Yıllar içinde, röportaj yaptığım insanı daha yakından tanımamı sağlayan bir şey keşfettim. Metni yazarken kaç kez "Ben," demiş, sayarım. İlk kez ben lafını çok az kullanan biriyle karşılaştım... Arkın Allen, namıdiğer Mercan Dede. Bir buçuk saat boyunca neredeyse hiç ben demedi... Bu tarafını çok sevdim. Onu müzisyen bilirdik, meğer güzel sanatlar okumuş... 20 yıl boyunca dünyanın dört bir yanında neyini üflerken, bir yandan da korkularını, kopamadıklarını, kalbini, ruhunu, biriktirdiklerini, biriktiremediklerini evinin bir köşesinde tuvallere dökmüş. Şimdi karşımıza Arkın olarak, bambaşka bir alanda çıkıyor. Üstelik bir manifestoyla, 'Âşıklar Kabilesi'nin yaratıcısı olarak. Ekavart Gallery'deki ilk kişisel sergisinde hipnotik bir dokunuş da var. Tütsüden ışık frekanslarına, ses dalgalarından renklere kadar beş duyuyu etkileyecek ögelerin kullanıldığı sergiyi gezenlere bir uyarı: Bilinçaltınız etkilenebilir...
- İlk kişisel serginizde, sanat eleştirmenlerinden gelecek tepkilerden korkuyor musunuz?
- Olmaz mı, korku her zaman var ama yaradan 'Ben insanı kendimin yansıması olarak yarattım,' diyor. Biz de bilgisayarları, izdüşümümüzün bir yansıması yapıyoruz. Bütün bilgisayarlar bu yüzden 1 ve 0 rakamları üzerine kurulu. Bence bizim hayatımızda '0'ın karşılığı korku, '1'in karşılığı sevgi. Tüm seçimlerimiz bunun üzerine.
- Korkudan ne kadar uzaklaşabildiniz bu hayatta?
- İnsanlar başarısız olma korkusunu, çirkin olma korkusunu, terk edilme korkusunu, sevilmeme korkusunu bir kenara itebilirse, yerine sevgi doluyor. Bize hep ne olmamız gerektiği söylendi. Kimse bize 'Eşi benzeri olmayan, muazzam bir potansiyele sahip bir yaratıksın,' demedi. Oysa hepimiz eşsiziz. İki tane aynı parmak izi yok. Güvensizliklerimiz, korkularımız, sevilmeme, terk edilme, bağlılık korkularımız var. Bunları birazcık kenara ittiğimizde oradan neler çıkıyor... Benim hikayem plastik su borusundan yaptığım ney ile başladı. Param yok. Fakir bir aileden geliyorum. Hırdavatçıya gidip, - 30 kuruştu, parasını da hatırlıyorum - 'Şu boyda plastik boru keser misin?' dedim. Adam dalga geçti benimle, 'Onunla mutfak tamiri mi yapacaksın?' diye. Sonra gittim eve, bıçağı ateşte ısıtıp deliklerini açtım. Tüm akordları falan yanlıştı, ama kalbi doğruydu. Ne müzik bilirim, ne nota. Ama gönlümü koymuştum, gerisi hikaye. Hisleri, akıldan daha fazla dinlemeyi öğrendim. Çünkü aklın içinde ego var. Hisler, ruhla çok bağlantılı. Onda ego yok.
- Ama dönem akıl dünyası?
- Akıl dünyası olduğu için, dünyanın geldiği hal böyle. Bütün çevrenin yok olması, ağaçların kesilmesi, nefes alamamamız, küresel ısınma, akıl olmasından. O bir süreç. O yüzden bir dengeye oturacak. O dengeyi oturtmaya çalışan gücün adı sevgi.
- Aklıselim kalmak için mi Kanada'da bir kasabada yaşıyorsunuz İstanbul yerine?
- New York - Londra - İstanbul gibi kentlerde muazzam enerjiler var. İnsanın aklını eğitmeye yönelik. Öğreniyorsun, görüyorsun. Ancak doğa da insanın ruhunu besliyor. Kanada'da göller bölgesine gidin, üç-dört gün kaldığınız zaman muazzam güzellikler yaşıyorsunuz. Rabindranat Tagor (Nobel'li Hint şair ve filozof) şöyle diyor: 'Kendi yarattığı sabahların güzelliği ve farklılığı tanrının kendisinin de şaşırdığıdır.' Ama bu kentlerde onu görmüyorsun ki... Burada yağmur yağdığı zaman, taksiyle kaçmaya çalışıyorsun. İlham almaya İstanbul'a geliyorum, yaşamak için Kanada'dayım. Topal Karınca diye bir şiiri var Ceza'nın. Müzisyenliğin yanında muazzam bir şair. Modern zamanların tasavvuf şiirlerini yazıyor. O şiirin sonunda diyor ki, 'İrfan gönül almaktır seferin bitmeden,' yani hayat gönül almaktır. Hikaye bundan ibaret aslında. İnsan olmak çok zor. İnsan doğuyorsun ama insan olmak ayrı bir hikaye.