Dün yine Karaalioğlu Parkı'nı gittim. Kasım ayının sonlarına yaklaşmamıza rağmen hava, ılık, temiz ve aydınlıktı. Beydağları'nın üzerinde bir zülüf gibi duran karlı tepeler pırıl pırıl parlıyordu. Hakikaten Bergama Kralı Attalos'un iki bin yıl önce söylediği gibi bir yeryüzü cennetinde yaşıyoruz. Antalya kentinin kuruluşu ile ilgili bir söylence vardır: Bergama Kralı II. Attalos günün birinde adamlarına, yeryüzü cennetini bulmalarını emretmiş. Adamları da bütün Ege kıyılarını aylarca dolaşıp bugünkü Antalya kıyılarına vardıklarında, gördükleri manzara karşısında "İşte Kral Attalos'un cennetini bulduk" diye haykırmışlar. Bergama'ya dönüp Kral Attalos'a gördüklerini anlatmışlar. Gelip bu yöreyi gören Kral Attalos da adamlarına hak vermiş ve hemen burada kendi adına bir kent kurulmasını emretmiş. M.Ö. 158'de kurulan bu kente Attaleia adını vermişler. Antalya'nın kurulduğu yerde eskiden Korykos isimli bir balıkçı köyünün olduğu söylenir. Kuruluşundan bugüne Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti döneminin izlerini taşıyan eserlerin yoğun olarak toplandığı alan Kaleiçi'dir.
TARİHİ KALEİÇİ EVLERİ
Karaalioğlu Parkı'nı dolaştıktan sonra, Hıdırlık Kulesi yanındaki sokaktan üzerinden begonviller sarkan eski Antalya evlerinin yer aldığı Hesapçı Sokak'a girdim. Kentin ve Kaleiçi evlerinin yakın tarihi gözlerimin önünde canlandı. 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında 17 bin 373 kişi nüfusu olan Antalya'nın halkının büyük çoğunluğu Arap, Girit-Yunanistan göçmenleriydi. Cumhuriyet öncesi Rumlar, Museviler ve Ermeniler de bu kentin sakinleriydi. 18 Ekim 1922 günü Antalya'dan ayrılan Rumların sayısı kent nüfusunun üçte biri kadardı. Kaleiçi'nde parseller ufak, Antalya'nın bunaltıcı yaz sıcaklarında evlerin birbirine gölge yapıp, güneşten korunmaları için sokaklar çok dardır. Her parselin hemen hemen yarısı ev, yarısı bahçedir. Türkler ve Rumların evleri, kullanım ihtiyaçları bakımından biraz farklı planlı olabiliyordu. İki katlı olan Kaleiçi evleri, alt katta taşlık denilen alan ve üst katta bir sofa etrafında yer alan odalardan oluşur. Odaların tavan yüksekliği 4-5 metre arasında değişir. Alt katta üzeri çakıl taşla mozaik desenli 'taşlık' denilen alana bitişik, meyve ağaçları ile toprak zeminli avlu bulunur. Alt katın bir yanında bulunan odalara, ailenin kışlık erzak ve ihtiyaç fazlası eşyaları depolanırdı. Bir oda ana mutfak olarak kullanılır, diğer odalarda aileye hizmet eden kişiler otururdu. Odaların tavan yüksekliği 4-5 metre olduğundan, üst kata çıkan merdiven yarı yolda, alt katın odalarının üzerinde yer alan bir sahanlığa varılır. Buradaki küçük bir kapıdan evin kileri olarak kullanılan bir odaya girilir. Merdiven üst katta, ev yaşantısının geçtiği esas mekana açılır; buraya 'Hayat' denilirdi. Genelde kuzeye, ya da yola bakan odalar, bu 'Hayat' denilen sofaya açılırdı. Yola bakan duvarlar kalın olur; içinde ahşap davlumbazlı ocaklar bulunurdu. Üst katlarda yola doğru çıkıntı oluşturan cumbalar, evlerin zenginliğinin dışa vurumuydu. Kaleiçi'nin dar sokaklarında, diğer sur dışı mahallerinde olduğu gibi mutlaka bir arık vardı. Zamanla kale içine sığmayan nüfus, hemen kale dışına taşmış ve yeni mahalleler kurulmuştu. Yenikapı semti ve Haşim İşcan Mahallesi Rumların kurduğu yeni yerleşim yerleriydi. Türkler ve Araplar Balbey, Elmalı, Kışla mahallelerini kurmuşlardı. İlki 4 Mart1924'ten 1927 yılının sonuna kadar Balkanlar'dan Antalya'ya gelen Selanik ve Kesriye Muhacirleri, 1922 yılında Atina'ya göçen Rumların evlerine yerleştirildiler.
1950'LERDEN BUGÜNE ANTALYA'DA YAŞAM
1950'li yılların ortalarına kadar, sıcak yaz aylarında Antalya çok tenhalaşırdı. Kentin çoğu aileleri yaylalara çıkardı. Şehirde kalanlar da sivrisinek ile paylaşılan bir yaşantı sürdürürdü. O yıllarda Antalya'da yaşayanlar için sıtma, öldürücü bir hastalıktı. 1950'lerin sonlarına kadar Antalya'da soba kullanılmaz, kömür ateşli mangallar ısınmak için de kullanılırdı. Ancak 1955 yıllarında soba moda oldu. Demirciler Çarşısı'nda sobacı dükkanları açıldı. İlk önceleri odun yakacak olarak kullanılıyorken sonraları talaş ve gaz sobaları da kullanılmaya başlandı. Antalya'da 1928 yılında inşa edilen elektrik santralinin üretimi çok kısıtlı olduğundan, evlerin birçoğunda elektrik yoktu. Kepez Hidroelektrik Santrali 1961 yılında üretime geçtikten sonradır ki Antalyalılar bol elektriğe kavuştu ve yaygın olarak evlerine elektrik almaya başladılar. İşte Kaleiçi, o günlerden bugünlere geldi. Betonlaşan kentin ortasında, elmastan bir kolye gibi duruyor..