Bazı
tasarımcılar, içlerindeki moda aşkını çocukken keşfeder. Oyuncak bebeklere, kızkardeşlerine kıyafetler tasarlayarak bu disipline yönelir. Bazısının tasarım eğilimi yıllar içinde şekillenir. Henry Holland (27) ise kendisinin de sürekli altını çizdiği gibi 'tesadüfen' hatta 'kazara' moda tasarımcısı olanlardan. İsminin duyulmasının üzerinden daha dört yıl bile geçmeden kendi markasıyla adından söz ettiren biri o. Sadece House of Holland markasıyla tanınmıyor; Blackberry, Roxy, Levi's gibi markalarla yaptığı işbirlikleriyle de moda dünyasının sık zikrettiği isimlerden biri, Holland. Bunda elbette, yine kendisinin de altını çizdiği gibi 'it kız'lardan ve gazetecilerden oluşan arkadaş çevresinin etkisi büyük. Agyness Deyn, en yakın arkadaşı, Alexa Chung da öyle. Bob Geldof'un kızı Pixie ile yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Hepsi Holland'ın destekçileri... Henry Holland geçtiğimiz hafta Camper&Friends etkinliği için Türkiye'deydi.
XOXO dergisinin Camper ile işbirliğiyle gerçekleştirdiği etkinlik için İstanbul'a gelen Holland, modaseverlerle buluştu. Emel Kurhan'la (Yazbukey) beraber moda sektörü üzerine konuşan Holland'la, söyleşiden sonra Otto Santral'de buluştuk.
- Bildiğim kadarıyla üniversitede gazetecilik eğitimi aldınız...
- Evet. O yüzden de röportaj verirken çok geriliyorum. 'İyi konuşuyor muyum?' diye stres oluyorum.
- Gazetecilik eğitiminizin ardından da dergilerde çalışmaya başlamışsınız...
- Evet. Okurken başladım çalışmaya. Gençlik ve moda dergilerinde çalıştım. Moda editörlüğüne de, bugüne kadar yaptığım her şey gibi tesadüfen başladım. Okul biter bitmez bir pop müzik dergisinde başladım. Gruplara styling yapıyorduk. İnsanların bu işi yapıp üzerine para almasına inanamıyordum. Sonra
Bliss dergisine geçtim. Tişörtleri de o zaman yapmaya başladım zaten.
- Moda sektöründe adınızın ilk olarak duyulması sloganlı tişörtlerle oldu, değil mi?
- Evet. O zamanlar Amerika'dan üzerinde ünlülerle ilgili komik yazılar yazan tişörtler alıyordum. Bir gün arkadaşlarımla otururken, 'Bunu ben de İngiliz ünlüleriyle yapabilirim,' dedim. İlk yaptığım tişört, Lindsay Lohan'la ilgiliydi. Arkadaşım ünlü
Heat dergisine koydu tişörtleri. Satış noktası olarak kendi cebimi vermiştim ve yüzlerce telefon aldım. Ama sadece altı tane sattım! Hepsi elimde kaldı. Arkadaşlarım uzun zaman dalga geçti benimle. Sonra bir gün yakın arkadaşım, tasarımcı Gareth Pugh ile oturuyorduk. O da benimle dalga geçiyordu. 'Senin adını koyarsam satar belki,' dedim ve birkaç tane tişört ürettim. Moda haftasında arkadaşım Gareth Pugh defilesine, tasarımcı Giles Deacon'la ilgili slogan yazan tişörümle çıktı. Deacon da defilesini Gareth'ın sloganı olan tişörtle selamladı. Ve ertesi gün Amerikan
Vogue'undan arandım!
- Bunu hiç planlamamıştınız, sanırım.
- Hayır. Öylesine, eğlenmek için yapıyorduk. Sonra Burberry'den arayıp Christopher Bailey'li tişörtlerden istediler. Birden, moda haftasındaki bütün defilelerde benim tişörtlerim konuşulmaya başlandı. Bir anda ünlendim.
LİMİTLERİM YOK, İSTEDİĞİMİ YAPIYORUM
- Tişörtleriniz, sloganlarıyla ünlendi. Modaya girişinizde yazı yeteneğiniz rol oynamış diyebilir miyiz?
- Sanırım. Çocukluğumdan beri yazmaya meraklıydım. Yarışmalara katılır, yaratıcı yazarlık dersleri alır, yerel gazetelere yazardım. Ama dergileri hep daha çok sevdim.
- Birkaç sloganlı tişörtten büyük markalarla işbirliği yapan koca bir markaya dönüşmeniz nasıl oldu?
- Londra'da, genç yeteneklerin çıktığı Fashion East'te bir defile yapmam teklif edildi. Arkadaşlarımın da yardımıyla birkaç parça kıyafet yaptım. Hiç unutmuyorum, sonbahar-kış koleksiyonuydu ve podyumda pantolonunun üzeri çıplak bir erkek model yürümüştü; çünkü üstüne bir şey yapamamıştım!
Vogue, 'Bu espriler güzel ama sektörde kalmak için yeni bir şeyler yapması gerek,' diye yazdı. Ben de bu motivasyonla kendimi geliştirmeye karar verdim. Bir sonraki sezona çantadan ayakkabıya, mayodan jeane kadar her şeyi yapmıştım. Sonra stüdyomu kurdum ve yavaş yavaş büyüdük.
- Moda eğitimi olmadan da bu dünyada var olunabiliyor demek ki?
- Eğitim almadığım için kendimi kısıtlamıyorum. Limitlerim yok; istediğimi yapıyorum. Olan oluyor, olmayınca da olmuyor. Zaten bu işi çalışırken öğreniyorsunuz. Teknik açıdan çok iyi değilim hâlâ, bir ekiple çalışıyorum. Benim gelişimim, tasarım eğitimi alanların tersine işliyor. Onlar okulda estetiği öğreniyor, ilk çıktıklarında da kendi çizgilerini göstermeye çalışıyorlar. Stilleri anlaşılınca da satışa odaklanmaya başlıyorlar. Bense önce satış odaklı şeylerden başladım. Tasarım kimliğim ve estetiğim daha sonra geldi.
AGYNESS ÇOK ESKİ ARKADAŞIM
- Tasarımcı Elie Tahari, 'Basından çok, müşterilerin seveceği kıyafetler yapmaya gayret ediyorum,' diyor. Katılıyor musunuz?
- Bence de. Benim için müşterinin ve satın almacının ne düşündüğü önemlidir. Çünkü bu işe başladığımda, ödemem gereken bir mortgage vardı. O yüzden hep ticari düşündüm, yaptıklarımını satış odaklı olmaları çok önemliydi.
- Son defileniz, tasarım estetiğinizin en çok öne çıktığı koleksiyon olarak değerlendiriliyor.
- Evet. Şanslıyım ki marka kimliğim çok kuvvetli. Renkler ve desenlerle ayrışabiliyorum başka markalardan. Son koleksiyonda da House of Holland kadını, benimle beraber büyüdü. Eskiden çılgın partilere gidiyordu, artık kokteyl partilerine gidiyor. Gündelikten çok gece kıyafetlerine yoğunlaştım bu kez. Çünkü markam beni ve arkadaşlarımı çok anlatıyor. Başlarda tişört giydiğim için tişört yapıyordum.
- Gazetecilikten gelmenin artıları ve eksileri neler?
- Artıları, Londra'daki gazetecilerin yarısının arkadaşım olması ve bana çok destek vermeleri. Eksileri ise diğer tasarımcılardan çok daha erken koleksiyon hazırlamaya başlamam.
- Arkadaş demişken, Agyness Deyn de en yakın dostunuz, değil mi?
- Evet. Çok uzun yıllardır tanışıyoruz. Agyness ilham kaynağım olarak gösterildi hep. Aynı zamanlarda tanındık. Birbirimize kariyer anlamında da destek olduk.