HAKİMLER TÜRKÇE BİLMİYOR
- 12 Eylül'cüler yargılanıyor. Size ne çağrıştırıyor bu dava?
- Bunların yargılanması çok önemli bir aşama, ama beni kesmiyor. Her şeyden önce ben hâlâ cami ile kışla arasına sıkıştırılmış bir hayatı yaşamaktan mustaribim. İkincisi, 12 Eylül tek halka değil ki. Tarihle yüzleşmeyi bir kültürel hakkaniyet, kültürel görgü haline getireceksek; temel insani değerlere sahip olmamız gerekir. Dersim'i konuşmayalım da 12 Eylül'ü mü konuşalım? Kazanılmış siperleri asla küçümsemiyorum, ama bunun üstesinden gelinmiş başarılar gibi görülmesini de fazla gösterişçi buluyorum. Asıl acı olan şu: Zaten yapılması gereken şeylere seviniyoruz. Hrant Dink cinayetini aydınlatamayan bir ülkede, 12 Eylül mahkemesi kursan ne olacak? Sabahattin Ali cinayetini çözmeden hangi cinayeti çözeceksin? 6-7 Eylül mahkemeleri kurulacak mı, ondan haber versinler. Bu, toplumun hazırlıklı olmasıyla ilgili bir şey. Hrant'ın bir demecini anlayamayan savcıların verdikleri hükümlerle hak mücadelesi mi yapacağız? Türk adaletinin en büyük sorunu nedir biliyor musunuz: Türkçe. Hakimlerin ve savcıların ne kadar Türkçe bildiklerinden çok kuşkuluyum. Bazen iddianameleri okuyorum ve redaksiyon yapma ihtiyacı duyuyorum. Metinlere redaksiyon yapılır, ama adalete nasıl redaksiyon yapacağız?
''EDEBİYATIN ÜVEY ÇOCUĞUYUM
- Uzun yıllar sonra bir edebiyat ödülü aldınız, Erdal Öz ödülü.
- Edebiyat ödülleri dünyanın pek çok yerinde hem kıymetlidir hem tartışılır. Bu ödülün bana verilmiş olmasından hoşnutum. Ama bir ödül tek başına bir anlam taşımaz. O ödül, verenlerle, geleneğiyle anlamlı. Gülten Akın, İhsan Oktay Anar, Nurdan Gürbilek ve Şavkar Altınel'le birlikte hatıra fotoğrafı çektirmek çok kıymetli. 1972'de Ankara'da üniversite sınavlarına hazırlanırken, bir bankanın cari hesaplar şubesinde çalışıyordum. Öğlen tatillerinde iki günde bir uğradığım yerlerden biri, Ankara'daki Sergi Kitabevi'ydi. Erdal Öz orayı işletirdi. Erdal Öz'ü orada tanıdım.
- Sizinle çalışamadığı için eksik hissedermiş, öyle mi?
- Yayıncı olarak bana kur yapmadığını söyleyemem. Bir röportajında yayıncılık hayatında iki pişmanlığından bahsetmişti; ben ve Latife Tekin'le çalışmamaktan. Ama galiba benim ilk dosyamı da reddetmişti. Erdal Öz çok erken gitti, doğrusu hiç aklıma gelmezdi onun adına verilen bir ödülü alacağım.
- Uzun yıllardır ödüllere başvurmuyorsunuz, küslüğünüz mü var?
- Küslüğüm var, ama edebiyat dünyasıyla ilgili. Bunları anılarıma saklıyorum. Yazmaya başladım. Bir döneme ışık tutacağına inandığım, adil bir panorama çizmek istiyorum. Mağdur dili kullanmadan, bana yaşatılan zorlukları anlatmak istiyorum. Kitabın adı Küs ve Üvey olacak. Mesela ödüllerle ilgili çalışmalar yapıldığında, benim aldığım ödüllerden hiç bahsedilmez. Ve bunu edebiyat tarihi araştırmacıları yapıyor. Sen aldığın ödülü duyurmuyorsan, görmezden geliniyor. Edebiyat dünyasındaki bir eksiklik de, çevirmenlere ödül verilmemesi.
- Küs ve Üvey'deki 'üvey'lik nereden?
- Ben edebiyat dünyasının üvey çocuğuydum, bunu herkes bilir. Bunun arkasında büyük hikayeler var. Her zaman sadece okurlarımın sevgisiyle, desteğiyle yol aldım. Okur, yanıltmadığın sürece sevgisini çekmiyor.
- Küs ve Üvey'de birilerini incitme ihtimaliniz yok mu?
- İnsan hatıralarını bilgece yazamıyorsa, yazmamalı. Ben durumu anlatıyorum. Dönemin fotoğrafını adil çekmek istiyorum. Eleştiri de, hatıra da hesap sormak, kinini kusmak için yazılmaz. Bu, kendi kendine yaptığın sözlü tarih çalışmasıdır. Kendinden mitoloji olarak yaratmak üzere yazılan anıları amacına uygun görmüyorum.
AŞKA SAHİPOLMANIN ZOROLDUĞU BİR DÖNEM
- Aşkın Cep Defteri büyük ilgi gördü.
- Aslında kitabın büyük bölümü, 2005'te yayımlanan 50 Parça'da var. 2005'te 11 kitap sözü vermiştim, geriye Harita Metot Defteri ve şiir kitabı kaldı. Dokuzunu yayımladım. Harita Metot Defteri'ni, yıl sonunda çıkartmak istiyorum.
- Artık Twitter'da varsınız. Aşkın Cep Defteri, sizden alıntılananlara epey yardımcı olacak üslubuyla Twitter kullanıcılarına...
- Aşkın Cep Defteri, çatılmış bir kitap ve fragmantal yazı benden çok önce de vardı. Twitter'a girdim ama kısıtlı ve sınırlı olarak kullanıyorum. Bazı duyuruları da oradan yapıyorum. Sosyal medyada sizi binlerce kişi izliyorsa, orası doğru bir mecradır. Aşkın Cep Defteri'nde ben öyküleme ve şiirlemeye gittim. Dışarıdan baktığında, aklına gelen notları yazmış gibi görünse de, bir akış var. Bu kitapta okura edebi bir tuzak kurdum. Sahicilik, okurun oradaki ifadeleri başından geçmiş gibi zannetmesine yol açıyor.
- Anekdotları okurken bir sır paylaşırmış gibi hissettim zaman zaman...
- Yaşadıklarımız, yazdığımız zaman kurmaca olur. Beni ilgilendiren, okurun asla bir metin okuduğunu unutmamasıdır. Mesela Olmasa Mektubun şiiri, Yunancadaki aslına uygun bir ses tutturmadır. Öyle bir sevgili ve mektup yoktur. Ama okur bunu duyunca üzülüyor. Aşkın Cep Defteri'nde de bu var. Bir de ayrılığın, ölümün, evlat acısının cinsiyeti olmuyorsa, aşkın da cinsiyeti olmaz.
- İnsanın çantasında sürekli tutmak istediği türde kitaplardan... - Bu çok güzel, yapmak istediğim tam da bu. Tam sekiz kapak çalıştım bu kitap için. Ben sizi bana alıştırmayacağım, çok ben var çünkü.
- Nöroloji Kongresi'nde konuşma yapacaksınız, başlığınız da 'Nöronları Anlamak'. Ne anlatacaksınız?
- Beyin cerrahı olduğum için (gülüyor). Çok sayıda doktor okurum var. Merakımız ortak bir yere açılıyor. Doktorlar da, sanatçılar da aynı iştahla insanı anlamaya çalışıyorlar, etiyle ve ruhuyla. Ve bunun merkezi beyin. Oradan kalkarak bir Murathan dansı yaptıracağım.