Zübeyde Teker TUHAD-FED Genel Başkanı:
ŞİDDETLE DEĞİL, İKNA İLE SONLANMALI
"Hükümetin sorumlu davranması gerektiğini düşünüyorum. Şiddet politikalarından vazgeçilmesini istiyorum. İnsanların demokratik haklarını kullanmalarının önüne geçmenin doğru olmadığını anlamaları gerekiyor. Şiddet ve baskı uygulamanın çok kötü sonuçlar doğuracağını öngörmek gerekir. Siyasi sorumluluk, bu süreç açısından bedeli ağır sonuçlar görebilmeyi gerektirir. Müzakere sürecinin başladığı, görüşmelerin sürdüğü dönemde, gerilimi tırmandırmanın hükümetin sorumluluğunda olduğunu düşünüyorum. Hükümet, gerekli hassasiyeti göstererek, özür dilemeli. Bu sürecin, şiddet ile değil, iknayla sonlanması gerekir."
Can Paker TESEV Yönetim Kurulu Başkanı:
ORTA SINIFA DİKKAT
AK Parti iktidarı döneminde Türkiye'de bir orta sınıflaşma yaşanmıştır. Orta sınıfın önemli özelliklerinden biri bireysel özgürlük talebidir. Bu talep önce Anadolu'da başladı. Askeri vesayete karşı verdikleri mücadele nedeniyle AK Parti kitlesi bu taleplerin taşıyıcısı oldu. Son 10 yılda genişleyen bireysel özgürlükler çerçevesi içinde şimdi karşımızda laiklik vurgusu da taşıyan bir başka orta sınıfın daha olduğu gözden kaçırılmamalı. Toplumun bu katmanı üzerinde hayatlarımıza müdahale ediliyor, özgürlüklerimiz kısıtlanıyor algısı oluşturulmamalı. Siyasi kararlar daha dikkatli bir biçimde ve bu orta sınıfların bireysel özgürlük talepleri dikkate alınarak verilmeli."
Prof. Dr. Mithat Sancar Akademisyen:
ÜSLUBA DİKKAT EDİLMELİ
"Öncelikle Başbakan Vekili Bülent Arınç'ın açıklamaları önemli. Ama yapılması gerekenler var. Gezi Parkı'na ilk polis müdahalesinin emrini kimin ve neden verdiğini açığa çıkarmaları gerekiyor. Polis şiddetinde aşırı bir ölçüsüzlük olduğunu kabul ediliyor. Ama hem idari açıdan hem yargısal açıdan yürütüldüğünün ortaya koyulması ve yürütülen soruşturmanın inandırıcılığının gösterilmesi gerekiyor. Ve polisin tavrında bundan sonra açıkça bir düzelmenin gözlemlenmesi gerekli. Üsluba bütün hükümet üyelerinin dikkat etmesi şart. Üsluba bütün hükümet üyelerinin dikkat etmesi şart. Gerilimden ve kutuplaşmadan en başta hükümetin titiz bir şekilde kaçınması önem taşıyor. Eylemcilerin demokratik çerçeveyi ve sivil eylem biçimini hiçbir şekilde terk etmemeleri gerekli. Taleplerin daha fazla demokrasi, daha çok özgürlük ve daha sağlam bir hukuk devleti ekseninde toplanması olumlu sonuçlar doğuracaktır."
Fehmi Koru Gazeteci:
HEPİMİZ AYNI GEMİDEYİZ
"Sokakların hareketlenmesinden ve insanların görüşlerini doğrudan iletmeye çalışmasından değil, sokaklara dökülenlerin iyi niyetlerinin kötü amaçlarla kullanılmasından endişe etmeli. Kendilerini ve toplumu ilgilendiren konularda hassas insanların ülkelerinin aleyhine sonuçlar doğuracak bir taşkınlığa sürüklenmemesi lâzım. Hepimiz aynı gemideyiz."
Mustafa Kumlu TÜRK-İŞ Genel Başkanı:
TARİHİ BİR SORUMLULUĞUMUZ VAR
"Taksim'de ağaçların kesilmesine karşı gösterilen duyarlılığa güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanarak verdiği cevap toplumda büyük bir infial yaratmıştır. Devlet ve toplum arasındaki ilişkilerde toplumun ortaya çıkan sorunlar karşısında, çeşitli eylemlerle kamuoyu oluşturma girişimleri demokrasinin varlık nedenidir. İstanbul'da en sade deyimiyle çevre duyarlılığı diyebileceğimiz bir protestoya karşı kabul edilemez bir şiddet dilinin ortaya konması, meseleyi hızla Taksim Gezi Parkı konusu olmaktan çıkarıp büyük bir toplumsal tepkiye dönüştürmüştür. Bu tür tepkiler, toplumda çeşitli nedenler üzerine ortaya çıkan sorunların algılanma biçimiyle ilgili bir rahatsızlık olarak değerlendirilmelidir. Zaman zaman her demokratik toplumda bu tür sorunların birikmesi bir muhalefet dili ve anlayışı yarattığı zaman, iktidar partileri o muhalefetin içeriğini anlayarak sorunların çözümüne doğru yeni bir yaklaşım benimserler ki bu demokrasinin diğer rejimlerden üstün tarafını ifade eder. Demokratik sistemlerde iktidarların seçim yoluyla değişme usulü açıktır. Oy bireysel hak ve özgürlüklerin siyasal sisteme yansıyan en önemli unsurudur. Ancak demokrasilerde çeşitli toplumsal kesimler seçim dönemleri dışında da kendilerini ifade etme özgürlüğüne sahiptir ve bu özgürlük asla küçümsenemez. Dolayısıyla şiddet yöntemlerini reddeden her türlü düşünce ve muhalefet etme biçimi demokratik sistemin vazgeçilmez unsurudur. Bu ülkenin insanlarının, sivil muhalefet unsurlarının gösteri ve yürüyüş haklarını savunmanın ötesinde, onların provokasyonlara karşı korunmasını da demokratik devletin bir görevidir. Seçimle gelenlerin seçimle gitmesi ilkesini savunan herkesin aynı zamanda geniş halk kitlelerinin kendini ifade ve muhalefet hakkına da saygı göstermesi gerekmektedir. Demokrasi ve özgürlükler olmadan hiçbir başarı elde edilemeyeceğinin bilinciyle, tüm toplumsal kesimlerin demokrasi içinde istikrara hassasiyet göstermesi; hükümetin de sağduyulu yaklaşımı benimseyen bir sorumluğu kamuoyuna yansıtması gerekmektedir.. Bugün ülkemizde yaşanan ve çeşitli hassasiyetlerin tezahürü olan eylem ve gösterilerin şiddet unsurlarından arındırılması, ancak güvenlik güçlerinin süreci doğru bir şekilde yönetmesiyle mümkündür. Toplumsal taleplerin reddedilmesini değil anlaşılmasını ifade eden bir yönetim anlayışı, bu sürecin uzlaşma içinde istikrara dönüştürülmesinin temel şartıdır. Bugün terör gibi büyük bir sorunu çözme aşamasında olan Türkiye'nin, toplumsal muhalefetin taleplerini karşılayamayacak bir tutum göstermesi asla kabul edilemez ve ülkenin demokratikleşme sürecine zarar verir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Vekili Bülent Arınç tarafından kullanılan barış ve uzlaşma dilinin artırılarak sürdürülmesini ve güvenlik güçlerinin uyguladığı şuursuz şiddetten vazgeçilmesini ivedilikle talep ediyoruz. Sürecin itidalle yönetilmesi, hem hükümetin, hem de özgürlük yanlısı bütün sivil güçlerin tarihi sorumluluğudur."
Sibel Eraslan Gazeteci:
28 ŞUBAT DEJAVÜSÜ
"İki aylık bir zaman zarfında Doğu Anadolu'daki insanlarımızla çözümü ve toplumsal barışı konuştuk. Barış ciddi çaba ve emek isteyen bir iş kuşkusuz, hele son 30 yılımızı evlatlarımızın akan kanı üzerinden düşündüğümüzde bunun ağırlığını hiçbir yürek tartamaz. Bizler Doğu grubu olarak giitiğimiz yörelerdeki insanınmızın barışa olan özlemini adeta susamışlık haddinde gördük, barışa susadık şeklinde Batı'daki kardeşlerimize bizler aracılığıyla selamlar yolluyorlardı. Dönüşte Taksim/ Gezi Parkındaki olaylar bizi derinden üzdü. Şahsen bir 28 Şubat dejavüsü yaşatıyor ekrandan izlediklerim bana. Çevre ve kent katılımcılığı talepleriyle başlayan masum bir hak arama girişimi, kısa zamanda şiddet sarmalına mahkum oldu. Türkiye'nin barış sürecini istemeyen şer odakları, tahakkümcü seçkin dar çevreler, kendini kurucu güç gören zinde güçler ve onlara hizmet eden bir takım finansörler ya da Türkiye'nin bölgedeki etkin konumundan rahatsız dış mihraklar, elbette vardır, olacaktır... Ama bizler, insan teki olarak haktan, hakkaniyetten, insan ve insan onurundan yola çıkmalıyız. Ülkemizde demokrasi, vesayetçi odaklardan çok çekti maalesef. Tam toplumsal barıştan bahsederken, demokrasi koalisyonunu imha edecek bir problematiğe dönüşmemeli Taksim olayları."
Bendevi Palandöken TESK Başkanı:
HERKES İTİDALLİ OLMALI
"Herkesi öncelikle sakin olmaya, itidale ve sağduyuya davet ediyoruz. Toplumu bir arada tutan en önemli birleştirici unsurların başında gelen esnaflar olarak, Taksim Gezi Parkı ve AVM tartışmasıyla başlayan gelişmeler ve yaşananların biran önce sona erdirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Gelinen noktada, olmasını istemediğimiz gelişmeler, vatandaşımızın ve esnafımızın gündelik hayatını zorlaştıran, kesintiye uğratan bir tablo yaratmıştır. Elbette ki, herkes demokratik bir hak olarak tepkilerini ortaya koyabilmelidir. Ancak bu tepkiler, istismara yol açmayacak, kötü amaçlı kesimler tarafından kullanılmaya meydan vermeyecek ve kurallar içinde sağduyulu olmak durumundadır. Diğer yandan, sükuneti sağlamak durumunda olan devlet görevlilerimiz de, itidal ve sağduyu içinde, her zamankinden çok daha dikkatli ve ihtimamlı davranmak durumundadır. Ortaya çıkan tabloda, AVM'lerden en fazla mustarip olan ve tek amacı evine ekmek götürmek olan esnafımızın önemli bir kesimi ya dükkanını açamamış ya da açtığı dükkanı hasara uğramıştır. Çözüm süreciyle barış umutlarını yeşertmeye çalıştığımız ve önemli mesafe alınan bir ortamda, herkesi sorumlu, sağduyulu ve itidalli olmaya çağırırken, istismar ve provokasyonlara yol açacak davranışlara meydan vermemeye davet ediyorum."
Fadime Özkan Gazeteci:
TOPLUM ÖZGÜVEN KAZANDI
"Çok boyutlu, çok katmanli bir olay bu. Bir yönüyle de Türkiye'de daralan değil gelişen, yerleşen demokrasinin bir göstergesi. Bugün Türkiye toplumu bir parkın, bir köprünün, bir sinemanın akibetiyle ilgili fikri sorulmadığı için itiraz ediyor, siyasi iktidardan hesap soruyor. Bu, ancak askeri bürokratik vesayetin olmadıgı, sivillerin siyasi alanın tek hakimi olduğu bir ülkede olabilirdi. Şükür ki bu oldu. Ve yine şükür ki vesayet dönemlerinin bir arızası olarak siyasi bilinci çarpılmış, özgüven yoksunu bir toplumdan kendi haklarını özgürlük alanlarını korkusuzca savunan talep eden bir topluma evrildi, Türkiye toplumu. Bugün eleştirinin odağındaki partinin Türkiye'yi sivilleştiren, demokratikleştiren parti olması siyasetin bir cilvesi elbet ama yine de talepleri yerine getirecek olan, getirmesi umulan tek partinin o olması adaletin de gereği. Bu yaşadıklarımız hükümet için, muhalefet için, toplum kesimleri için, medya için, hepimiz için kuşkusuz çok ibret içeriyor. Bu sıkıntılı ama öğretici durumdan birbirimizi kırıp dökmeden, anlayışla, saygı duyarak çıkmak durumundayız. Bunun olacağına inanıyorum da. Kaybedecek çok şeyimiz var çünkü. Demokratik taleplerimizi antidemokratik yollara tevessul etmeden, kazanımlarmızı riske etmeden dile getirebilmeliyiz. Son 30 yılı kana bulanmış bir ülkenin vatandaşları olarak, çözüm süreci dahilinde dört aydır tabut gelmemesinin kıymetini bilmeli, dikkatli ve özenli olmalıyız o yüzden."
Fazıl Hüsnü Erdem Akademisyen:
AKLISELİM VE SAĞDUYU HAKİM OLMALI
"Türkiye toplumunda büyük bir umut va heyecan yaratan barış sürecinde önemli mesafelerin kat edildiği, silahların sustuğu, gencecik canların toprağa düşmediği, anaların ağlamadığı ve bir bütün olarak Türkiye toplumunun rahat bir nefes aldığı bir dönemde bu tür olayların ve gelişmelerin yaşanmasını üzüntücü verici buluyorum. Üzüntüm, Gezi Parkı ekseninde yaşanan olaylar zincirinin barış sürecini baltalama ve sabote etme potansiyeline sahip olmasınadır; yoksa özellikle başlangıç aşamasında 'kendiliğinden' ortaya çıkan protestolara ve daha sonra polisin hoyratça orantısız güç kullanmasına gösterilen kitlesel vatandaş tepkilerine değil. Hiç şüphesiz olayların büyüyüp kitleselleşmesinde ve yer yer amacından saptırılıp kullanılmasında provakatif unsurların etkisi olmuştur. Ancak bir o kadar da Başbakan'ın kitleleri tahrik edici ve buyurgan dili ile hükümetin farklı yaşam tarzlarına yönelik izlediği ayrıştırıcı politikalar etkili olmuştur. Hatta olayların kitleselleşip yaygınlaşmasını, çok büyük ölçüde, yaklaşık on yıllık AK Parti iktidarı döneminde dışlandığını ve ötekileştirildiğini, yaşam tarzlarına yönelik müdahalelerin her geçen gün arttığını düşünen ve bu algı etrafında odaklaşan bir öfke biriminin dışa vurumu olarak okumak mümkündür. Aklıselimin ve sağduyunun hakim olup olayların yatışmasından sonra başta Başbakan olmak üzere bütün hükümet üyelerinin oturup düşünmeleri ve olaylardan dersler çıkarmaya çalışmalıdırlar. Artık, sandıktan çıkan milli iradeyi fetişleştirici bir çoğunlukçu demokrasi anlayış ve pratiğinin, zamanın ruhuyla bağdaşmadığını, dışlayıcı ve ötekileştirici olduğunu, yeni mağdurlar yarattığını ve toplumda derin bölünmelere ve travmalara yol açtığını anlamaları gerekir. Sadece çoğunluğun değil, çoğunluk dışında kalanların da talep ve beklentilerine, kaygı ve hassasiyetlerine dikkat etmeleri gerektiğini kabullenmeleri gerekir. Unutmamak gerekir ki; başta Kürt meselesi olmak üzere diğer kimlik sorunlarının çözümü, ancak özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi anlayışıyla mümkün olabilir. Herkesin ve her kesimin siyasete katılım ve kendilerini ifade kanallarının açık tutulduğu, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınıp korunduğu ve farklı yaşam tarzlarına saygı duyulduğu bir toplumsal-siyasal ortam, kalıcı barış ve huzurun sigortasını oluşturur."
Prof. Dr. Baskın Oran Akademisyen:
TEKTİPLEŞTİRME ÇABASI TERS TEPTİ
"AK Parti iktidarının başa geçtiğinden beri yaptığı en yararlı iş, hiç şüphesiz 90 yıllık Kürt meselesinin demokratik çözümüne cesaret ve ferasetle girişmesi olmuştu. Şimdi bu Gezi Parkı olayıyla, hem mücadele ettiği tek tipleştirici 1930'lar zihniyetini benimsediğini kanıtladı hem de kendi başlattığı Barış Süreci'ni sabote etmiş oldu. Başka bir deyişle, kendi çocuğunu vurdu. Tabii, bu yaşam öpücüğünü kaçırmayan Ulusalcılar da 'ambülansın ardına takılan fırsatçı taksi' olmaya kalktılar. Sayın Erdoğan artık bir silkinip, tersine işlettiği tektipleştirici toplum mühendisliğinin bu ülkede fevkalade ters teptiğini, uygulanamayacağını anlarsa, hem kendisi için hem ülke için çok hayırlı olur."
Arzuhan Doğan Yalçındağ İş kadını:
ARTIK NORMALE DÖNÜLMELİ
"Gezi Parkı'ndaki protesto Türkiye'yi yepyeni bir gençlikle tanıştırdı. Hepsi 21. yüzyılın açık iletişim toplumunun mensubu, dünyayı bilen, ülkesini seven gençler. Gezi Parkı'na sahip çıkıyorlarsa, arkasında bu bilgi ve sevgi yatıyor. Bu gençler gelişen ekonominin, kentleşmenin, eğitimin yetiştirdiği yeni bir nesil. Beklentileri, değişik hayat tarzlarına dokunmamaktan öteye saygılı davranış, yumuşak bir dil, diyaloga açık bir tavır . Gezi Parkı olayı bitecek, ama bu kuşakla tanışmış olmanın Türk siyaseti ve toplumu üzerindeki etkileri kalıcı olacak. Öte yandan şiddete başvurmak, hakaret, küfür, kabalık asla tasvip edilemez, bu yola başvuranlardan eminim ki bu gençler ve harekete katılanların çoğunluğu da benim gibi rahatsızdır. Bu inançla, Gezi Parkı protestolarının, şiddetin tahakkümü altına girmeden ve kendileriyle diyalog kurularak sona ermesini diliyorum."
Tarık Çelenk Ekopolitik Düşünce Kuruluşu İcra Kurulu üyesi:
YUMUŞAK SÖYLEMLERLE NORMALE DÖNÜLMELİ
"Çözüm süreci kapsamında masada birbirlerine karşı sert açıklamalarda bulunan, eleştiren gruplar, özellikle Avrupa'da sokaklarda bir araya geldiler. Bu zincirin trajikomik bir göstergesi. Belki de bunu anayasal uzlaşmanın yeni bir şansı olarak da süreç açısından değerlendirebiliriz. Türkiye'deki tüm karar vericilerle iletişim, yanlış anlaşma sorunu yaşayan ve kendilerini değersizleştirildiklerini hisseden özellikle gençlerin gösterilerle bir araya geldi. Sürecin şiddete dönüşmeden yumuşak söylemlerle normale dönüşmesi gerekir. Gösterilerde ağaçlar bahane, ilgili kesimlerdeki psikolojik gerginlik dışarıya yansıdı. Bu gösterilerde, iç ve dış faktörlerin etkisinin ilgili devlet birimlerimizce iyi araştırılması gerektiğine inanıyorum. Sosyal medya üzerinden örgütlenen eylemin, Türkiye'nin bütün illerinde ve Avrupa'da aynı anda başlaması, Hollywood'dan popüler insanların hemen demeç vermesi, yabancı medyanın olaylarla ilgilenmesi biraz kaygılandırdı. Bunun anlaşılması, adaletsizlik duygusu yaşayan, özellikle genç kitlenin demokratik düşüncelerine ve tepkilerinin anlaşılmasına gölge düşürmemeli. Bu tür olaylarda toplumsal ve farklı dış faktörlerin mesajlarının çok iyi okunması ve hazırlanılması gerekir."
Ahmet Taşgetiren Gazeteci-yazar:
BİR SINAVDAN GEÇİYORUZ
"Öncelikle belirtmek isterim ki 'Akil insanlar şu mesajı verdi!' yaklaşımını doğru bulmuyorum. Ben başkanı olduğum İç Anadolu grubu adına konuşamam, şahsi görüşlerimi ifade ediyorum. Benzer şekilde diğer arkadaşlarımız da Akil İnsanlar Heyeti adına değil, kendileri adına konuşuyorlar. Olayların Taksim'de, çevre duyarlılığıyla başlaması normal, demokratik bir çerçevede değerlendirilmelidir. Toplum içinde gruplar, yönetimlerin bu tarz kararlarına itiraz edebilirler. Bu kareket başlangıçta demokratik bir tavır olarak doğmuştur, ancak bu tür itirazların bütün toplum adına yapılıyormuş gibi gösterilmesi de demokratik çerçeveyi aşan bir yaklaşımdır. Hele olayların, gelişme seyri içinde şiddete dönüşmesi, yakma, yıkma ve farklı toplum kesimlerine saldırı mahiyeti kazanması kabul edilemez. Bu süreçte sosyal medya kullanımında da çok kötü örnekler ortaya konmuştur. Yalan, hakaret, şiddete teşvik... Bunlar demokratik eylem olarak kabul dilemez. Ülkede iktidarların sokakta değil, sandıkta millet iradesiyle belirlenmesi demokrasinin gereğidir. Türkiye demokratik süreçte bir sınavdan daha geçiyor. Sürecin ekonomiyi olumsuz etkilemesine fırsat vermemeli, faiz speklatörlerinin oyunlarının farkına varmalıyız. Türkiye'nin başarı grafiğinin uluslararası odakların arzusu istikametinde düşmesine yol açmak bu sürecin olumsuz seyretmesi anlamına geliyor."
Öztürk Türkdoğan İHD Genel Başkanı:
BARIŞ, ÖZGÜRLÜKLE GELECEK
"Gezi Parkı direnişi sonrası yaşanan gösteriler, yıllardır devletin- siyasal iktidarların insanlık onuruna yönelik müdahalelerine karşı halkın ortak tepkisinin bir dışavurumu olarak tanımlanabilir. Barış ve çözüm sürecini anlatırken insanların sık sık demokratikleşme taleplerini dile getirdiklerini gördük. Kaldı ki, İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) raporları bas bas bağırmaktadır. Toplumu bu kadar sıkar ve yeni bir kimlik inşa etmeye kalkarsanız elbette ki insanlar tepki verecektir. Bu tepkiyi kimi grupların istismar etme ihtimali yüksektir. Ancak, halk tepkisi olduğu kesinlikle unutulmamalıdır. Barış sürecinin proveke olmaması için hükümetin özür dilemesi, gaz kullanımını yasaklaması, sorumluları görevden alması, göstericilerin de gösterilerini barışçıl bir şekilde sürdürerek sona erdirmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtmek isterim. Barışın özgürlüklerle geleceği de unutulmamalıdır."
Avni Özgürel Gazeteci-yazar:
KAMU DİPLOMASİSİNE ÖNEM VERELİM
Yakın zaman önce başbakanlıkta 'Kamu Diplomasisi' müstakil bir birim olarak örgütlendi... Batı dünyasında devlet katında özellikle istihbarat birimlerinin şemsiyesi altında iç ve dış siyasetin önemli bir enstrümanı olarak işlev gören alan bu. Devletin nadiren doğrudan devreye girdiği, çoğu zaman sosyal medya kanalları, sanatsal faaliyetler, STV'lar üzerinden üretilmiş politikalar doğrultusunda farkındalık sağlayıp bunu duyarlılığa dönüştürmek için örgütlediği bir yapı...Yaşadığımız son olaylara yani İstanbul'da Gezi Parkı çevresinde gelişen hadiselere bakınca Türkiye siyasetinin iktidarıyla, muhalefetiyle özellikle genç kuşaklarla iletişim kurmakta başarısız olması, kamu diplomasisi sahasının tamamen terk edilmişliği sebebiyle; söz konusu kanalların tersinden olumsuz faktör olarak devreye girip illegal örgütlerden istihbarat teşkilatlarına kadar herkesin her türlü saldırısına açık haldeki toplumun sinir uçlarını baskılayıp kontrol altına aldığını düşünüyorum. Keza, Türkiye'nin 12 Eylül kalıntısı anayasadan kurtulmadığı takdirde bu ve benzeri patlamalara açık hale geldiğini gözden uzak tutmamak; bugün sorun Gezi Parkı ağaçlarıysa yarın başka bir sebeple aynı sancıları yaşamamızın kaçınılmaz olduğunu hiç göz ardı etmeksizin..
Nihal Bengisu Karaca Gazeteci:
BÜTÜN TOPLUMUN İRADESİ REHİN ALINMAMALI
"Gezi parkı eylemleri bir hayat tarzının, bir şehir perspektifinin savunulması olarak ortaya çıktı ve devletin biber gazı kullanımıyla başka bir forma ulaştı. Gezi'de bir siyasi partiye mensup olmadan da politika yapılabileceğini gördük. Polisin müdahalesi ile eylem, protesto boyutunu aldı; protestolara da bir noktaya kadar hak verebiliriz. Başbakan, özgürlükler meselesine duyarlı bir politik diskur geliştirmeli, halka daha çok sormalı, aşırı güç kullananlar da cezalandırılmalı. Bunda bir kuşku yok. Ancak iş bütün toplumun iradesini rehin almaya geldi. Tahrir ve devrim çağrılarına çok hızlı bir geçiş yapıldı. Eylemlere militarist, ulusalcı ve islamofobik liberallerin, yerli sermayenin, uluslararası çevrelerin damgası vuruldu. Yıkım, yakma, şiddet, taciz şeklinde aldı yürüdü... Gezi'de oturan bir grup insan da Kemal Alemdaroğlu, Hüsamettin Cindoruk gibi isimlerle beraber buldular kendilerini. Taksim Platformu'nun talepleri totaliter dayatma içermekle kalmıyor, küresel ulus ve ulusötesi faktörlerin baskılarını yineliyordu. Hükümete çözüm süreci üzerinden şantaj yapıldığını da düşünüyorum. "PKK'nın Kürtleriyle uzlaştın, bizimle de uzlaşmak zorundasın," sopası da gösteriliyor. Eylemler 'Üçüncü havaalanını yapma, Kanal istanbul'dan vazgeç!' gibi ekonomik şantajlarla beraber yürümekte. Dahası sistem içi değişiklik yapılması dayatılmakta. The Economist açıkça yazdı, Başbakan yetkilerini ve iktidarını Abdullah Gül'e devretsin isteniyor. Yapılanların da bu amacı elde etmeye yönelik olduğunu anlıyoruz. Samimi eylemcilerin bir an durup, sakin kafayla olanı biteni yeniden değerlendirmesini rica ediyorum."
Doğu Ergil Akademisyen:
DEMOKRATI KIT BİR DEMOKRASİ
"Hocavari ukalalıklarının hiç gereği yok ama demokrasinin olmazsa olmaz kuralları vardır. Onları önemsememek, toplumsal duyguların, tepkilerin ve muhalefetin akış kanallarını tıkamak toplumsal enerjiyi yapıcı olmaktan çıkarıp tahripkâr bir sele dönüştürür. Taksim olayları bunun ufak bir örneği. Sıralayayım: İktidar, kişisel, kalıcı ve sorgulanamaz değildir. İktidarlar, hizmet talebiyle işlevsel bir görev yüklenmiş olan siyasi kadrolardır. Toplumun beklentilerine yanıt verdikleri, ihtiyaçlarını karşıladıkları sürece görevde kalırlar. Yöneten ile yönetilen arasındaki fark geçici ve yapılan işle ilgilidir. Ne bir müktesep hak ne de kalıcı bir ayrıcalık doğurur. Türkiye siyasetinin en büyük zafiyeti, demokratı kıt bir demokrasi olmasıdır. Demokrasinin tüm kurumları vardır ama iktidarlar ne hikmetse kendi yetkilerini sonsuz ve genel 'iyi'nin tekeline sahip olduğuna inanırlar. Çoğulluğu/farklılıkları yönetmek, yani çoğulculuk yerine kendi bildikleri bir dünyayı ve yaşam tarzını tüm topluma dayatmak gibi bir hatayı tekrarlardır. Laik veya dindar; sağcı veya solcu; asker veya sivil tüm yönetimlerin en büyük hatası bu olmuştur. Toplumu bütünüyle değiştirmek ham hayaldir. Yönetimler, toplumsal kesitlerin tüm renk ve farklarıyla kendi istekleri doğrultusunda gelişecekleri ve dünyaya uyum sağlayacak biçimde değişmesinin önünü açmalıdır.
HAZIRLAYANLAR: ? İBRAHİM ALTAY ? SONAT BAHAR ? NECLA BAYRAKTAR ? MELİS D. ÇALAPKULU ? YEŞİM KASAP ? ARTANÇ SAVAŞ ? FİSUN YALÇINKAYA ? FİGEN YANIK