KARANLIK ŞERİT: Möbius **
Casusluk filmlerinin olmazsa olmazıdır aşk. James Bond'dan hesap edin, her filmde bir güzel kadın çıkar karşısına, o da gönlünü kaptırır! Ama aslolan filmdeki casusluk entrikası, onun tetiklediği aksiyon ya da gerilimdir. Eric Rochant imzalı
Karalık Şerit: Möbius işin aksiyon kısmına alışılageldiğimiz gibi hoyratça teslim olmuyor. Ama romantizme kendini çok kaptırıyor. Monaco'da başlayan filmde temel entrika Rus milyarderi Ivan Rostovsky'nin (Tim Roth) ipini çekmek isteyen Rus gizli servisinin operasyonu üzerine kurulu. Gizli servis milyarderin açıklarını bulmak için Alice (Cecile De France) adlı bir finans uzmanını kullanıyor. Ama operasyonun başındaki Gregory Lioubov
(Jean Dujardin
), kadına aşık olunca işler karışıyor. Çünkü Alice de CIA'in kontrolü altında...
KADIN SEYİRCİYE GÖZ KIRPIYOR
Malum sinemada casuslar uzun zamandır Amerikalılar'ın ve İngilizler'in tekelinde. Anlaşılan Fransızlar hoş bir çıkışla "Bu işte biz de varız" demek istiyor. Casusluk filmlerindeki erkek seyirciyi memnun etme hali,
Karanlık Şerit: Möbius da yok. Çünkü yönetmen, adrenalini yükselttiği düşünülen o patlamalı aksiyon sahnelerine yüz vermiyor. Ayrıca film başrole kadın karakteri taşıyarak kadın seyirciye de göz kırpıyor. Ama film bir noktadan sonra romantizme teslim oluyor ve casusluk filmi özelliğini kaybediyor. Jean Dujardin'in perdedeki karizmasına yapılan gereksiz vurgular, olay örgüsündeki sürprizleri önceden gösterme durumu, yer yer karikatüre kaçan sahneler filmin temposunu da düşürüyor ve
Karanlık Şerit: Möbius finale geldiğinde vasat bir film olarak yarışı tamamlıyor. Filmin en iyisi Tim Roth. Rochant, bir İngiliz'den Rus yaratarak nasıl bir intikam alıyor bilinmez ama Roth çok iyi oynuyor.
Sophia Coppola'dan sığlık zirvesi
PIRILTILI HAYATLAR The Bling Ring **
Sofia Coppola'dan beklentimiz büyük.
Bir Konuşabilse'de potansiyelini gördük ve her yeni filminde en az o filmdeki kadar bir derinlik ve yaratıcılık bekliyoruz. Ama Coppola nedense o filmin seviyesine bir türlü ulaşamıyor. Baştan söyleyelim
Pırıltılı Hayatlar, filmografisinin en zayıf halkası. California'da bir grup liseli gencin, ki bunlar zengin aile çocukları, Hollywood ünlülerinin (Orlando Bloom, Paris Hilton, Megan Fox) evlerini soymasını anlatan filmde yönetmenin neyi anlatmak istediğini anlıyoruz. Yeni kuşağın şöhretle ve şöhretlilerle kurduğu ilişkiyi, eğlence anlayışlarını, tüketici olma halini içselleştirmelerini ve medyanın insanı rezilken vezir edişini... Coppola'nın iyi bir konu yakaladığı bir gerçek. Ama öyle bir anlatıyor ki, film sizde hiç iz bırakmıyor. Çünkü yönetmenin konuya yaklaşımı oldukça sığ. Karakterlere nasıl yaklaşacağı konusunda tereddüt içerisinde. Mesela hiçbir karakterin eylem motivasyonunu anlamıyorsunuz. Coppola da bu gençleri pek anlamış gibi durmuyor. Hal böyle olunca vasat altı bir film olarak kalıyor
Pırıltılı Hayatlar.