Bol sürprizli siyasal gerilim

YAZARLIKTAN YÖNETMENLİĞE
Son dönemin kimi parlak aksiyon filmlerinin yazarlığından ilk kez yönetmenliğe geçen Michael Brandt, Akbabanın Üç Günü, Konuşma, Çıkış Yok gibi 70'lerin filmlerine hayran olduğunu söylemiş. İyi referanslar! Yazıp yönettiği film, gerçekten ilki yarım saat sonra gelen büyük sürprizler içeriyor, olgun karakterler yaratıyor, gerilimini sonuna dek hiç aksatmıyor. Günümüzde ABD ve hemen tüm büyük ülkelere gelip yerleşen Ruslar da, göçmenlerinden gangsterlerine, fahişelerinden katillerine hikayenin ön planında. Hatta onlara karşı ırkçılık yaptığı bile söylenebilir! Soğuk savaş dönemi siyasal melodramlarının sanki günümüzdeki şubesi, son derece iyi vakit geçirten bir macera.
İKİLİ OYUN ***
(The Double)/ Yönetmen: Michael Brandt / Senaryo: M. Brandt, Derek Haas Görüntü: Jeffrey Kimball Müzik: John Debney/ Oyuncular: Richard Gere, Topher Grace, Martin Sheen, Odette Annable, Stephen Moyer Amerikan filmi.
GENÇ PİLOTLARIMIZA ARMAĞAN OLSUN
Pilotlarımıza ve hava kuvvetlerimize eğilen filmler çok azdır. Halit Refiğ'in Şafak Bekçileri'nden beri bir şey hatırlamıyorum. Bu açıdan, hele bölgemizde zor günler geçirdiğimiz şu sıralarda böyle bir filmin zamanıydı denebilir. Film bir grup genç pilotun özel ve mesleki yaşamlarını anlatıyor. Onların Eskişehir'deki uçuş okulundan Çiğli Hava Üssü'ne kadar yaşadıklarını veriyor. Bu açıdan, belgesele yakın bir havası var. Ömer Vargı, genç oyuncularla dinamik bir kadro kurmuş. Tüm bunlar iyi. Filmin gençleri pilotluk mesleğine yaklaştırması da olası ve bu da artı bir puan. Ancak geriye, sinema adına pek bir şey kalmıyor. Savaş sırası ve sonrası Amerikan askeri propaganda filmlerine veya bunların 90'lardaki ünlü uzantısı Top Gun'a öykünen film, belleklerde pek iz bırakmadan geçip gidiyor. Ve ne Onur'un beceriksizce yürüyen gönül macerası ne de son tatbikatta yaratılan biraz yapay gerilim, seyirciyi avucunun içine alıyor. Ama genç bir seyirci kitlesi sanırım sevecek.
ANADOLU KARTALLARI **
Yönetmen: Ömer Vargı / Senaryo: Hakan Evrensel, Erol Hızarcı / Görüntü: Uğur İçbak / Müzik: Ozan Doğulu / Oyuncular: Engin Altan Düzyatan, Çağatay Ulusoy, Özge Özpirinççi, İsmail Filiz, Alpay Kemal Atalan, Hande Subaşı, Ekin Türkmen, İlhan Şeşen, Alper Saldıran, Ediz Hun / Fida Film.
SAKAR İNGİLİZİN YENİ MARİFETLERİ
Yıllar yıllar önceydi. Yeni Ar (şimdiki Sinepop) sinemasında, asıl filmin önünde gösterilen 10-12 dakikalık kısa ve komik bir film, kraliyet ailesine takdim edilmek için gelen acayip şekilde sakar bir adamın yaşadıklarını anlatıyordu. Ne çok gülmüştük! Sonra o adam, yani Rowan Atkinson, çeşitli filmlerde giderek büyüyen roller aldı ve ayrıca Mr. Bean ve Johnny English kişiliklerini yarattı. Onu hep biraz dalgın bir gözle izledik, komedi yeteneğini küçümsedik. Ama sekiz yıl sonra tekrar Johnny English karakterine döndüğü bu yeni serüven, hakkını vermek için bir fırsat. Ve olasılıkla onun en iyi filmi. İngilizlerin ünlü IS - Intelligence Service haber alma örgütünün güncel karşılığı M17'den emekli olan ve Tibet'e, rahiplerden Budizm'in ilkelerini öğrenmeye giden Johnny, yeniden işbaşı yaparak uluslararası casusluk arenasına atılıyor. Ve Londra'da Çin başkanına yapılacak suikastı önlemeye çabalıyor. Beceriksizliği ve bir orduya bedel tahripkarlığı kat kat artmış olarak. Film daha açılışta tüm Uzakdoğu öğretileriyle, jeneriklerde Bond filmleriyle, ilk bölümlerindeyse İngiliz haber alma örgütleriyle dalgasını geçiyor: Uluslararası sermayeye teslim olup Toshiba adını almış, casus adaylarını internette arayıp bulan bir örgüt! Film ilerledikçe, komedinin hemen her alanına dalıyor: Parodiden farsa, vücut dilinden mimiğe, düşüp kalkmadan durum komedisine. Böylece şenlik sürüyor. Ve Johnny, Macao'dan Hong Kong'a uzanan bu macerada, Kung Fu dövüşçülerinden ölümcül katil yaşlı Çinli kadına, çeşitli düşman ve tehlikelere meydan okuyor. Hatta bir ara kraliçe Elizabeth'i bile kafa-kola alıyor!
JOHNNY ENGLISH'İN DÖNÜŞÜ ***
Johnny English Reborn) Yönetmen: Oliver Parker Senaryo: William Davies, Hamish McColl / Görüntü: Danny Cohen / Müzik: Ilan Eshkeri / Oyuncular: Rowan Atkinson, Gillian Anderson, Dominic West, Rosamund Pike, Daniel Kaluuya, Ben Miller / İngiliz (UIP) filmi.
POPÜLER DİZİNİN İLK SİNEMA MACERASI
Kült olmuş herhangi bir olay -bu durumda bir TV dizisi- üzerine yazmak hep tehlikelidir. O olayla koşulsuz tutkunları arasına girmek, onların öylesine bağlanıp benimsediği kişi ve olayları eleştirmek risklidir. Ama başka çaresi var mı? Öncelikle diziyi hiç izlemediğimi, yazacaklarımın tümüyle karşıma gelen sinema filmi üzerine saf, masum ve içten görüşlerim olduğunu belirteyim. O zaman, üstelik polisiye seven ve yabancı polisiye dizilerini merakla izleyen benim gibi bir seyirci için doyurucu olmadığını da söylemeliyim. Evet, bu elbette yabancı dizileri kopya eden, Batılı kimlik/kişilikleri bize uyarlayan bir dizi değil. O açıdan, başta Behzat, sonra Hayalet, Akbaba, Harun ve diğerlerinin tümüyle bizden olması hoş. Ama yine böylesine alaturka, bu kadar lümpen tavırlı, bu denli avare, giderek serseri görünümlü olmaları şart mıydı? Bizzat Behzat'a dönersek, hayatı evi, karakol ve meyhane arasında geçen, hep yarı uykuda gözüken, geçmişiyle ve ölüp gitmiş kızıyla ilişkili kabuslar görüp kriz geçiren bu adamın, bırakınız ruh sağlığını, o görevde bile kalabilmesi inandırıcı oluyor mu? Ayrıca film boyunca gerçek bir dedektifin o zeka ve öngörü ürünü atılımlarını, bize hiç sunmayan bu polis karakteri, türün asgari kalıplarını yerle bir etmiyor mu? Ayrıca her iyi film gibi öncelikle karakterlerini inşa etmek, onların gündelik yaşamını vermek, davranışlarını irdelemek gibi iyi niyetleri aşikar film, her şeye karşın bunu aşırı uzatmıyor mu? Bir buçuk saat kadar! Gerçi o sürede de kimi düğümler atılıyor, meraklar uyandırılıyor. Ama hiçbir somut adım yok. Ve gerçek bir polisiye atmosferi, ancak son 15-20 dakikada işlemeye başlıyor. Biraz geç değil mi? Nitekim beklenen sürpriz final de yeterince işlenemiyor, kimi sorular yanıtsız kalıyor. Peki geriye ne kalıyor? Her şeye rağmen deneyimli Serdar Akar'ın sabırla inşa ettiği belli bir çevre, nispeten inandırıcı bir yaşam tarzı. Sakin, ama kendinden emin, güvenli bir tempo. Ve de başta Erdal Beşikçioğlu, tüm oyuncuların dizide edindikleri özellikleri, olgunlaştırdıkları kahramanları perdeye hayli sağlam biçimde nakletmeleri... Öyle ki, kimi zaman bizi hiç iplemeden aralarında şakalaşıp eğlendikleri izlenimi bile doğuyor! Sevenleri bayılacak, ama sadece iyi bir polisiye izlemeye gelenleri uzun ve yaman bir deneyim bekliyor.
BEHZAT Ç. SENİ KALBİME GÖMDÜM **
Yönetmen: Serdar Akar Senaryo: Emrah Serbes Görüntü: Zekeriya Kurtuluş / Müzik: Cem Kısmet / Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Fatih Arman, İnanç Konukçuoğlu, Berkan Şal, Hazal Kaya, Cansu Dere, Tardu Flordun, Hakan Hatiboğlu, Hakan Boyay, Ege Aydan / Adam Film.
ZAMAN EN DEĞERLİ ŞEY OLUNCA
Aslında ilgi çekici bir bilim-kurgu. Ama çok farklı olayım derken, inandırıcılığını yitirmekten de kurtulamamış. Film, günümüzden ileride bir çağda geçiyor. O çağda zaman, en önemli değer olmuştur. Herkesin taktığı bilekliklerde ne kadar ömrü kaldığı yazılıdır: Dakikasına kadar... Ayrıcalıklı bir grup, yine köşeyi dönmeyi, upuzun ömürlere, giderek ölümsüzlüğe kavuşmayı becermiştir. Ama büyük çoğunluk, 25 yaşından sonra biraz daha zaman kazanmak uğruna yalvarmak, dilenmek ve dövüşmek zorundadır. Zamanın bu yeni egemenliğinde birçok yeni kurum ve kişi de türemiştir: Zaman bankaları, kanalları, bekçi ve koruyucuları gibi... Ölümsüzlüğe erişenler, duvarlarla bölünmüş kendi semtlerinde, 25 yaş fiziklerini koruyarak yaşarken, çoğunluk sokaklarda biraz daha zaman uğruna ölüm-kalım savaşımı veren zavallılar kalabalığına dönüşmüştür. Bu değişik bilim-kurgu masalda çok iyi kullanılmış bir Kuzey Avrupa kenti dekoru, yer yer kanı donduran dehşet duygusu, özellikle erkek oyuncu/ figüranlarda Dövüş Kulübü'nü hatırlatan erkek erotizmi boyutu var. Bunlara bir nebze de kapitalizm eleştirisi eklenebilir. Ancak sonuç olarak konusunu tümüyle kavrayamayan ve aşırı stilize kalan bir hikaye. Bu fütürist öyküde eski model otomobiller, umumi telefonlar, mezbele gibi banka ve dükkanların ne aradığı da sorgulanabilir.
ZAMANA KARŞI **
(In Time)/ Yönetim ve senaryo: Andrew Niccol / Görüntü: Roger Deakins / Müzik: Craig Armstrong / Oyuncular: Justin Timberlake, Amanda Seyfried, Cillian Murphy, Olivia Wilde, Matt Bomer, Rachel Roberts/ Amerikan filmi.
EN SON HABERLER
- 1 Bayram sofraları moral kaynağıdır
- 2 Ramazan bayramı’nda rahatlıkla yiyebileceğiniz 10 sağlıklı tatlı
- 3 Sanat, bilim ve eğlenceyle dolu bir ara tatil
- 4 Türkiye’nin ilk ve tek karnavalı için geri sayım başladı
- 5 Modaya bahar geldi
- 6 7/24 şehirde yaşam
- 7 İftar ve sahurda şalgamın şifasından yararlanın
- 8 Kendinizi asla ihmal etmeyin
- 9 Erciyes’teki şampiyonayı dünya izledi
- 10 Baskı ve disiplin arasındaki ince çizgi