuğunu, tüm öteki dinlerden farkını öğreten, benim yaşam ve inanç felsefemi oluşturan şeyleri söyledi..
"Öğrenecek bir şey yok..
Camiye gideceğiz.. Benim yanımda duracaksın. Karşımızda cemaate namazı kıldıran İmam olacak. Ona bakacaksın.. O ne yaparsa sen de aynisini yapacaksın. Hepsi bu.." "Onlar hareketler.. Hadi taklit ettim Dede..
Ama ben namazda edilen duaları bilmiyorum ki.. İçlerinden dualar okuyorlar hep. Dudakları kıpırdıyor.. Ben ne okuyacağım peki?." "Ne istersen onu söylersin evlat" dedi, Müftü Dedem.. Ulema dedem.. Bilgin dedem..
"Yüce Tanrı her yerdedir. Herkesi de bilir, her dili de bilir. Anlar.. Ezber dualara ihtiyacın yok.. İçinden ne geliyorsa onu söyle.. 'Yüce tanrım, sana inanıyorum. Senin önünde eğilmeye geldim' de.. Kendin, sevdiklerin, ailen için ne dileğin varsa, korkma, çekinme, onları söyle..
Namaz, Tanrı'nın yüceliği önünde secde etmek, ona inancını göstermek ve içinden geldiği gibi yakarmaktır. Tanrı seni bilir.
Oraya niçin geldiğini de bilir, merak etme.." İşte o dedemi özledim, dün gece..
Karşıma çıksaydı.. Gelseydi ona soracaktım..
"Dede nedir bu?. Son zamanlarda üst üste yaşadığımız felaketler, olmadık sıkıntılar..
Doğuda deprem, batıda deprem.. Birbiri üstüne düşen çığlar.. Durup dururken hem de hava alanında parçalanan uçak!. Durmadan gelen şehit haberleri.. Hem de elalemin ülkesinde, benim şehitlerim..
Nedir bu Dede" diyecektim ve "Tefsir et, yorumla Dede" diye yalvaracaktım..
"Nedir bu başımıza arka arkaya gelenler?. Yüce Tanrı'nın laneti mi?. Yoksa uyarısı mı?." Tanrı'ya inanıyorsak, "Kadere ve hayır, şer her şeyin ondan geldiğine inanıyorsak, (Hayrihî ve şerrihi mina'llâhi teâlâ / Hayır ve şerrin Allah'ın yaratması ile olduğuna inandım ) bu arda arda gelen felaketlerin de bir anlamı olması gerektiğini düşünmemiz lazım..
Ülkemin, ulusumun haline bakın.. Kaç ama kaç parçaya bölünmüşüz.. Dört yanımızı saran düşmanlar, kahpeler yetmezmiş gibi, Allah'ın günü birbirimize sövüyoruz.. Her ama her konuda bölünmüşüz.. Hepimiz, bir sebeple, hepimize düşmanız adeta..
Cenazelerde buluşmayı bile unuttuk. Geçin Ulusal ve Dini bayramlarda kucaklaşmayı, bayramlaşmayı, dargınsak barışmayı, acılarımızı bile paylaşamayacak kadar bölündük, kutuplaştık..
Siyasette düşmanız.. Sporda düşmanız..
Sinemada, tiyatroda, müzikte yahu, müzikte düşmanız.. İçimiz, dışımız kin.. Nefret.. Öfke..
Durmadan onları kusuyoruz birbirimize.. Bu ulusal felaketlerden bile, bireysel fayda çıkarma peşindeyiz.
Yahu hepimiz ayni Tanrı'nın yarattığı insanlarız.. Ayni Tanrı'ya inanan kullarız güya..
Yüce Tanrı, bizi Yaratan, görmüyor mu halimizi!.
"Siz nasıl Müslümansınız?. Müslümanlık bölünmek, parçalanmak, durmadan sövmek, aşağılamak, nefret ve öfke kusmak mı?. Böyle mi öğrettim size, kitabımda" demez mi, Büyük Allah'ım!.
Belki de diyor işte.. Böyle diyor..
Şerlerini üzerimize göndererek..
Hayır!.. Bence "Henüz" lanetlemiyor..
Uyarıyor, Yüce Tanrım!.
Sodom ve Gomore halkını defalarca uyarmıştı. Anlamadılar.. Aldırmadılar..
Sonra geldi Tanrı'nın laneti!.

***


Ah Fatih Hocam ah!..
Galatasaraylı olmamak ne güzelmiş.. Son yıllarda ilk defa bir Galatasaray maçında mutlu hissettim kendimi.. Alanya golleri atarken içimde öyle bir sevinç patlaması oldu ki, havaya zıplamamak için kendimi zor tuttum.
Üçleyip bitirseler hele havalara uçacaktım.
90a'yı da bıraktım ya, Galatasaray gibi.. O programda yerimi alan Levent Tüzemen kardeşim, hem canlı yayında, hem de dün sabah gazetedeki köşesinde Fatih Terim'in 8 kişilik bir rotasyona gitmesini eleştirdi.
"Üç günde bir maç yapmaya alışalım diyen biri bunu nasıl yapar" dedi, özetle..
Yapar Levent yapar.. "Üç gün sonra Fener'le hem de oynayacak Alanya tam takımla çıkar da, Kasımpaşa maçından korkan Fatih 8 kişi değiştirir öyle mi" değil tabii.. İşin içinde iş var..
Terim'in kafasında, hala onu yok eden Türk futbolcu düşmanlığı ve Belhanda aşkı var.. Keçi inadından beter bir kin ve aşk takıntısı bitmiyor bir türlü..
Güya satışa çıkardığı ama bir türlü alıcı bulamadığı (Yerseniz) Belhanda'sını, transferin kapanmasının ertesi günü, anında ilk 11'e koydu ama herif gene ruhsuz, gene bencil oynadı ya.. Üç gün sonra gene ilk 11'e koysa, ikisi de ıslıklanacak..
8 kişilik rotasyonu o zaman yaptı ki "İkinci takımı sürdü sahaya..
Bak 'Belhanda da ikinci takımda' desinler ve bu defa yesinler"di hesabı..
Sırf Belhanda'yı ilk 11'de çıkarmak için sekiz kişi değiştirdi..
Düşünün o sekiz kişi içinde, Galatasaray tarihinin "Onur" adamlarından, lider ve kaptan (İki yıldır bu takımın lideri de kaptanı da yok, üstelik) Selçuk yok..
Oyuna soktuğu 3 kişi arasında bile yok.
Çünkü Selçuk kini, öfkesi, nefreti sürüyor..
Selçuk'u öldürmek için iki yıldır her şeyi yapan Fatih, Belhanda'yı "İlle de kazanmak" için çırpındıkça çırpınıyor Levent..
Çırpındıkça da, Belhanda ile birlikte batıyor.. Galatasaray da durmadan su alıyor tabii..
Ayın 11'inde mahkemenin "Yürütmeyi durdurma" kararı ile hala o koltukta oturan "İbra edilmemiş Başkan" Mustafa Cengiz'in duruşması var.
Bu duruşma sonunda seçim kararı alacak ve çekip arabasını gidecek. Gideceğini bildiği için seçimden ödü patlıyor zaten..
Mustafa gider.. Bu keçi inadı yüzünden kendisini batıran Fatih de Belhanda'sını alır gider.. O zaman Galatasaray için bir umut kapısı açılır. O zaman tünelin ucunda ışık görünür.
11 Şubat'ta adil bir mahkeme, Galatasaray'ı kurtaracak inşallah, Levent!.

***


34 SSM 20!..
Erkek, genç kadının arabasının arkasından selektör yaparak geliyordu.
Kadın kavşakta sarı ışıkta yavaşlayınca, erkek kornaya uzun uzun basarak yanından geçti gitti..
Kadın ilerdeki kavşakta durduklarında erkeği orada görevli polise şikayet etti..
Olay duyulur duyulmaz, sosyal medya linci başladı. Ertesi gün gazeteler "Trafikte bile kadın tacizi" başlığı ile çıktılar.
Aslında hayali bir hikaye gibi ama, pek değil..
Olayın bir bölümü gerçek..
Ama kahramanlar ters..
Tepecik yolunda, trafiğin "Meskun Mahal" kurallarına uyarak ve her hafta hemen her kavşağında kazalar olan bir yolda, gene trafik kurallarına uyup yavaşlayarak giden ben.. Bizim araba..
Yol boyu durmadan selektör yaparak taciz eden, biz sarıda yavaşlayıp dururken, hışımla gaza basıp geçerken, korna çalarak, taksici esnafı lügatıyla söven de, işte bu 34 SSM 20 plakalı kadın sürücü..

***


Son Beş Yıl!..
Bir yanda bir erkek.. Yazar..
Kariyeri hızla yükselen bir yazar.
Öte yanda bir kadın.
Oyuncu.. Kariyeri yavaşlayan, durgunluğa giren bir oyuncu..
Bu ikisi tanışırlar.. Sevgili olurlar.. Evlenirler.. Sonra ilişkiler kötüleşir. Bir gün erkek evi terk eder gider.
Tanışma.. Evlenme..
Ayrılma.. Beş yıllık bir süreç..
Jason Robert Brown'ın tek perde 90 dakikalık oyunu özetle bu..
Özelliği mi?.
Bu 5 yılı erkek ve kadın, ayrı ayrı anlatır seyirciye.. Kadın bittiği günden başa doğru..
Erkek başladığı günden sonuna dek..
İlginç değil mi?.
Bir özellik daha var.. Oyun opera türünde sanki..
Başından sonuna anlatımlar müzik yoluyla.. Ama opera değil.. Müzikal hiç değil.. Tiyatro olduğu kesin.. Başka bir tiyatro işte..
Kadını Pelin Akil oynuyor.. Yıllar yıllar öncesinden, Rent adlı müzikalde harika oynayarak adını duyuran Pelin.. Rent'i de, Pelin'i de çok yazmıştım bu sütunlarda..
Pelin gene harika..
İlk defa izlediğim Kaan Sekban da, çok çok başarılı.. Zaten bu ikilinin başarısı olmasa, zor, çok zor oyun Son Beş Yıl, çekilmez olur.. Şimdi salon doluydu.
Oyun İstanbul içinde turnede.. Ben Cadde Bostan Kültür Merkezi'nde izledim.
Bilmiyorum sorun, salonun akustik düzeninde mi?. Canlı orkestra çok forte çalıyor. Konuşmalar zaten müzikli olduğu için anlaşılması kolay değil. Bir de orkestra Pelin'le Kaan'ı bastırınca, yığınla cümleyi anlamak zorlaşıyor.
Oyunu "Tebdil-i Sahne" tiyatrosu sahneye koymuş. Ama bize dağıtılan oyun programında ne internet adresleri var, ne de telefon numarası. .
Görmek isterseniz, ne zaman, nereye gideceğinizi ne ben yazabilirim, ne siz bulabilirsiniz?.
Artık gazetelerin sanat sayfalarından mı bakarsınız, internette siz de bir yol mu ararsınız bilemem..
Bildiğim..
Müziği ve tiyatroyu seviyorsanız, bu oyunu arayıp bulmalı ve görmelisiniz.

***


Tebessüm
Teyzesi, kolyesine nasıl hayran olduğunu her fırsatta söyleyen yeğenine "Vasiyet ettim. Öldüğüm gün, bu kolye senin boynunda olacak" der demez, genç kız havaya fırladı..
"O günü iple çekiyorum."
Sevdiğim Laflar
"Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmazsan, cahilsin demektir."
Sadi-i Şirazi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.