- Sizden sonra bağış yaptığını açıklayan başka işadamları da olmuş...
- Galiba, bir anlamda öncü olduk. İş dünyasındaki isimlerin bu konulara duyarlı olması çok önemli, her biri bir çocuğun tedavisini üstlense sorunun büyük bölümü çözülür.
DÜNYA MALI DÜNYADA KALIR
- Her şey tesadüf müydü? Yani kurgulamış bir durum var mıydı? Çok yüksek bir meblağ çünkü...
- Annesi o kadar çok dua etmiş ki, bence beni çekti oraya... Gülben de özellikle beni çağırmış programa ama onun da aklından tüm tedaviyi karşılayacağımız geçmemiş. Dünya malı dünyada kalıyor ve sağlıktan öte bir şey yok. Dünyanın en zengini bile olsanız sağlığınız yerinde değilse önemi yok. Ailem çok yardımseverdir, kayınpederimin bilinmeyen birçok yardımı vardır. Bunun da bilinmesini istemezdik ama belki de bilinmesi başka insanları da bu anlamda motive eder. Deniz manevi oğlum oldu.
- Eşiniz 500 bin avro gibi bir rakamı aniden bağışlayabilecek biri midir?
- Kesinlikle... Özellikle çocuklar ve sağlık söz konusu olduğu zaman Erdal dayanamaz ve hemen karar verir. Onun bu yardımı yapması hiç şaşırtmadı. Bu röportajı okuyup, durumu iyi olan insanlar, 'Biz de yardım yapıyoruz, sanki ilk siz misiniz?' diyebilirler. Ama burada mesele durumun çok ani gelişmesi, ailemin duyarlılığı... Bazen başkaları da destek olsun diye anlatmak gerek, yardım Allah'la kul arasında ama bazen duyurmak lazım.
- Bir yandan eşinizin size yapmış olduğu bir jest gibi gördünüz mü?
- Bana yapılan bir jest mi tartışılır. Orada olmam ve duruma çok üzüldüğümün ekrana yansıması eşimi etkilemiş olabilir. Erdal, çocuk konusunda çok duyarlı, yolun sonunu bilmez o konuda... Onun iyiliklerini tüm Türkiye biliyor. Ailemden birini kurtarmış gibi sevindim, inşallah iyileşip dönecek.
EVDE BİRLİKTE HABERLERİ İZLEDİKÇE AĞLADIK
- Eve döndüğünüzde neler yaşandı?
- Eve geldiğimizde haberi tüm kanallar verdiği için izleyip, tekrar tekrar ağladık. Çok teşekkür ettim Erdal'a ve aileme...
- Şimdi Deniz nasıl bir süreçten geçecek?
- Deniz, Almanya'da bir üniversite hastanesinde tedavi görecek. Damarları tedaviden yandığı için kan ya da ilaç verilemiyor. Bir kateter yardımıyla damara ulaşacaklar, yedi-sekiz ay kemoterapi görecek. Bağışıklık sistemi güçlenince, kök hücre nakli yapılacak. Aile uzun süre orada kalacak. Biz de hergün konuşup, onlardan haber almaya çalışıyoruz. Deniz de benim çocuğum gibi oldu.
ERDAL'LA DELİ GİBİ PROBLEMLERİMİZ YOKTU, ETRAF HUZUR VERMİYORDU
- Erdal Acar'la tanışma hikayeniz nasıl?
- 20 Nisan 1995'te CNR'da tanıştık. Dünya Ticaret Merkezi'nde defilelerim vardı. Bir arkadaşımın nişanlısının arkadaşıydı Erdal. Arkadaşıyla geliyor defileye. Erdal anlatıyor, beni görünce ışıklar parlamış gözünde, 'Bu kız benim eşim olmalı' demiş. Ondan sonra tanıştık, bugünlere geldik...19 yıl olmuş...
- Kaç yaşında anne oldunuz?
- 22 yaşında ilk çocuğum Cansu'yu doğurdum, 25'imde Eremcan'ı... Nasıl geçti, nasıl oldu anlamadım bile. Ben de çocuktum. Şimdi Cansu 17 yaşında, Eremcan 15.
- Çocuklarınızı niye hiç görmüyoruz bir yerlerde?
- Kendileri istemiyor. Bu bizim hayatımız, onlar bu 'ünlü' bölümünde yer almak istemiyorlar. Bizim onlara 'Ortaya çıkmayacaksınız' gibi bir baskımız yok, kendi tercihleri. Kızım liseyi bitiriyor. Bu sene belki Londra'ya gideceğiz eğitimleri için. Eğitim çok önemli. 'Babanızdan gelecek şeyler bonus, bir şekilde okuyup kendiniz de başarmalısınız' diyorum onlara. Kimse onların Emel-Erdal Acar'ın çocukları olduğunu bilmez, söylemezler. Başarıyı bir şekilde bulurlar ama insanlık kolay kazanılmıyor. Çok emek harcadım çocuklarıma. Birer birey gibi davrandım her yaşlarında. Bizim ailenin en önemli kuralı yalansız olmaktır. İyi yetiştirdiğimi düşünüyorum, yolları açık olsun. Erdal benden çok yumuşaktır onlara karşı.
- Erdal Acar'la 20 yılı doldurmuşsunuz neredeyse. Evliliğinizle ilgili ne zaman 'Oh be' dediniz? İnişli çıkışlıydı evliliğiniz çünkü...
- Herkesin hayatında iniş çıkışlar oluyor, her evlilikte de oluyor. Ama inanın ben bunun matematiğini hiçbir zaman yapmadım. 'Öyle olursa, böyle olur' gibi planlar kurmadım. Kalbimin sesini dinledim. Dedim ki, 'Allahım sen biliyorsun, bir gün herhalde...' Sabretmek en büyük erdemdir. Bir insanda sabır varsa o her şeyden geçmiştir. Çok sabırlı bir insanım. Baktığınız zaman da; oldu, geçti, bitti... Bu noktadan sonra, 'Öyle oldu, böyle oldu' desen neyi değiştirebilirsin. Olmuşla, ölmüşün çaresi yok hayatta. Geleceğe bakıyoruz. Şu an Allahıma şükürler olsun gayet iyiyiz, bir problemimiz yok. O zaman da çok mutsuz değildik, deli gibi problemlerimiz yoktu ama etraf izin vermiyordu huzurlu kalmamıza.
- Eşiniz de bir olgunluk aşamasına geldi sanırım, çok gençtiniz çünkü birlikte olmaya başladığınızda...
- Ben 21'dim, o 26... Onu düşündüğümde 'Evet ya gerçekten ikimiz de çok gençtik, adam ne yapsın?' diyorum.
- Sizin de evliliğinizi ayakta tutmak için harcadığınız çaba da takdire şayan...
- Sabır var. Bir de her şeye inanmamak lazım. Her yazılan her çizilene 'Doğru' dememek gerekiyor. Karşıdan beklemek gerekiyor dürüstlüğü. Onu dinlediğim zaman, ne yazılırsa yazılsın çok problem olmuyordu. Ben ona inanmayı tercih ettim. Bu bir geçiş dönemiydi, geçti bitti.
KENDİ PARAM DAHA KIYMETLİ
- Neden hiç ortalıkta değilsiniz, ne açılış ne davet? Türkiye'nin önde gelen ailelerinden birinin gelinisiniz oysa...
- Hayatı gerçek haliyle yaşamak istiyorum. Gittiğim davetler var, bu davetlerde çok sevdiğim insanlarla görüşürüm. İnsanlarla selamlaşırım, konuşurum, ama o kişinin arkasından konuşmam. Bu yaşıma kadar kimseyle kötü olmadım. Biraz sıkılıyorum bu tip davetlerde, daha rahat olmayı seviyorum.
- Ne açıdan rahat?
- Her dakika saçım fönlü, makyajlı halde, topuklu ayakkabılarla gezmek istemiyorum. Üretken olmayı tercih ediyorum. Davetlere katılan insanlar lütfen yanlış anlamasınlar, onlara saçları fönlü, topuklu giyen, üretken olmayan insanlar demek istemiyorum. Ama ben hayatı daha rahat ve gerçekleriyle yaşayan biriyim. Elbette giyimime dikkat ederim ve bakımlı olmayı severim ama her dakika iki dirhem bir çekirdek olmayı sevmiyorum. Bir de tüm davetlere katılmak külfet geliyor bana. Ne giyeceğim, ne yapacağım, saçlarım ne olacak durumları zor geliyor. Sevdiğim, kıramadığım insanların davetlerine katılıyorum.
- Sosyetik olmanın, cemiyet hayatının içinde yer almanın şartı bu davetlerde görülmek... Bu önemli değil mi sizin için?
- Bunlar bana çok uzak şeyler değil. İstediğim an, isminin önüne sosyetik sıfatını alırım, her davete katılırım. Ben o sıfatı almak istemiyorum, sosyetik Emel Acar olmam gerekmiyor. Bu camiada olmak benim için çok kolay, tercih etmiyorum.
DERDİM ÜRETMEK
- Nedir bu üretim çabanız, ihtiyacınız da yok...
- Saygın bir ailenin geliniyim, oturup keyfime bakabilirim, çalışmam gerekmiyor ama üretmeyi seviyorum. Zenginsiniz, paranızı rahatça harcayabilirsiniz veya her istediğinizi parmakla gösterip alabilirsiniz, böyle olmak istemiyorum. 'Emek sarf edeyim' diyorum, kendimi bu anlamda biraz frenliyorum.
- Harcayacak gücü varken insan kendini nasıl frenler?
- Bir şeyi almaya karar verdiğimde, o an gidip alabilirim. Ama öyle yapmıyorum, kendimi mutlu etmek için ona ulaşmak adına hedefler belirliyorum. Her şeyi alabilme imkanım var ama bu varken hemen elde etmek mutsuz ediyor. Kendi kazandığım para daha kıymetli. Çünkü hazır para rahat yeniyor. Kendi paramda emeğim var. Bunun için ne kadar yorulduğumu biliyorum.
BABAM ŞEHİT OLDUĞUNDA ÇOK KÜÇÜKTÜM
- Babanız şehitmiş... Ne zaman şehit oldu?
- 1980 yılında, ben altı yaşımdaydım. Adana Ceyhan'da vuruldu. Annem dört çocukla dul kaldı. İzmir'e amcamların yanına taşındık. Hayatımız orada devam etti. Şehit maaşı bağlandı bize. Allah'a şükürler olsun, para sıkıntısı çekmedik.
- İki abiniz de asker bildiğim kadarıyla...
- En büyük abim astsubay, bir büyük abim de asker emeklisi. En büyük abim, askeriyenin sınavlarına girmiş, İzmir'den Adana'ya dönüyordu babamın vefat haberini aldığında... Sonra havacı astsubay oldu. Ardından benim bir büyüğüm de asker oldu. Annem çok iyi sahip çıktı bize, güzel toparladık hayatı. Biz onun hakkını ödeyemeyiz. Biz de evlatlarımızı öyle büyütüyoruz.