Yedinci Gün'ün kapağını araladık
İhsan Oktay Anar'ın merakla beklenen son romanı Yedinci Gün, eylül ayında yayımlanıyor. Romanda Anar, insanoğlunun yaratılışı ve Türk kimliğinin doğuşu gibi konulara değiniyor
KADIN KARAKTER PEK YOK
Tipik bir Anar anlatımı olarak bu romanda da sayılı, birkaç yan karakter dışında öne çıkan bir kadın karakter yok. Anar, tek bir türle sınırlandırılamayacak yazarlardan. Zamanı çizgiselden çok dairesel algılayan, sonsuzluğa uzanan, sonuç olarak zaman kavramını yeniden yorumlayan bir felsefeye dayalı, özel bir anlatım biçimine sahip. Onun için söylenebilecek en doğru tanım kuşkusuz kendine has düşsel dünyalar kurduğu... 'Bizim Borges'imiz' desem yanlış mı söylerim bilmiyorum ama en azından onun kendisini nasıl tanımladığını biliyorum. 2001 tarihli, nadir verdiği röportajlardan biri olan Cumhuriyet röportajında şöyle diyor; "Ben bir 'joker'im, yani 'şakacı'yım..."
KİTAPTAN (Sayfa 66-68.)
"İçerisi ara sıra cızırdayan elektrikli birkaç ark lambasıyla az da olsa aydınlatılmıştı. 30 adam yüksekliğindeki ahşap tavanın sağında, her ne kadar isten kararmış olsa da "Allâh" lâfzı, solunda ise silinmeye yüz tutmuş "Muhammed" ismi yazılı olduğuna bakılırsa burası câmii gibi bir mübârek mekân olmalıydı, ama kelepçelenip demet hâline getirildikten sonra yirmisi otuzu duvarlara rapt edilmiş ve metrelerce uzanan elektrik kablolarına ne buyurulurdu? Zemin halılarla kaplıydı, üstelik her biri bir vakitler su içinde 300 lira edecek kıymetli halılardı bunlar, ancak şimdi kısmen ya da tamamen yanmış, üzerlerine kapkara makina yağı dökülmüş, sökülmüş, delinmiş, eprimiş, hebâ ve mahvolmuşlardı. Bunda, tez zamanda aktarılması gereken çatıdan akan yağmur sızıntısının da payı elbette yok değildi. Kapkalın ahşap kirişlerine, guruldayan ve ara sıra patır patır kanat çırpan güvercinlerin yuva yaptığı çatıdan gelen yağmur, sağ ve sol duvarlardaki Kâbe ve Mescid-i Âksa tasvîrlerini de berbat etmiş, küf içinde bırakmıştı. Tavan ve duvarlardaki ince bezemeler de bakımsızlıktan ve ihmâlden nasîplerini almışlardı. Birkaç ayrı yerde, kazma, kürek, balta ve kancalarla birlikte, nicedir değiştirilmediği için metan gazı kabarcıklarının yükseldiği ve rengi artık yeşile çalan su ile dolu yangın kovaları vardı. Tavandan tâ zemine sarkıp sürtünen bilek kalınlığında bir kablonun, naklettiği şiddetli elektrik cereyânı neticesinde, tuzağa düşmüş çılgın bir ejderha gibi, değdiği yerde elektrikî kıvılcımlar saça saça sağa sola, oraya buraya savrulduğunu gören İhsan Sait, yangına karşı neden bu kadar çok tedbir alındığını anladı. Bütün elektrikî tâkat, buhar makinesinin döndürdüğü, dökme demirden koskoca bir münevvebe tarafından elde ediliyordu. Ağzı bir karış açık olduğu hâlde sağı solu temâşâ eden İhsan Sait, kalayla kaplı bakırdan mamûl, yirmişer adam boyunda tam altı adet pırıl pırıl devâsâ meksefe gördü. Bu hayreti mûcip âlâttan hangisine bakacağını bilemediği için hiçbirini seçip doğru dürüst inceleyemiyordu: Kâh parmak kâh ibrişim kalınlığında bakır kablo veya tellerden yapılma dev bobinler, petek bobinler, ortalarındaki demir nüve ancak bir bucurgatla döndürülüp mühtezleri ayarlanabilecek daha büyük bobinler, parlak pirinç sürgülü reostalar ve sâbit mukâvemetler, maun kaplı kumanda levhalarında ibreleri kıpırdaşan ampermetreler, voltmetreler, şalterler, mütehavvil meksefeler, açık ve kapalı şalterler ve sâir edevât! Kablolardan ve bütün bu techîzâttan bir vınlama işitiliyor, ayrıca buhar makinesinin pistonu gidip geldikçe zemin sarsılıyordu. Etraf, bakır kabloları lehimlerken ateş kadar sıcak havyanın batırıldığı nişadırdan tüten buğudan, bobin tellerini kâğıtla tecritte kullanılan harârete mâruz kalmış Arap zamkının keskin kokusundan, buhar kazanından gelen is, kurum ve dumandan geçilmiyordu. Fakat İhsan Sait o anda, daha önce hiç görmediği bir tür lamba gördü. Bunlar krom kaplı kâidelere oturtulmuş on iki koskoca parlak lambaydı ve pek az ışık veriyorlar ama şiddetli bir ısı neşrediyorlardı. Hattâ camları çatlamasın diye bazıları yağ dolu fanuslarda muhâfaza ediliyordu. Her birinin altından hepsi de parmak kalınlığında en az beş kablo çıkıyor ve bu uğursuz mekânın muhtelif yerlerine doğru uzanıyordu. İhsan Sait bunların ne işe yaradığını anlayamadı. Ama burası hiç de tekin değildi. Eli beline gitti ve silâhını çıkardı. Kamburu işte o sırada gördü."
EN SON HABERLER
- 1 Mikro besinlerle yağ yakımını hızlandırın
- 2 Evliliklerde bıçak sırtı konu aile
- 3 Otizmin sessiz anahtarı bağırsaklar
- 4 Mücevherlere de bahar geldi
- 5 Gizemli bir ülke Japonya
- 6 İzmir'den Erzurum'a uzanan iyilik köprüsü
- 7 7/24 şehirde yaşam
- 8 Bayram sofraları moral kaynağıdır
- 9 Ramazan bayramı’nda rahatlıkla yiyebileceğiniz 10 sağlıklı tatlı
- 10 Sanat, bilim ve eğlenceyle dolu bir ara tatil